12 Şubat 2020 Çarşamba

TÜRK KAMLARI

Fotoğraf açıklaması yok.


TÜRK KAMLARI ....Çok güzel ve bilgilendirici bir kaynak derlemesi oldu.

Başkurt asıllı meşhur tarihçi Ordinaryus Prof. Dr. Ahmet Zeki Velidi Togan, Orta Asya’da bulunduğu zaman hastalandığında Bakşı denilen Kam tarafından tedavi edildiğini Hatıralar’ında anlatmıştır:
‘Müthiş bir sıtmaya tutulmuştum. Bu bende Buhara’dan beri vardı. Hükümet azasından Abdülhamit Arifov kinin getirmişti. O da kulaklarıma kötü tesir ediyordu. Bir gün dediler ki: ‘Yakında Akcar ismindeki köyde tecrübeli bir bakhşı, yani Kam var. Ona tedavi ettirelim.’ Ben de çarnaçar razı oldum. Bakhşıya haber verdiler. Köyüne gittik. Meğerki bunlar Qarlıqlardanmış. O bir gün hazırlığını görecekmiş. İkinci günü akşam gittik.
Bir Özbek çadırı içinde büyük bir ateş yakılmıştı. Kapkara sakallı 40 yaşlarında görülen sağlam yapılı bakhşı normal bir insan sıfatıyla çay içip konuştuktan sonra arkadaşlarıyla bir daire yaptı. Elinde düngür (kam davulu) denilen davulu çalarak şamani şarkılarını söyleyip dönmeğe başladı. Başkaları da dönüyorlardı. Bu merasim uzun sürünce bakhşı bana geldi. ‘Sen bize inanmıyorsun, ruhlar gelmiyor. Okumayı tatil edelim.’ dedi. Ben de, ‘Aman tatil etme, ben inanırım.’ dedim. Yine bir müddet döndüler. Çaldılar, şarkı söylediler. Nihayet bunlardan biri vecde geldi. Ağızlarından beyaz köpükler çıktı ve kendisini kaybetti. Onu bir kenara çıkarıp yatırdılar. Böylece birkaç kişi vecde geldikten sonra nihayet bakhşının kendisi de vecde geldi.
Orada hazır bir demir kürek vardı. Onu yanan ateşe koymuşlardı. Bir ağaç sap sokarak bakhşı küreği kaldırdı. Ağaç saplar yanmaya başladı. Ağzına su alıp küreğe püskürdü. Ateşten sıçrayan su tanecikleri yüzüme geliyor ve beni yakıyordu. ‘Korkma korkma, iyidir.’ dediler. Nihayet o bakhşı ateşte yanan bu demir küreği dişleriyle ağzına aldı. Birkaç defa etrafımda bu şekilde dolaştı, tekrar ateşe attı. Bu arada bakhşıya her taraftan sualler soruluyordu. Benim iyi olacağımı söyledi. Emirin muvaffak olup olmayacağını sordular. Ona müsbetcevap vermedi. Daha bazı siyasi sualler sordular. Nihayet o kendine geldi. Bana da ‘Artık iyileşeceksin, ilaç filan almayın.’ dedi. Ağzına yanmış küreği aldığı hâlde siyah bıyıkları yanmamıştı. Ateşin sahte olmadığını da sıçrayıp yüzüme kadar gelen su damlacıklarından biliyorum. İşte bu suretle hayatımda ilk defa olarak hakiki bir Kam ayinini görmüş oldum. Gerçi küçüklüğümde de böyle bir hastalığımı bizde ‘baguçı’ denilen bakhşı tedavi etmişti. Fakat o ayin yapmamıştı ve böyle kerametler de göstermemişti. Bundan sonra kinin almadım ve sıtmayı hissetmedim. Bu zat dolandırıcı olmayıp hakiki bakhşı sayılıyormuş. Hiçbir ücret veyahut hediye kabul etmedi. Bu kam ayinlerini yaptırmam burada yaşayan Özbeklerin bana karşı münasebetlerinde daha samimi olmalarına sebep oldu’.
TOGAN, A.Z., Hatıralar, Ankara, 2003, s.342–343
Araplar “Hacerül Matar”, Farslar “Senki Vede”, Çağataylar ise “Yeşim Taşı” olarak adlandırmıştır. Yada taşı sadece yağmur yağdırmak için değil, bulutlan dağıtmak, kar ve soğuk kasırgalar ile fırtınalar koparmak, tufan derecesinde bol miktarda yağmur, kar, dolu yağdırmak ve sis getirmek; gök gürültüsü ve şimşekler çaktırmak gibi amaçlar için de kullanılırdı. Bu taşla ilgili ilk bilgiye Çin kaynaklarında rastlanmıştır. Tang sülâlesi tarihine göre, dişi kurttan türemiş İçjini-nişibu’nun tabiat üstü özelliklere sahip olduğu, yağmur yağdırıp fırtına çıkarabildiği ve 449 yılı olaylarından bahseden bir kitapta, Yüeban ahalisindeki bazı kâhinlerin Cücenlerin saldırışlarına karşı, şiddetli yağmur yağdırdıkları, fırtına çıkardıkları ilk olarak kaydedilmiştir. Bu savaş Çin kayıtlarında şöyle anlatılır: “Evvelce Kuzey Hunlar’ın idaresinde bulunan Yüceban ahalisinde öyle kahinler vardır ki, Cücenler’in saldırışlarına karşı durduklarında çok şiddetli yağmur yağdırırlar, fırtına çıkarttırırlar. Cücenler’in onda üçü sellerde boğuldu, soğuktan kırıldı.” Bu taşı yadacı adı verilen Türk kamları, bazen de Türk beyleri kullanmışlardır. Türkler yada taşını ve yadacıyı savaşlarda yanlarında bulundurmuşlar ve bu sayede zaferler kazanmışlardır. Kırgızların Manas Destanı’nda büyük Çin seferi rivayetinde Almanbet adlı kişinin yağmur yağdırmak için “bulutları efsunladığı”ndan bahsedililir. Büyük kuraklık dönemlerinde, gölün ve ırmağın olmadığı veya kuruduğu yerlerde suya kavuşma Yada taşıyla olmuştur. Gökte bulunan suyun yağmur olarak yere akıtılması için Yada taşı kullanılmıştır. Yağmur, kar ve dolu yağdırdığına inanılan bu taş sayesinde hem kuraklıktan ve susuzluktan kurutulmuş hem de çok fazla yağmur yağdırmak suretiyle de düşmanlar helak edilmiştir.
İslam alimi İbn-ül Fakih’in aktardıkları ise şöyledir : “Yirmi bin kişi ile Türklere karşı savaşa çıktım. Karşımızda baştan ayağa kadar silahlı altmış bin Türk vardı. Bunlardan bir kısmı bizim tarafa geçti. Bunlar bize Türklerin iri dolu yağdıracaklarını söylediler. Bizde onlara: “sizin kalbinizden küfür hala çıkıp gitmemiştir, böyle işleri hiç bir insan yapamaz” dedik. Onlar: “Biz haber veriyoruz, sizi ikaz ediyoruz, onların tayin ettikleri vakit yarın sabahtır ama siz daha iyi bilirsiniz.” dediler. Sabah oldu. Korkunç bulutlar bizim üzerimizi kapladı. Herkes korktu. Müthiş dolu yağdı.” Ebul Abbas’ın rivayetine göre Halife Ma’mun’un da yağmur taşıyle ilgilenerek, Abdullah bin Tahir aracılığıyle Nuh b. Esed’i bu taş hakkında incelemeler yapmakla görevlendiriyor. Nuh b. Esed, memleketin yaşlılarını, müslüman Türkleri toplayarak taş hakkında bilgi istiyor.” Bu adamlar, “bu haberler doğrudur; fakat sebebini bilmiyoruz” diyorlar.Bizanslı tarihçi Simokattes, Göktürklerin yir-sub'lara (yer-su'lar; ırmak, dağ, orman vb doğa varlıkları) saygı gösterdiklerini ama yalnızca yerin göğün yaratıcısı bildikleri tek bir Tanrı'ya taptıklarını bildirmektedir.Kamların görev ve nüfuzları hakkında Çin, Bizans, İslâm ve Hıristiyan kaynaklarında birçok önemli bilgiye ulaşılmaktadır. Bunlar içinde ünlü İranlı tarihçi Cüveynî'nin adı zikredilebilir. Cüveynî Uygurlar'da sihir ilmini bilenlere "Kam" adı verildiğini, bunların şeytanlara hükmettiğini
bildirmiştir. ‘Uygurların dinleri başka idi. Uygurlar sihirbazlığı iyi biliyorlar, kendi büyücülerine (din adamlarına) Kam adını veriyorlardı. Bu büyücüler, ‘Şeytanlar bize bağlıdır, ne olup biterse, bize gelip haber verirler’ diyorlardı. Onlara göre kendileri olmuş ve olacak her şeyi bilip, ona göre tedbir alacak durumda idiler. Bu büyücülerin durumunu tetkik için, bazı kimseler onların yanına gitmişlerdi. Bu kişiler bana (Cüveyni’ye) şöyle dediler: ‘Güya şeytanlar, onların pencerelerinin önlerine gelir ve büyücülerle konuşurlarmış. Büyücüler, insanlara kötülük getiren bu ruhların bazılarıyla dostluk bazılarıyla düşmanlık güdüyorlardı.’Tarihçi, kamların Tanrı ile ilişkide bulunduklarından da söz
etmiş, bu yolla onların gelecekten haber verdiklerini ileri sürmüştür. Her bir Türk boyunun kendine has yağmur yağdırmak için Yadacısı olmuştur. Kuraklık zamalarında Yadataşına türlü törenler düzenleyerek yağmur yağdırması için dua etmişlerdir. Yağmur yağdıran Yada taşı Türk boylarının hepsinde mevcuddur. Bu konuda 10. asırda yaşayan tarihçi Abu Dolaf’ın verdiği bilgiye göre, Karluk Türkleri de yağmur yağdıran Yada taşını kutsal diye kabul etmiş ve kuraklık olduğu zamanlarda ona kurban adayarak yağmur yağdırması için tören düzenlemişlerdir. İklimi etkileme büyüsü Sibirya ve Türkistan’daki Türk boylarında eski zamanlara dek dayanır. Yada taşıyla yağmur çağırma törenleri Şamanistik törenlerin bir devamıdır. Türkistan’daki Türk boyları yağmur yağdırma taşına Yada, Sata, Cada, Dada, Cay taş ve Kara taş gibi adlar vermişlerdir. Araştırmacılar bahar ve sonbahar’da yağmur, kar yağdırmak, kışın havayı ısıtmak için Yada taşından faydalanıldığını belirtirler. İnanışa göre, Yada taşı sıcak suya batırıldığında veya hamile kadının eli değdiğinde sihrini kaybedermiş. Türkistan’da yağmur çağırma törenleri hakkında yayınlanan eserlerde verilen bilgilere göre, Yada taşı ile yağmur yağdırma törenleri Türkistan’da 20. yüzyılın başlarına kadar canlı şekildedevam ettirilmiştir. Tarih kaynaklara göre Yada Taşı’nın savaşlarda silah olarak kullanılışının son örneği 1768-1774 Osmanlı Rus savaşlarında olmuştur.
Katalonya savaşı öncesinde
Attila, savaşın sonucunu öğrenmek üzere kâm ata ya başvurdu. Bir hayvan kesilerek kemiği ateşte yakıldı. Kâhinin bildirdiğine göre, Hunlar mağlup olacak ancak düşmanın komutanı ölecekti. Attila ölecek olan düşman komutanının Aetius olacağını düşünmüş ve onu ortadan kaldıracağı için memnun olmuştu. Savaş esnasında Vizigot kralı Theodoric öldü. Attila kâhinin söylediklerinden dolayı Aetius’un öleceğini düşünmüştü, ancak Theodoric ile idare etmesi gerekiyordu.kürşat ihtilalinde Bögü Alp ileriye atılırken bir an için yine Kıraç Ata’nın sözlerini hatırladı: - Yağmur yağıyor… Irmağın kıyısında dövüsüyorsunuz… Budun kurtuluyor… Adınız unutulmayacak… 1300 yıllık ölümden sonra dirileceksiniz… Acunun batımına dek adınız gönüllerde kalacak… Kıraç Ata’nın bütün dedikleri doğru çıktığı için Bögü Alp budunun kurtulacağına, bin üç yıllık ölümden sonra dirileceklerine, acunun batımına kadar adlarının gönüllerde kalacağına inanıyordu. Bu inançla dövüstüğü için hepsinden daha yaman vurusuyordu. Kür Sad’ın böyle bir inancı yoktu. O, umutsuzluğun verdiği acı ile vurusuyor, kırıyor, , Moğollar döneminde, şiddetli kışta çıplak bir vaziyette dağlara giderek
Tanrı ile konuşan Moğol Kamı, Tanrı'nın yeryüzünü Temuçin (müstakbel
Cengiz Han) ve oğullarına verdiğini bildirmiştir.Eski Türkler ölümün bir son olmadığına ve ölümden sonra bir ahret
hayatının olacağına inanmaktaydılar. Onların at ve silâhlarıyla birlikte
gömülmeleri ve atlarına binerek cennete gideceklerine olan inançları bu
gerçeği vurgulamaktadır. Türkler bu sebeple atın semavî bir kaynaktan
geldiğine ve kutsal olduğuna inanmaktaydılar. Bu durum, doğal olarak,
onların miras hukuklarını da etkilemiştir.
Türkler'de öldükten sonraki yaşamla ilgili olarak bu dünyada iyi işler
yapanların ruhlarının göğe çıkacağı, buna karşılık kötü işler yapanların yer
altına gidecekleri düşüncesi hakim olmuş ve yeraltında bulunan cehenneme
"Tamu (Tamuğ)" adı verilmiştir. Şu halde, eski Türkler'de bu dünyada
yapılanlarla ilgili olarak ahrette hesap verileceği inancı bulunmaktadır33.
51 EBERHARD; a.g.e., s. 43 vd.
52 Ayrıntılı bilgi için bkz.; Moğollar'm Gizli Tarihi. (Çeviren: Ahmet TEMİR). Ankara, 1995.
s. 155 vd.
51 GÜNAY, Ünver - GÜNGÖR, Harun; Türkler'in Dinî Tarihi. Ankara, 1997. s. 70-71. -
TURAN; a.g.e.. s, 109.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder