4 Şubat 2020 Salı

Kappadokia Dinî İnanışları







































        Anatole; Güneşin Doğduğu Yer


Kappadokia halkı önceleri Hint-Avrupa ırkına mensupPelasgian denilen ve Yunanistan veya Ege Denizi’nde yaşayan antik kabilelerinden oluşurken daha sonra özellikle Syria’dan ve İran’dan gelerek ülkeyi işgal eden kavimler ile karışarak kozmopolit bir halk haline gelmişlerdir. Bu durum dinî inanışlarına da yansımıştır. Zira inanışlarının eski ve Friglerinkine yakın yerli bir din olan ve dünyanın en eski dinlerinden sayılan ana tanrıça Ma’ya kültüne göre; hayatın ışıktan meydana geldiği, dünyanın sonrasının olmadığı, yine ışığa dönüş yapılacağı yani bütün mevcudatın bir olduğu ve ölümle birlikte o bire dönüş yapılacağı, ana tanrıça Ma’nın hayatın kaynağı olduğu ve dönüşün yine ona olacağına inanılmaktadır. Tanrıçanın dişi bir kişiliği olup, bir de eşi rolündeki Adra vardır. Bu dişi ve erkek kişilikleri güneş ve ay temsil eder. Bu din Anadolu’da ilk yerleşik hayata geçenlerle birlikte var olmuştur ve bin yıllarca varlığını sürdürmüştür. İlk çağlarda adına tapınaklar yapılan ana tanrıça daha sonra diğer dinlerin ortaya çıkması ve baskıcı kimliklerini dayatması neticesi bazen gizlenmiş ve bazen de yeni dinlerle sentezler oluşturmuştur.

Luvalar, Frigler, Sümerler, Truvalılar (Truva kenti Adra adına inşa edilen bir kentmiş), Kappadokialılar ve hatta Roma bile bu dinin etkisine kalmıştır. Perslerin Mecusiliğinin (ateşpereslik) karışımı bir din olduğu anlaşılmaktadır. Antik çağdan itibaren Kappadokia’yı işgal eden çok çeşitli ırk ve kavim, halkın inanç sistemlerini etkilemiştir. Nitekim halkta ağırlıklı olarak Hitit-Luvi, Ma inançlarının yanında ateş kültünde Perslerin, dağ kültünde Hititlerin, Zeus ve Apollon kültünde de Greklerin etkileri gözlenir.

Bölgenin dinî anlamda yaşadığı en büyük etkileşim, İÖ 546 yılından itibaren bölgenin Pers hâkimiyetine girmesiyle birlikte bu imparatorluğun inanç sistemini Kappadokia’nın kolaylıkla kabul etmesidir. Bu dönemden itibaren yerli kült, Pers tanrıları ile tanışarak bütünleşir. Onların Ahura Mazda, Mithra gibi tanrıları da özellikle dağ tanrı Argaios ve Zeus ile bir tutulmaya başlar. Hellenistik ve Roma imparatorluk dönemlerinde de Pers etkisinin devam ettiği açıkça görülür

Perslerin aşk ve bereket tanrıçası Anahita, eski Doğu dinlerinin tamamına yakın bir bölümünde yer alan büyük tanrıçanın almış olduğu şekillerinden biridir. Hellenlıların büyük tanrıça Kybele ile aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite ile eş değerde tuttukları Anahita’nın dinî ayinleri, büyük ışık tanrısı Mithra’nın dinsel törenleriyle birlikte yapılırdı. İnanışlarına göre; Mithra, bir bakireden veya bir kaya, ağaç ya da yumurtadan çıkan bir tanrı olup, ışığın tanrısı ile karanlığın tanrısının aracısı idi. Bir boğa olan ilk doğan canlıyı kurban etmiş ve hayvanın kanından bütün canlı yaratıklar meydana gelmişti. İnsanlığın kurtuluşu da boğa kurban edilmesi ile mümkün olabilecekti. İnsanlığı kötülüğe karşı savunan Mithras, İlyas’ın ateşten arabasından pek farklı olmayan dört atlı bir güneş arabası ile göğe yükselmiş,

 “Yenilmez Güneş Tanrısı Mithras” sıfatını alarak Güneş ile birleşmişti157. Bu kült daha sonra MS II. ve III. yüzyıllarda özellikle Roma askerleri arasında çok yaygınlaşacaktır.

Anahita Tapınakları’nın ilk kadınları Ermenistan’da bulunan Anaitis Tapınağı ile Korent’te bulunan Aphrodite Tapınaklarında bulunan kölelerdi. Babilli kadınlar yılda bir kez Anahita’nın Militta Tapınağında hizmet ediyorlardı. Hatta Küçük Asya’nın öteki halkları, kendi kızlarını evlilik öncesinde aynı hizmete Anahitis Tapınağına gönderiyorlardı. Bir dini eylem olarak kabul edilen bu hizmet, Aşk Tanrıçasının Tapınağında gerçekleştiriyordu ve elde edilen para, önceleri tapınak hazinesine aktarılıyordu. Önceleri kadınların tamamı için zorunlu olan bu hizmet, süreç içerisinde sadece rahibeler tarafından uygulanır olmaya başlandı. Strabon, tanrıça MA’nın Pontus’da ve Kappadokia Tapınak merkezlerindeki hizmet kültürü devam ettiğini anlatmaktadır158. Bu şekilde tanrıça Ma’nın, aşkın ve cinselliğin tanrıçası da olduğu vurgulanmış oluyor.

Bulunan bazı kitâbelere göre, tapınağa borçlanan bir kişi, borçları karşılığında öz kızını tapınağa getirerek tanrıça adına hizmet yapması için bırakmakta hatta bu kurala uymayan kişiler ceza olarak tanrıça Ma’ya dokuz adet bakire genç kız ve dokuz adet de güzel genç erkek vermek zorundaydılar. Bu türlü hizmet gelirleri ile çevre arazilerin işlenerek işletilmesinden elde edilen gelirler, Tapınak devletinin başlıca kaynakları olup, bu devleti cazip bir zenginliğe ulaştırıyordu

Anahita; bol sulu ve berrak olan yeryüzündeki bütün ırmakların ve üretkenliklerin tamamının kaynağı, annelerin memelerinde bulunan sütlerin temizleyicisi, güç, parlaklık, duruluk ve arılığın simgesi, selvi boylu, olağanüstü güzelliği bulunan, özgür ve başında yıldızlarla donatılmış altın taç, bedeninde altın elbiseler ve altından çok değerli gerdanlıklarla bezenmiş bir tanrıça şeklinde nitelenir

Anahita; ateş, su, hava ve toprak olmak üzere dört temel anasır içindeki suyu koruyan ve ondan sorumlu olan meleğin adıdır. “Suyu bol ve temiz nehir”, “gür ve duru su” anlamlarını taşımaktadır. Zerdüştçülüğün kutsal kitabı Avestâ’da belirtildiği üzere bu su; cennet suları arasında yer almakta,
dünyada bulunan bütün suların büyüklüğünde olup suladığı yedi ülkenin topraklarına can vermekte ve Ferâhkert Denizi’ne dökülmektedir.

 Ahemenişler Hanedanı’ndan Pers Kralı II. Artakserkes’in; Sus’ta, günümüzdeki adı Hemedan olan Akbatana’da ve Babil’de birçok tapınak inşa ettirdiği Zerdüştilere göre de Anahita veya eski İranlılar tarafından tapılan, güçlü Tanrıça Anaitis, akarsuların büyük tanrıçasıdır. Öyleki öteki başka bazı eski kavimlerin, sulardan sorumlu tanrıçaları, ya Anahita ile açıklanmışlar ya da Anahita ile öteki kavimlerin sulardan sorumlu tanrıçaları arasında bir benzerlik kurulmaya çalışılmıştır. Mesela; Parthiya Seferi’ne çıkan Romalı askerler tarafından çalınan som altından yapılma TanrıçaAnaitis Xera heykeli, Anahita’nın bir benzeridir

Hellenistik dönemde Kappadokia’da güçlü dinî ritüellerin yaşandığı ve varlığını bildiğimiz üç “Tapınak Devleti” bulunmakta idi. Bunlar: 1-Anaitis, Omanus ve Anadatus’a adanmış Zela, 2-Men’e adanmış Kabeira, 3-Ma’ya adanmış Komana’dır. Komana aynı zamanda rahipler tarafından yönetilen bir polis yani şehir merkezidir. Yönetici rahip, kral tarafından seçiliyor ve kraldan sonra en yetkili konuma sahip oluyordu. Komana Tapınak Devleti’nde çevredeki birçok verimli toprak rahipler ve çalışanlar tarafından işleniyordu. Tapınağın bu ve diğer gelirleri; yılda iki kere düzenlenen dinî ayinlere gelmiş olan konukların çılgın şenliklerinde bıraktıkları büyük meblağlarla sağlanıyordu.

 Komana’da bulunan kutsal merkez, tanrıça Ma’ya adanmıştır. Ma’nın kelime anlamı anne olmasına rağmen, özellikleri onu savaşçı bir tanrıça olarak ön plana çıkarır. Sıfatları arasında aniketos yani “yenilmez”, ve nikephoros yani “zafer getiren” bulunur ki Ma tanrıçası, Hellen Tanrıçası Nike ile aynı özellikleri taşımaktadır. Sikkeler üzerindeki tasvirlerinde de bu özellikleriyle yer almıştır. Strabon Ma’yı Enyo ile Plutarkos ise Semele ve Athena ile bağdaştırır. Başka bir ifade ileRomalıların zafer tanrıçası ve Reyna’nın annesi ve Ares’in kızı olan Enyo veya Bellona, MÖ I. yüzyılda, yine Anadolu’nun kent ve ana tanrıçası Ma ile eş tutulmuştur. Simgesi; miğfer, kılıç, mızrak ve meşaledir. Buradaki ana tanrıça tapınağı, yüzyıllardan beri kraliyet derecesinde saygı görmüştür ve Kappadokialılar ve Romalılar ana tanrıçayı savaş tanrıçası Bellona olarak adlandırıp, savaşlardan önce adaklar adayıp kurbanlar kesiyorlardı.

Bellona, Mars’ın savaşçı kimliğinden dolayı Mars’la da bağdaştırılmış, bazen de Mars’ın eşi ya da kızı olarak da gösterilmiştir.
 Roma generali Sulla, Anadolu’da tanrıça Bellona kültünü benimseyerek ona şükranlarını sunmak için onun adına Roma’da bir tapınak yapılmasına nezaret etmişti. Bellona’nın onuruna dinî ayinleri uygulamaları için Anadolu’dan rahip ve rahibeler getirtti. Siyahlar giyinmiş bu kutsal kişiler, ayinlerde tanrıçanın ilhamı olarak elbiselerini parçalarlar, iki başlı baltalarla bedenlerinde derin yaralar açarlar ve kendi kanlarını etraftaki izleyicilerin üzerine sıçratır ve sürerlerdi.

Komana tapınak devleti, Hellenistik Dönem’de sahip olduğu yarı özerk statüyü Roma Dönemi’nde de sürdürmüş olduğu düşünülebilir. Romalılar, Ma’yı Bellona ve daha sonra Virtus ile bağdaştırmış, özellikle de kültün egzotik özelliklerini (trans hali, kehanet vb.) çekici bulmuşlardır.

Karadeniz Bölgesi’nin iç kesimlerinde, günümüz Tokat sınırları içerisinde, Hellenistik Dönem’de faaliyet gösteren iki adet tapınak devletinden daha büyük olanı, Pontus Komanası, Ana Tanrıça Ma’ya ithafen yapılmış, Kappadokia tipi bir mabetti. Komana Tapınak Devletleri aynı zamanda polis (şehir) statüsünde bulunmakta ve yıl boyunca çevreden gelen ziyaretçiler tarafından bir ticaret merkezi olarak da kullanılmakta idi. Pontus Krallığı çöktükten ve VI. Mitradates kaçtıktan sonra Komana Tapınak Devleti bir prenslik haline gelmiş ve buranın yönetimi Pompey tarafından MÖ I. yüzyılın ortalarında Archelaus’a devredilmiştir. Archelaus, MÖ 47 yılında Caesar tarafından görevden alındıktan sonra oğlu bu göreve getirilmiştir. Kappadokia kökenli, Bitinyalı Lykomedes Archelaus’un oğlundan prensliği devralmış, Augustus tarafından göreve getirilen Medeius, Cleon, Dyteutus sırayla Komana’da görev yapmıştır. Dyteutus’un ölümü ile Komana Pontus Galaticus Bölgesi’ne dâhil edilmiştir. Bu zamana kadar rahipler önemli ölçüde güçlerini yitirmiş ancak tapınak işlevine devam etmiştir. Tiberius Dönemi’nde (MS 582-602) kent imparatorluk alanına katılmıştır. Bölge Pontus Kralları Dönemi ile İmparator Tiberius idaresini kapsayan dönem arasında, bir süre de ager publicus (devlet arazisi) statüsünde bulunmuştur

Yerli ana tanrıça Ma, Kappadokia Panteonu’nda ilk sırayı alır. Bu bereket tanrıçasının bir görevi de ormanlardaki vahşi hayvanların sahibi olmasıdır. Bu sebeple avcılar ona dişi geyik kurban ederler ki bu kutsal sahne ilk dönem Kappadokia sikkelerine de yansımıştır.

 Ma’nın en eski ve en değerli tapınağı güneyde bulunan Komana’da iken zamanla kuzeydeki Komana Pontika ön plana çıkmıştır. Her iki Komana’da da büyük rahip, kral soyundan ve krallığın ikinci şahsiyeti sayılmakta şehirlerin çevresindeki kutsal topraklar da kendisine tabi bulunmaktadır159.

Strabon’un bildirdiklerinden Pontus Bölgesi’ndeki Komana Tapınak Devleti ile Kappadokia Komanası’ndaki seremonilerin, eğlencelerin ve rahiplerin sosyal statüsünün birbiri ile aynı olduğu anlaşılmaktadır. Strabon, Pontus Komanası’ndaki bir takım kültsel geleneklerden bahseder. Yılda iki defa tanrıçanın kült heykeli tapınaktan dışarı çıkartılır. Tapınak başrahibi bu süre içerisinde kraldan sonra gelen toplumsal poziyonunu vugulamak amacıyla yönetici tacı taşır. Seremoni ve kutlamaların Kappadokia Komana’sı ile aynı stilde icra edildiği özellikle vurgulanır. Tanrıçanın dışarı çıkartılma döneminde her bölgeden gelen kadın ve erkeklerin katıldığı oldukça aşırılıkların yaşandığı büyük bir şenlik yapılır. Strabon’un bahsettiği tapınak kuralları ve geleneklerinden belkide en önemlisi onun döneminde domuz eti tüketiminin hem kutsal alanda hem de Ma’nın bulunduğu şehirde yasak olmasıdır.

Kappadokia’da bulunan Komana, süreç içerisinde önce Hierapolis, ardından da Sardis (Cataonia), Pontus’ta yer alan Komana da Pontica (HieroCaesarea) adlarıyla anılmaya başlandılar. Kappadokia Komanası’nın günümüzdeki yeri Şar Köyü olup, Pontus’ta bulunan Komana’nın Zile (Zela) ile Niksar arasında yer alan Gümenek olduğu tahmin edilmektedir

Uzun yüzyıllar boyunca Pers hâkimiyeti altında kalan Kappadokia halkının Perslerin dinî inanışlarından da etkilenmiş olmaları sosyolojik bir gerçektir. O halde Pers halkının konumuz olan antik dönemdeki dinî inanışları nasıldı? Bu sorunun cevabına maalesef çok kısıtlı kaynakta cevap bulabiliyoruz. O döneme ait bazı bilgileri Eski Hellen kaynaklarından öğrenmekteyiz. Oysa bu kaynaklar Pers dinî kültürünü kendi anlayışlarına göre yorumlayarak aktarıyorlardı. Meselâ Perslerin büyük tanrısı “Ahura Mazda’yı” bile Grek tanrısı “Zeus” adıyla anıyorlardı.

Ancak Kyrus’un kurduğu ve Darius I’in birçok kavmi egemenliği altına alarak genişlettiği Pers İmparatorluğu, kendi içindeki unsurların dinî inanışlarını etkilemekle beraber inanışlar arasında çok farklılıklar olduğu da bir gerçektir. Persler açısından da, devletin aşırı genişlemesi manevi ufkun genişlemesi sonucunu getirmiş, Pers dininin temeli olan “Zerdüşt” inancına birçok yeni ritüel katmıştır

Devletin Mazdeizm denilen bu resmî din anlayışında, Ahura Mazda yeri göğü yaratan en büyük tanrı olarak görülüyordu. Bu inanışta tapınak kültü olmamakla beraber büyük şehirlerin önemli yerlerinde ve özellikle de yüksek dağ başlarında kurdukları sunaklarda tanrılarına öküz, at ve diğer hayvanları kurban ettikleri anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. İsa’dan sonraki ilk yüzyılın başlarında Kayseri’de darp edilen son Kral Archelaus’un sikkelerinde ve ondan sonraki yine burada basılan Roma eyalet sikkelerinde Argeios (Erciyes) önemli bir kült merkezi olarak yerini almış ve bu sikkelerin hemen hepsinde bir sunak ve ayin merkezi olduğu anlaşılan zirvesindeki mağara özellikle belirtilmiştir.

Mazdeizm’de baş tanrı Ahura Mazda krallık sanatkârları tarafından, insan şeklinde, Ahamaniş kralları gibi giyinmiş, bol saçlı ve sakallı, başı taçlı ve sırtı kanatlı olarak tasvir ediliyordu. Ahura Mazda’dan başka genç tanrı Mitra, Asyanik, Amasa, Spanta ve Tanrıça Anahita’nın adları da Bisitun kitabelerinde geçmektedir.

 Bunlardan Mitra160, Ahamanişler tarafından güneş, ışık ve zafer tanrısı olarak kutsanmaktaydı. Geniş yaylaların da tanrısı olan Mitra’nın on bin gözü, bin kulağı ve bin duyusu vardır. Mitra kültünde tapınak olarak


MİTRA DİNİ/ KÜLTÜ: Zerdüşt dini öncesi İran’ın güneş, adalet ve savaş tanrısı MİTRA (Mithra, Mithras) idi. MİTRA Kültü, M.Ö. 1400 yıllarına dayanır. Mitra tapınakları ‘mithraeum’, Mitra mağarada doğduğu için, yeraltındaki kayalıklarda bulunan mağaralarda olurdu. Mağaralarda mutlaka kuyu bulunurdu. MİTRA Kültü (Güneş Tanrısı) Hindistan’dan İran’a, oradan da batıya doğru yayıldı. MİTRA Kültü, M.Ö. 330’larda Perslerin Makedonların Kralı Büyük İskender’e yenilmesiyle Yunanistan, Makedonya ve Roma’ya geçti. Çok tanrılı bir din anlayışından gelen Romalılar, tabiat kuvvetlerinin birer tanrı olduğuna, tabiatta ve hayatta olan her şeyin tanrısal iradeye bağlı olduğuna inanıyorlardı. Roma İmparatorluğu’nda puta tapıcılık (paganizm) resmî dindi. Tanrılar adına yapılmış özel tapınaklar vardı. MİTRA Kültü’nün Yunanistan ve Makedonya üzerinden Batı’ya yayılmasıyla MİTRA, Roma’da Işık Tanrısı Helios ile ilişkilendirildi. M.S. 136’dan itibaren, MİTRA Kültü’ne, Roma dünyasının kabul edebileceği bir biçim kazandırıldı. M.S. II. yüzyıldan sonra Roma askerleri giderek daha fazla Mitra kültünü benimsediler. Bu inanç o kadar popüler oldu ki, Romalılar haftanın bir gününü Mitra onuruna “SUNDAY” (Sun=güneş, day=gün) olarak adlandırdılar. Mitra ayinleri zamanla Dionysos- Sabazius gizemlerinin yerini alırken, Mitra mağaraları eski tanrıların yer altı tapınaklarının yerine geçti. Mitracılar, kurtarıcılarının göklerden yere indiğine, 12 yandaşı ile son yemeği paylaştığına, öldükten sonra yeniden canlandığına inanırlardı. Mitra rahipleri uzun giysi giyerler, çoban değneği taşırlardı. (Hıristiyan din adamları da daha sonraları aynı inanışları Hristiyanlığın ana ilkeleri haline getirdiler.) Mitracılar, güneş tanrısının yükselişini anmak için, “Mizd” adı verilen üzeri “Mithra Haçı” kabartmalı, güneş biçiminde çörek yerlerdi. (Hıristiyanlar bu âdeti de benimsediler.) İmparatorluk döneminin sonlarına doğru “GÜNEŞ Kültü” gelişti, “Sol Invictus” (Fethedilememiş/ Mağlup edilemeyen Güneş ) öne çıkmaya başladı. Roma İmparatoru Aurelianus (270- 275), Sol Invictus ( Fethedilmemiş/ Mağlup Edilemeyen Güneş ) Kültü’ nü Roma İmparatorluğu’ nun resmî dini olarak kabul etti; Roma’da, Champ de Mars’ da, güneşi sembolize etmek üzere büyük bir anıt yaptırdı. Başlarına güneşi simgeleyen taç takan Roma İmparatorları, güneş tanrısının yeryüzündeki temsilcisi ve bedenleşmiş hali olarak kabul ediliyorlardı. Mitraizm ve Sol Invictus (Güneş Kültü) inancı hızla gerilerken, Hıristiyanlık/ Yeni Din, Roma İmparatorluğu’nun kurumsal çerçevesi içinde gelişecek yeni bir uygarlığın ideolojik ve kültürel temeline dönüştü. İmparator Teodosius I (379- 395), Hıristiyanlığı imparatorluğun resmî dini olarak kabul ettirdi. Teodosius, ayrıca, Roma’daki Vesta Tapınağı’nda Roma’nın kuruluşundan beri rahibelerce yakılan kutsal ateşi söndürttü. Böylece, GÜNEŞ Kültü sona erdi. Ancak, bu kült, Hıristiyanlık içinde varlığını sürdürmeye devam etti.


Mithraeum denilen doğal ya da mağara biçiminde oluşturulan tapınaklar kullanılmakta idi161. Buna örnek olarak Kayseri’nin Yahyalı ilçesinin eski adı Farasa olan Çamlıca köyünde bulunan ve birkaç basamakla inilen mağara gösterilmektedir. Adı geçen mağarada Farasa Kitabesi olarak bilinen bazı yazılar bulunmuştur. Aramice ve Grekçe yazılan bu metin; “Magaphernos’un oğlu Ariaramneia162 kentinin strategosu (yöneticisi veya ordu lideri) Sagarios, Mitra için mazdaist ayin yaptı.” olarak çevrilmiştir163. Caesarea paralarının arka yüzlerindeki Argaios’un zirvesinde gösterilen ay ve yıldız motifleri ile kutsal mağaranın Mitra’yı mı temsil ettiği ya da Zeus veya Ahura Mazda’yı mı sembolize ettiğini tartışmak gerekir.

 Anahita da Kalde astrolojisinden alınarak Pers tanrıları arasına girmiştir. Göklerin en yüce katında ikamet eden ve iyilikçi tanrı Ahura Mazda tarafından verilen emirle göklerden, bulutların üstünden yağmur, kar ve dolu gönderen Anahita’nın bulut, yağmur, kar ve dolu adlarındaki dört beyaz at tarafından çekilen bir arabası vardır. Her gölün, her ırmağın ve her denizin kıyısında yüz pencereden ve bin sütundan oluşan son derece güzel döşenmiş çok süslü bir evi bulunmaktadır.
Bilhassa bu son iki tanrının Pers dinine girmesi ile tek güçlü Ahura Mazda yerine yanında en az iki veya daha çok tanrılar grubuna inanılmaya başlanılmıştır

Ahameniş kralları ülke içinde gençlerin yetiştirilmesinde üç temel kural uygulamakta idiler:

1. İyi ata binmek.

2. İyi ok atmak.

3. Asla yalan söylememek.
Bu prensiplerden bilhassa üçüncü maddedeki “Asla yalan söylememek” kuralı Zerdüşt dininin de ana prensibi idi. Nitekim Darius I’in mezarı üzerindeki uzun kitabede şu ifadeler yer almaktadır:

“Adaleti sevdim, yalanı sevmedim. Arzu ve iradem; yetime ve dula karşı hiçbir surette adaletsizlik yapılmaması olmuştur. Yalancıyı şiddetle cezalandırdım. Fakat tarlasını süreni de mükâfatlandırdım.”

Darius I’in bu ifadeleri tanrı Ahura Mazda’nın krallardan istediği şeylerdi. Ahura Mazda ayrıca krallardan “İşte, sözde, düşünce ve tasavvurda dürüst olmalarını, doğruluktan ayrılmamalarını, hayatlarını kutsallaştırmalarını, kibir etmemelerini ve vazifelerini hakkıyla yapmalarını” istemekteydi. Darius’tan daha sonraki yüzyıllarda kurulan Roma Devleti’nde Roma imparatorlarının kendilerini tanrı ilan ederek kutsallaştırmaları ve Romalı olmayan halka karşı yaptıkları adaletsizlikler ve zulümleri ile tamamen entrika üzerine kurulan Roma yönetiminin nasıl yalan ve ahlaksızlık üzerine kurulduğunu hatırlayarak Roma’dan yüzyıllar önce kurulmuş olan Perslerin bu prensipleri sayesinde nasıl çok geniş bir coğrafyaya yayıldıkları anlaşılmaktadır.

Pers halkı; gök olarak ifade edilen kâinatı yaratanın tanrı Ahura Mazda olduğunu kabul ediyordu. Bunun yanında ışık, ateş, su, toprak ve rüzgâra tapıyorlardı. Bunlara ibadet olarak kurban kesiyorlardı. Anlaşıldığı kadarı ile Pers tanrıları genellikle doğal güçleri temsil ediyorlardı. Yukarda bahsedildiği üzere Ahura Mazda gökyüzü tanrısı idi. Buna karşılık Ahriman karanlığın, Vayu hava ve rüzgârın, Tishtrya yağmurun tanrısı idi. Rapithvin isimli tanrı ise öğle sıcaklığı ile yaz aylarına hükmederdi.

Perslerde tapınak olmadığından kurbanlarını tanrıya yakın olduğuna inanılan yüksek dağ başlarında keserlerdi. Kurbanlarının makbul olması için rahibin huzuru şarttı. Rahip başı mersin yaprakları ile süslenmiş hayvanı dağ başında temiz bir yere götürür kralın ve bütün Perslerin mutluluğu için dua eder (Kendi şahsı için dua yasaktı.), ayini yöneten Maglar ellerinde “barsman” denilen kutsallar dallardan bir demet tutarak, dualar ve şarkılar okuyarak ibadete katılırlardı. Kültün kendisi de bir sunağın üzerinde temiz tutulmuş odunların cayır cayır yanması idi. Odunun safiyetini bozmamak için insan nefesinin bile değmemesi gerekiyordu. Bu sebepten ateşe yaklaşan rahiplerin ağızları “paitidama” denilen bir bezle örtülü oluyordu. Tören muhtemelen kurban kesilerek sona eriyordu164

Havyan parçaları kaynatılarak pişirilir ve çevrede bulunan otlar veya yonca üzerine serilirdi. O esnada Mag (Muğ) denilen rahip mukaddes dualar okurdu. Böylece tanrıları kurbandan haberdar etmiş olurdu. Bu törenden sonra kurban sahibi etleri evine götürür ve istediği gibi kullanırdı. Kurbanın ruhu tanrıya ait olduğundan ayrıca tanrıya et ayrılmazdı. Manyas Gölü civarındaki Ergili köyünde bulunan bir kabartmada bu tören aynen resmedilmiştir.

Bu ayine bir örnek de Pontus Kralı Mithridates’in Romalı Murena’ya karşı kazandığı büyük zaferi kutlamasıdır. Appianos, Mithridates’in ataları Kyros ve Dareios kadim geleneklerine göre icra ettiği bir töreni anlatmıştır: Bunu çocukken Sinope’de, babasının yanında öğrenen Mithridates ve maiyetindekiler Büyük Evliya Dağı’na Savaşçı Zeus kutsal alanına tırmandılar. Arkeologlar yerel Anadolu ve İran etkili ateş tapımına hizmet etmiş bu önemli alanda birçok yazıt keşfetmiştir. Bu ve Kappadokia’daki birçok benzer kutsal alanda “ateş bekçileri” denen Zerdüşt rahipler sunaktaki ebedî ateşin muhafızlığını yapıyorlardı. Başlarına uzun keçe sarıklar geçirmiş Mithridates’in magusları, büyülü sözler mırıldanarak ve barsomlarını (mersin ağacından asa) sallayarak ateşe, toprağa, rüzgâr ve suya beyaz hayvanlar kurban ettiler. Ardından kadim Pers âdetini izleyen baş magus Mithridates kütükleri tepeye bizzat sürükleyerek büyük bir odun yığını yaptı. Sunağın etrafına kütüklerden ve dallardan kazık ayakları yerleştirdi; sonra da rahipler için et ve ekmek ziyafeti hazırladı
Kral gümüş yıldızlarla süslü erguvani bir başlık ve erguvani kraliyet kaftanının üzerine bembeyaz bir magus pelerini geçirmişti. Süt, bal, şarap ve zeytinyağından oluşan kutsal sıvı sunusu yapmak için odun yığınını tepesine çıktı. Sunuların üzerine güzel kokulu günlük ve mür atan Mithridates, tanrılara kalpten bir dua etti. Duasını hiçbir kaynak kaydetmemiştir fakat muhtemelen Ksenophon tarafından aktarılan Kyros’un duasına benziyordu. “Ey kadim Zeus, Helios ve bütün tanrılar! Şanlı başarılarıma yardım ettiğiniz için bu sunuları şükranımın nişaneleri olarak kabul edin.”Kral aşağı indikten sonra maguslar yüksek odun yığınının dibine diz çöktüler ve nefesleriyle kutsal alevleri kirletmemek için defne yapraklarıyla yelleyerek ateşi canlandırdılar165.

Dinî merasimleri yöneten Maglar (Muğlar) daima başka bir Mag’ın soyundan gelir ve dinî gelenekleri iyi bilirlerdi. Ancak bu Magların (Muğ) zaman zaman siyasete müdahil olmaları Ahamanişleri rahatsız etmiş ve bu dinî grubun yetkilerini kısıtlayarak siyasetten uzak tutmaya çalışmışlardır.


Ölü gömme törenlerinde ise ceset dağ başlarına bırakılırdı. Cesetin etleri kurtlar kuşlar tarafından yenildikten sonra kalan iskeletlerin üzerleri sıvanarak topraktan izole edilir ve gömülürdü.


Mitra kültü, eski Ari’lerin Ahura-Mazda inançlarından kaynaklanarak yaklaşık olarak MÖ XV. yüzyılda eski İran’da ortaya çıkmıştır. Mitra’cılık Pers ordularının fetihleri ile yayıldı. Pers orduları Suriye, Kalde ve Küçük Asya’ya doğru genişledikçe Mitra’nın da ünü ve etki alanı da genişliyordu. Darius’un ölümünden sonra Hellen kültürünün rekabetine rağmen bu inanış halk içinde yaşamaya devam etti.
“Mihr” Mitra’nın Farsça karşılığı olup “güneş” anlamından başka “dost ve arkadaş” anlamları da taşır. Bu pagan tanrıya hem güneş ve hem de sevgi tanrısı olarak tapılıyordu. Yani bir yandan Helios ile diğer taraftan da Apollon ve Hermes’e benziyordu. Ancak MÖ III. yüzyıl başlarına gelindiğinde kültür ve dinî inanışlar bakımından Pers etkisindeki Kappadokia ve çevresindeki ülkelerde artık Mitra sevgi ve güneş tanrısı olmaktan çıkıp, gücün dostu, askerlerin yenilmez tanrısı haline gelmişti.

Mitra inanışından daha da önemli olarak Antik Çağ’da ateş kültü, Darius I zamanından itibaren bütün Kappadokia hatta Pontus ve Armenia halklarının tamamının benimsendiği bir temel inanıştı. Özellikle de Kappadokia’da Argeios (Erciyes) gibi volkanik dağlar ve çevreleri bu inanışın temel merkezleri konumundaydı.

Argaios’un ihtişamından dolayı ilk çağlardan beri tapınım görmüş ve İS IV. yüzyıla kadar kült kimliğini muhafaza etmiştir. Argaios ile ilgili en erken arkeolojik veri, İÖ XVI. yüzyıl sonlarına tarihlenen ve Hattuşa’nın iki km kuzeydoğusunda yer alan Yazılıkaya’da bulunur. Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’nın Büyük Galeri’sinde bulunan kabartmalarda, doğuve batı duvarlarının birleştiği noktada hava tanrısı Teşup, dağ tanrıları Hazzi ve Namni tasvir edilmektedir. Bu dağ tanrılardan Namni’nin çoğunlukla Argaios olduğu kabul edilir. O dönemlerden itibaren, Kappadokia’nın başlıca yerli kültü olan Argaios’un Hurri dilindeki adı Namni’dir. Bir diğer görüş, bu dağ için Yunanca’da beyaz anlamına gelen Argόs’un kullanılmasından dolayı Hititlerdeki adının Hargas olduğudur. Çünkü Yunanca beyaz- Argόs kelimesi Hitit çivi yazısındaki beyaz, parlak anlamına anlamına gelen harki veya harkis ile benzeşmektedir. Böylece Hititlerdeki Hargas ile Argaios’un aynı dağ olduğu sonucuna varılır

Argaios kelimesi ile ilgili İÖ VIII. yüzyıla tarihlendirilen epigrafik verilerde ise bu dağ, Harhara olarak geçer. Erciyes’e çıkan yol üstündeki Tekirderbent köyünde bulunan yazıtta, Hitit hiyeroglifi ile “Tanrı Dağ Harhara” yazılıdır. Bunun dışında Kayseri’nin Melikgazi ilçesinin bir kasabası olan Hisarcık’ta bulunan iki kitabe de Harhara ile ilgilidir. Hisarcık köyünün yakınındaki Toptepesi’nde bulunan Luvice yazıtlardan ilki, Harhara Dağı’na yapılan bir sunudan; bazalt kaya yüzeyi üzerindeki diğer kitabe, Harhara Dağı’na adanan ceylanlardan bahseder. Bu yazıtlar ise İÖ VIII. yüzyıl sonuna tarihlendirilir.

 Arkeolojik ve epigrafik veriler böylece, Erciyes’in Hurri dilinde Namni ile Hititlerde Hargas ismi ve İÖ VIII. yüzyılda Harhara adıyla dağ tanrı olarak tapınım gördüğünü ortaya koyar. Kültün verilerinin İS IV. yüzyıla kadar uzandığı düşünüldüğünde Argaios’un, Anadolu’daki en erken ve uzun süreli dağ kültlerinden birini oluşturduğu açıkça görülür. Dağ tanrı olarak Argaios kültünün en önemli kanıtı ise Caesarea sikkeleridir. İlk defa Arkhelaus zamanı sikkelerinin arka yüzünde tasvir edilmeye başlanır.

Erken örneklerde Argaios betimi tek başına, zirvesinde kartal ile ya da dört sütunlu tapınak ile beraber yer alır. Tiberius ve Claudius zamanına ait kısıtlı örnekler dışında Nero zamanına kadar Argaios betimli sikke bulunmaz. Nero Dönemi’nden sonra ise tek başına yapılan Argaios tasviri, Faustina, Lucilla, I. Maaesa, I. Mamea dönemleri dışında tekrarlanır. Ancak Nero’dan sonra tüm dönemlerde Argaios, birçok farklı simge ile sikkeler üzerinde betimlenmiştir. Kartal motifi ise Arkhelaus, Commodus, Marcus Aurelius, Severus Alexander ve III. Gordianus Dönemi sikkelerinde görülür. Titus ve daha sonra Domitianus ile birlikte ilk defa görülen motif, Argaios zirvesindeki çelenktir. Çelenk, Hadrianus, Antoninus Pius, Lucius Verus, Septimus Severus, Macrinus, Elagabalus, Severus Alexander, III. Gordianus Dönemi sikkelerinde de görülür. Traianus Dönemi Caesarea sikkelerinde ilk olarak, Argaios zirvesinde, zirvenin her iki yanında birer figür bulunur. Traianus zamanından itibaren sikkelerin arka yüzünde Argaios ile beraber altarın olduğu örnekler yapılır. Daha sonraki dönemlerde devam eden bu sikkelerde girland ve/veya kartal motifleri de vardır. Bu sikkeler Tranquillina Dönemi’ne (III. Gordianus) kadar devam eder. Hadrianus Dönemi’nde ise alışılmışın dışına çıkan motif, Argaios’un zirvesindeki tek veya üç yıldızdır. Hadrianus’tan sonra Faustina J., Lucilla, I. Paula, I. Maesa, I. Maamea ve Tranquillina (II. Gordianus) dönemleri dışında tek yıldız ya da üçlü yıldız grubu örnekleri sikkelerde yer alır. Argaios ile beraber tasvir edilen iki ya da dört sütunlu tapınak betimlerinin yer aldığı sikkeler ise ilk defa Roma İmparatorluk Dönemi’nden önceye, Arkhelaus’un krallığı zamanına aittir. Bazı dönemler dışında iki sütunlu tapınak örnekleri I. Mamea, dört sütunlu tapınak örnekleri ise I. Paula zamanına kadar sikkelerde yer alır. Septimus Severus Dönemi’nde Argaios zirvesinde (üçü sağda olmak üzere) dört figür vardır. Bu tasvirin bir başka örneği Iulia Domna ve Caracalla zamanındaki sikkelerde karşımıza çıkar. Argaios zirvesinde üç figürlü örnekler ise ilk olarak Elagabalus sikkelerinde bulunur. Bunlar, zirvede yan yana üç figür ya da, biri zirvede ikisi her iki yanda olmak üzere tasvir edilmişlerdir. Iulia Maesa Dönemi’nde ise aynı betimin tekrarlandığı görülür. Arkhelaus Dönemi’nden itibaren sikkeler üzerinde çok sayıda farklı simge ve betimler ile ortaya çıkan dağ tanrı Argaios, bölgenin sinkretik yapısının numizmatik kanıtını oluşturur. Epigrafik verilerin sınırlı oluşuna rağmen bu sikkeler üzerindeki doğulu, batılı ve yerli özellikler Kappadokia’daki kült çeşitliliğini ve inancın biçimlenişini göstermesi bakımında önemlidir. Kappadokia’da Zeus Argaios Kültü Caesarea sikkelerinin de açıkça gösterdiği üzere Argaios bölgenin dağ tanrısı ve başlıca kültüdür. Bu inanca antik dönem yazarları da tanıklık etmiştir. İS II. yüzyıl yazarı Maximum Tyrius, “Bir dağ, Kappadokialılar için tanrı, yemin ve heykeldir (…)” diyerek Argaios’un çok yönlü tapınımına işaret eder. İS III. yüzyıl yazarı Solinus ise Kappadokia halkının tanrının Argaios’ta oturduğuna inandığını yazar. Sikkelerin verdiği bilgilerin yanısıra, her iki yazarın aktarımları, Argaios’un tek başına tapınımına değil, kendisi ile beraber bir başka tanrıya (ya da tanrılara) işaret etmektedir. Bu dağ kültünün gösterdiği sinkretik yapı içerisinde baş tanrı Zeus da tartışmalı bir durum ile olsa da yerini almıştır168

Kappadokia bölgesinde Pers Dönemi’nden başlayarak ve Roma Dönemi’ni de içine alarak devam eden en önemli inanış muhakkak ki Argeios (Erciyes) kültüdür. Solinus’un Kappadokia halkının tanrının Argeios’ta oturduğunu belirtmesi ve sikkeler üzerinde resmedilen Erciyes’in üzerinde tanrı Zeus’u temsil eden kartal, ay ve yıldız sembollerinin yer alması169 bu bilginin en önemli kanıtlarıdır

Erciyes çok uzak çevrelerden görülebildiği için adeta ülkenin en kutsal simgesi olmuştur. Bu dağı tanrı veya tanrıların mekânı olarak gördükleri için sikkelerinde veya dağın üzerinde başta Zeus olmak üzere çeşitli tanrıların heykellerini yaparak kutsiyetini göstermişlerdir

Zirvesinde başından ışınlar saçan Zeus olan bir tartı ile yine zirvesinde kartal olarak tasvir edilmiş Zeusolan Erciyes Heykeli Argaios’un kuzeyindeki ovanın devamlı olarak metangazı yanmalarına sahne olmasının yanında eski bir tanrı merkezi sayılan Argaios Dağı’nın bu bölgeyi İran ateş kültüne açmış olması düşünülmektedir. Persler kurban kesme ayinlerini en yüksek tanrılık makamı olarak gördükleri Argaios Dağı’nın zirvesinde yapıyorlardı. Bütün semaya da zaten “Asvan” (Zeus) diyorlardı.

İran’da bu kültün Arilerden önce de kutsal sayılan eski dağlara yerleşmiş olduğu sanılır. Argaios Dağı’nın yazılı metinlerde tanrı merkezi olarak tarif edilmesi, sikke resimlerinde dağın çeşitli şekillerde yer alması, hatta heykellerinin yapılması, bu dağın bölgenin en önemli dinî merkezi olduğunun delilidir. Ancak bu sikkeler, Kappadokia Krallığı’nın tamamen Hellenleştiği son kral Arechelaos’tan itibaren görülmektedir. Oysa bu kültün varlığı yukarıda açıklandığı gibi çok daha eskidir. Dağla bütünleşmiş olan tanrının zamanla Hellenistik tanrılara benzetilmiş olması da ayrıca mümkündür.

O dönemde adına Ariadne170denilen Erciyes Dağı’nın eteğine Orophernes’ten önce yapıldığı tahmin edilen iki veya dört sütunlu bir de Zeus Polioukhos Tapınağı bulunduğu bilinmektedir. Ayrıca Kappadokia paraları üzerinde özellikle IV. Ariarathes’ten itibaren savaş ve barış tanrısı Athena ve zafer tanrısı Nike bol miktarda kullanılmıştır.

Çevrede bulunan çok miktardaki tapınakta bir sunak üzerinde devamlı ateş yakılıyor, rahipler ağıtlar söylüyorlar, ellerinde kutsal bir çubuk demeti tutuyorlar ve ateşe insan soluğu değmemesi için ağzı kapatan tiara (başlık) diyorlardı. İbadete gelen insanlara sarhoş edici kutsal bir içki sunuyorlardı. Ateş tapınaklarına “pyraiteia” rahiplere de “pyraitoi” denilmekteydi. Bu tapınaklarda belli aralıklarla topuz ile öldürülen hayvanlar kurban ediliyordu1

Anadolu ve Yakın Doğu’da bulunan; Kappadokia, Pontus, Armenia, Babil, Lydia ve bazı antik kültürlerde Mylitta, Ma, Enyo, Anahit ve Bellona isimli aşk tanrıçalarına adanmış zengin tapınaklar vardı. En ünlüleri Kappadokia ve Pontus Komanası’nda idi. Uçsuz bucaksız kutsal arazileri olan ve binlerce rahip, rahibe ve işçi barındıran bu tapınaklarda genç ve bekâr kadınların evlenmeden önce yabacılarla birlikte olmaları yaygın bir adetti. Kazandıkları gümüş sikkeleri tanrıçalara bağışlıyorlardı172.

 Kappadokialıların ateşperestliği doğrudan Asurlulardan mı aldıkları, yoksa devamlı ve uzun süreli olarak sıkı ilişki içinde bulundukları Perslerden mi etkilendikleri bilinmemektedir. Ancak bilinen şey büyük ilahe (Thea) Anaitis’in ismi, Acemlerin Anahit’i olup, Armenialerin vasıtası ile bunlara geçtiği tahmin edilmektedir.

Kültür ve dinde Pers etkisi her konuda kendini hissettiriyordu. Kappadokialılar çok tanrılı bir dine sahipti. Ay tanrısı (Farnak), Ana Tanrı (Ma), Yer tanrısı, Güneş Tanrısı gibi bilinen ve bugün bilinmeyen pek çok tanrıya inanırlardı. Kappadokia Komanası ve Pontus Komanası (Gömenek) kutsal şehirlerdi. Ana Tanrı Ma Tapınağı Komana’daydı.

O dönemde ateş kültürünün yanında Roma’da görülen imparator kültü henüz Kappadokia’ya girmemişti. Hellen-Roma hâkimiyeti devrinde Kappadokialılar yabancı tanrıların isimlerini alarak kendi ilahlarına verirlerdi. Zoroaster (Zerdüş)173 dinine inanan Persler içinse ateş kutsaldı ve bu sebepten Hasan Dağı ve Erciyes gibi volkanlar onlar için kutsal yerlerdi. Halkın Hellenleşmesi ile ateşpereslik sona ermemiş yine dinî bir ritüel olarak devam edegelmiştir. Strabon kendi zamanlarında (İsa’dan sonra birinci asırda) Kappadokia’nın çeşitli bölgelerinde kurulan daha birçok ateş tapınakları bulunduğunu ve buralarda çok miktarda halkın ibadet ettiğini yazıyor.

Ayrıca Pers inancında çok önemli bir yere sahip olan ay, yıldız veya güneş motifleri ve özellikle Argaios zirvesinde gösterilen bu üç figür Kappadokia’da Roma hâkimiyeti döneminde bile devam edegelmiştir. Mesela; Kappadokia bölgesinde Vanessa’da (Avanos) Hristiyanlık gayet yaygınlaştığı zaman bile Ahura Mazda ve Baalsamin’i temsilen dağ tepesinde Zeus’a tapınılıyordu174

(Heredot’a göre:) “Perslerin göreneklerine gelince, işte bildiklerim şunlardır: Tanrı heykeli, tapınak, sunak yapmak gibi şeyler bilmezler; hatta yapanlara deli derler, bu sanırım, onların tanrılara, Grekler gibi insan biçimi yakıştırmış olmamalarından ileri gelir. Sonradan Arphrodite’ye tapmayı da öğrendiler, bu da onlara Asurlulardan ve Araplardan geçmiştir. Arphrodite’ye Asurlular Mylitta, Araplar Alilat, Persler Mitra derler.

Dinleri Zeus’a kurban kesmeyi gerektirir; kurbanları dağ başlarında keserler ve Zeus dedikleri de tanrısal gök kubbedir. Güneşe, aya, toprağa, ateşe, suya ve rüzgâra da kurban adarlar. Başlangıçtan beri kurban kestikleri tanrılar bunlardır.

Kurban kesmek için sunak yoktur, ateş de yakmazlar. Kurbanın üzerine kutsal su saçmak, flüt, giyim kuşam, arpa tanesi gibi şeyleri bilmezler

Zoroaster / Zerdüşt: MÖ 6. yüzyılda yaşadığı zannedilen eski İran dininin peygamberidir. Zerdüşt’e göre; gerçek dindarlık tapınma ile değil, tabiat ile kaynaşarak ve çalışarak oluşur. Kişinin ruhunu temizlemesi, yalvarıp yakarma ile değil inancını hayatında hissetmesi ve şuurlu bir şekilde benimsemesi ile mümkündür.




Tanrılardan birine bir kurban kesmek isteyen kimse, kurbanı temiz bir yere götürür, başına, genellikle mersin dalından bir taç koyar, kurban hangi tanrı için kesiliyorsa, o tanrının adını anar. Kurban kesenin tanrısal yardımı yalnız kendisi için istemeye hakkı yoktur; bütün Persler için ve özellikle kral için dua eder; bütün Persler için dua ederken kendisi de bunun içindedir. Sonra kurbanı parçalar, etleri pişirtir, yere yumuşak otlar, özellikle yonca serer, etleri bu yaygının üzerine koyar. O, bunları koyunca, yanında ayakta duran bir Mag, tanrıların soy zincirini anlatan dinsel bir hava okur, – bu dinsel hava, kendi anlattıklarına göre böyledir; din, bir Mag olmadan kurban kesmeyi yasak etmiştir. Kısa bir duruştan sonra kurbanı keser, etleri toplar ve otlar veya yonca üzerine yayar sonra da kurban sahibine verirdi.”175












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder