22 Ocak 2020 Çarşamba

Çerkes Mitolojisinin Temel Unsurları





Çerkes Mitolojisinin Temel Unsurları

Çerkesler ve Tanrılar Türklerin Çerkes/Çerakis adını verdiği Kuzey Kafkasyalı Adige halkına, Araplar fierkes/fierakis, Batılılar ise Kirkassien (Circassian) adını verirler. Çerkeslerin MÖ 6. yüzyıldan bu yana Azak Denizi’ni Karadeniz’e bağlayan Kırım Boğazı’ndan Gürcistan’a kadar uzanan ve Kafkasya diye anılan bölgenin kıyı şeridinde yaşadıkları sanılır. Bu uzun dönem içinde, belgelerde Çerkesler için Sindai, Kerketai, Zikkoi, Zyghoi gibi değişik adlar kullanılmıştır. (1)

Çerkeslerin MÖ 6. yüzyıldan bu yana Kafkasya’da yaşadıkları sanılmaktadır.

Büyük bir kesimi dağlık olan Kafkasya, yaklaşık 1200 km uzunluğunda, 110-180 km genişliğinde olan Kafkas sıradağları ile kuzey ve güney olmaküzere ikiye ayrılır. Kafkas sıradağları, doğuda Apşeron Yarımadası’ndan başlayıp kuzeybatı yönünde ilerleyerek Taman Yarımadası’ndason bulur. Kafkaslar üzerinde en yüksek zirveler Elbruz (5642 m) veKazbek (5033 m) dağlarıdır. Büyük Kafkas dağlarını her iki tarafa bağlayan en önemli iki geçit ise Darial ve Derbent geçitleridir. Tarih boyunca büyük önem taşımış olan Darial geçidi, Kazbek Dağı’nın eteklerini yalayarak geçen Terek Nehri’ni takip ederek kuzeye ulaşırken, Derbent geçidi daha doğuda, Hazar kıyısına yakın bir yerdedir.Kafkasya’nın Hazar Denizi ile Karadeniz arasındaki coğrafi konumu, kuzey ve güney arasında hareket eden kavimler için uygun bir geçitoluşturmuştur. Tarih boyunca İran’a yönelen Hint-Avrupa göçlerinin Derbent geçidi üzerinden yapılmış olabileceği tahmin edilmektedir.Darial geçidini daha çok İskitler kullanmış, Karadeniz kıyısındaki sahilyolu ise Kimmerler ve Trererler tarafından tercih edilmiştir. Ticaret yapmak için gelen Yunanlılar bu coğrafyaya Kolkhis adını vermişlerdir. Yunan mitolojisine göre Altın Post’u (2) arayan Argonautlar (3) da buraya gelmiş ve büyücü Medeia (4) ile karşılaşmışlardır. Ayrıca Çerkes tanrıları arasında yer alan ateş tanrısı Premethaj, Yunan mitolojisinin en önemli figürlerinden biri olan “tanrılardan ateşi çalan Prometheus”tur. (5) Yunan mitolojisinin ve antikçağ edebiyatının önemli bir parçası olan Prometheus, Altın Post ve Medeia hikâyelerinin, ticaret yapmak için bölgeye gelen Yunanlı tüccarlar tarafından batıya nakledilmiş Kafkasya kökenli öyküler olabileceği düşünülebilir. 

Dinsel Çeşitlilik
Bir zamanlar Kafkasya’da yaşayan Çerkes toplumlarında Khabze adını verdikleri gündelik yaşamı geleneklere uygun olarak düzenleyen kurallar büyük önem taşırdı. Bölgeden geçen ticaret yolları sayesinde buradaki kavimler farklı dinlerle tanıştılar. Bunlar arasında İran kökenli Zerdüştlük (Zoroastrianizm) ve Yunan tanrı kültleri zaman zaman inanç sistemini etkilese de tamamıyla hâkim olamadı. Yaklaşık 4. yüzyıldan sonra Gürcistan Hıristiyanlıkla tanışmış ve bu din zamanla bazı Çerkes kabileleri arasında kabul görmüştür. 8. yüzyılda Bizans’tan kaçan yaklaşık 20 bin Yahudi'nin Kafkasya’ya yerleşmesi ve Türk kökenli Musevi Hazar Krallığı ile kurulan ilişkiler sonucu bazı Çerkes kabileleri Museviliği seçti. Bölgeye oldukça geç bir tarih olan 18. yüzyılda gelmesine rağmen, bugün halkın büyük çoğunluğu İslamın Sünni mezhebine bağlıdır. İslamiyet'in geniş kitleler halinde tanınmasından sonra Çerkes yaşam tarzı İslam inancı ile birlikte yürütülmeye başlanmış ve İslamiyet'in yayılmasıyla Khabze geleneği hızla etkisini kaybetmiştir.

Nart Destanları
Çerkes mitolojisinin ana kaynağını oluşturan anlatımlara “Nart destanları” adı verilir. Nart destanları sadece Çerkes değil, neredeyse tüm Kuzey Kafkasya halklarının ortak ürünüdür. Nart destanları Adigeler (Çerkes) dışında Karaçay-Malkar Türkleri, Abhaz-Abaza, Oset, Çeçen-İnguş ve Kumuk Türklerinin folklorunda da yer alır. Adige ve Abhazların Nart destanları eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken, Karaçay-Malkar Türklerinin destanları eski Türk mitolojisine yakındır. Gerçekte kuzey Kafkasya’da ya da Adige toplumunda Nart adlı bir soyun olduğuna dair somut bir bilgi olmamasına rağmen, Nartların Çerkesler ve Kuzey Kafkasya halklarının ortak olarak yarattıkları düş gücü kahramanları olduğu günümüz Kafkasya araştırmacıları tarafından kabul edilmektedir.

Çerkes mitolojisinde baş tanrı, evrenin yaratanı olarak tapınılan Tha’dır. İnanışa göre, insanlara acıyan, onlara yardım eden, sağlık veren Tha dışında daha çok doğa güçlerini simgeleyen yardımcı tanrılar vardır. Çerkes inançlarının önemli bir kısmı diğer tüm coğrafyalarda olduğu gibi animizm (cancılık) ve büyüye dayanırdı. Çerkesler suya, ateşe, bitkilere, ormanlara, kayalara, gök gürültüsüne ve yıldırıma tapmışlardır. Adigeler ibadet, dans ve müzik eşliğindeki bu tapınma eylemlerini, tapınak olarak kullanılan “kutsal koru”larda yaparlardı. Töreni Tha-made isimli bir rahip yönetir, Khabze kurallarına uymayanlar

Tha-made’ler tarafından cezalandırılırdı. Tören sırasında Tha’ya yalvarılır, kurban kesme törenleri yapılırdı. Törene huaho denilen, anlamı olmayan sözler ve yakarışlar eşlik ederdi. Bu yakarış ve ağıtlar veba, çiçek, humma ve benzeri hastalıklardan ve yeni doğan bebeklerin nazardan korunması amaçlıydı.


Kafkas Prometheus’u
Kafkasya mitolojisinde devler, kahramanlar ve büyücülerle ilgili hikâyeler önemle yer alır. Kabardey bölgesinde derlenmiş ve Yunanlıların Prometheus öyküsünü hatırlatan bir anlatıma göre; Elbruz dağlarının tepesinde, koni biçiminde büyük bir taş bulunmaktadır. Burada, sakalları ayaklarına kadar uzanan yaşlı bir adam oturur. Bütün vücudu kıllarla kaplı, uzayan el ve ayak tırnakları bir kartal pençesine dönüşmüş ve gözleri akkor kömür gibi kıpkırmızıdır. Boğazı, vücudu, elleri ve ayaklarından kalın bir zincire bağlıdır. Mitolojiye göre bu yaşlı adam bir zamanlar büyük Tha’nın çok yakınında yaşarken kendisini devirip yerine geçmek istemiş, yenilgiye uğradığında da kendini bu halde bulmuştur.

Yine rivayete göre kendisini görmeyi çok az kişi başarabilir, ikinci kez görme girişiminde bulunanlar ise ölürdü. Çoğunlukla hareketsiz duran adam arada bekçilerine şu soruyu sorarmış: “Dünyada hâlâ kamışlar ve koyunlar üremekte midir?” Bekçilerin olumlu yanıt vermesi üzerine öfkelenirmiş, çünkü dünyada kamışlar ve koyunlar ürediği sürece cezasının devam edeceğini bilirmiş. Ümitsizliğe kapılarak kayayı parçalamak istediğinde ise yer sarsılır, bağlı bulunduğu zincirler şimşek ve gök gürültüsü yaratır, nefesi fırtınalar oluşturur ve göz yaşları Elbruz Dağı’nın eteğinde kaynayan ve köpürerek akan bir nehre dönüşürmüş. Nart destanlarında anlatılan kahramanların tamamına yakını erkeklerden oluşur. Fakat bu destanlarda anlatılan bir kadın kahraman vardır ki, konumu ve sahip olduğu özellikleri bakımından erkek kahramanların hepsini gölgede bırakır. Bu kahraman, Setenay ya da tam adıyla Setenay Guaşe’dir. (6) Anaerkil kültle ilgili olduğu anlaşılan Setenay’ı “Ana Tanrıça” olarak anlatan bir metin şu ana kadar elimize geçmiş olmasa da, Çerkes mitolojisi Setenay’ı güç durumlarda akıl danışılan bilge kişi olarak tanımlar. Setenay, Büyük Nart Kurultayı’nın çözemediği toplumsal sorunları çözer. Doğan çocuklara isim koyar. O yalnızca iyi bir eş ya da âşık olunan güzel bir kadın değildir, aynı zamanda iyi bir ev sahibesidir, kahramanlara yol gösterir, öğütler verir, geleceği görür. Nart destanlarında sık sık karşımıza çıkan diğer figür, tanrı Tlepş’tir. Önceleri ateş tanrısıyken zamanla demirci tanrı rolü üstlenen Tlepş’in, tanrı olmasına rağmen Abazin metinlerinde Setenay’a akıl danışması ilginçtir. Bu anlatılara göre, Setenay Tlepş’in esin kaynağıdır. Sık sık Tlepş’in dökümhanesine gider, yararlı araçlar yapması için onu özendirir. Doğurmadığı oğlu Sosrıkua’ya annelik eder. (7) Aşıwa lehçesindeki Abazin metinlerinde, demirci Tlepş’in dökümhanesi ayrıntıları ile anlatılır. Bu anlatılar Çerkeslerin demire verdikleri önemi gösterir. 

Önceleri Tlepş’in örsü taştan, çekici ağaçtandır. Sık sık Tlepş’in dökümhanesine uğrayan Setenay, yeni örs ve çekiç modelleri yapar. Tlepş de bu modellerden yararlanarak örsü ve çekici demirden, çekicin sapını ağaçtan yapar. Yılan yavrularının boyunlarını birbirinin üzerinden geçirerek uyuduklarını gören Setenay, Tlepş’e ellerinin yanmaması için yapabileceği bir aracı esinler. Maşa ya da kerpeten böylece Setenay tarafından icat edilir. Aşıwa lehçesindeki Abazin metinlerine göre, Setenay’ın büyüttüğü Sosrıkua,Nartlara ateşi getiren kişidir. Rivayete göre, Sosrıkua devin kafasını uçurup evinden ateşi kapar ve “Hey koca Nartlar, yürekleri ateşten Nartlar, korkmayınız, canlanınız! İşte size gerçekten, gerçek ateşi getirdim,” diyerek insanları tanrılar karşısında cesaretlendirmeye çalışır. Kabardey anlatımında, daha çok Tlepş’in insan tarafı üzerinde durulur: Bunlara göre yaşlı demirci ustası Debeç’in körüğü geyik derisinden, körüğün kulpu kızılcık ağacından, ocağı tan güneşinden, kömürü kuru dikendendir. Çekici kıvılcımlar saçar. Demire güç yetirebilecek, ona şekil verecek kendisi gibi güçlü bir çırak arayan Debeç’e başvuran Tlepş kendisini “doğurmayan bir annenin oğlu” olarak tanıtır ve demirciliksanatını sürdürmeyi amaçladığını söyler. Tlepş dökümhanede demirlerle konuşur, onları istediği şekle sokar. Çalışırken tıpkı ustası Debeç gibi aksamaktadır. Nart destanlarında anlatılan demirci tanrı Tlepş, pek çok özelliği ile Yunan panteonunda yer alan Anadolu kökenli Hephaistos’a benzer. Bilindiği gibi Hephaistos da demirci tanrıdır ve aksaktır. Tanrılar ve kahramanlar için aletler, saraylar yapar. Zeus’un karısı Hera’nın oğlu olmasına rağmen, Hera tarafından tek başına ortaya çıkarılmıştır. Tlepş de öykülerde kendini anlatırken, “doğurmayan ananın oğluyum” der. Aşıwa lehçesindeki Abazın metinlerine göre, Setenay’ın büyüttüğü Sosrıkua (Nasren), Nartlara ateşi getiren kişidir. Bazı kaynaklarda Sosriquo veya Sawsrikua olarak da geçen Sosrıkua’nın adı da zaten “sıcak çocuk”, “ateş saçan”, “yakan erkek çocuk” anlamına gelmektedir. Rivayete göre, Sosrıkua devin kafasını uçurup evinden ateşi kapar ve “Hey koca Nartlar, yürekleri ateşten Nartlar, korkmayınız, canlanınız! İşte size gerçekten, gerçek ateşi getirdim,” diyerek insanları tanrılar karşısında cesaretlendirmeye çalışır. Aşkarıwva lehçesinde anlatılan Abazin metinlerinde ise, yaşlı ve çirkin büyücü Pakue Dame, Nartların ateşini devlere geri verir. Dev, ateşi geri getirmeye dağlara giden Nasren’i, Pakue Dame’nin kışkırtmasıyla Elbruz’a zincirleyip çiviler. Üzerine salınan kartal, Nasren’e gün boyu işkence yapar, ciğerini gagalar. Güneş batınca yarayı kanadı ile sıvar, yara kapanır. Güneş doğunca aynı işkence yeniden başlar. Nasren’i Peterez kurtaracaktır. (8)

Çerkesler için büyücüler korkulan ve yarı tanrı kişiliğe sahip varlıklardır. Büyücüler kıtlık getirebilir, halkı cezalandırabilir. Adige-Kabardey anlatımlarına göre, kahraman Wuezırmes bir kadının çocukları aç olduğu halde büyücü Pakue’ye yemek taşıdığını ve Nart halkının da Pakue’ye yiyecek, içecek ve armağanlar götürdüğünü görür. Wuezırmes, Nartların keçi sakallı, korkak Pakue’yi tanrı sayıp armağanlar vermelerini, ona hizmet etmelerini onuruna yediremez. Nartlar ise Pakue’nin üstlerine bela yağdırmasından korkar. Wuezırmes’in annesi, Setenay’ın annesi Yemğazeş Guaşe’ye gider ve Wuezırmes’in, Pakue’nin başını uçurmaya niyetli olduğunu söyler. Yemğzeş Guaşe, Wuezırmes’e babasından kalan Beyaz Yele’yi yeraltı ahırından çıkarmasını, eyerini demir kolonu ile almasını söyler ve siyah bir sandıkta da her şeyi biçen kılıcı bulacağını ekler. Wuezırmes Pakue’ye gider, kılıcını çekip kafasını uçuracakken Pakue zıplayarak uçar, göklere yükselip örümcek ağından bir ev yapar. Yarı tanrı Pakue yağmur yağmasını engeller, yeryüzündeki suları kurutur, ülkede kuraklık başlar. Zor durumda kalan Wuezırmes, Setenay’a koşar. Setenay, beyaz yeleli atın Alp soyundan olduğunu, iyice ısındıktan sonra üç kez kamçı ile vurulduğunda gökyüzüne uçacağını söyler. Wuezırmes, Pakue’nin örümcek evine ulaşır. Pakue’yi oyuna getiren Wuezırmes kılıcını çekip başını vurur. Yeryüzünde yedi hafta kanlı yağmur yağar. Toprak eskisi gibi verimli olur, ekinler büyür, ağaçlar meyve verir, yeryüzü yeşile bürünür, kadınlar doğurmaya başlar. Adigeler için değişik nedenlerle yaptıkları dini törenler çok önemlidir. Çerkesler kuraklık yıllarında Hantso Guaşe şarkısı ile yağmur duası yapar, kaybolan hayvanların kurtlar tarafından parçalanmaması için özel sihirli sözler demek olan Hapeşcıpkhe ile kurtların ağzını bağlamaya çalışırlardı. Bugün bu gelenekler ve yağmur duaları İslami inançla birleştirilmiştir ve bazı Arapça dualar okunarak hâlâ uygulanmaktadır.

Dramatize edilmiş bir diğer tören ise Çapşakue’dir. Yaralının veya hastanın uyuması halinde canının onu terk edeceğine inanan Çerkesler ölümü ağır yaralının veya hastanın yanından kovmak için odada bulunan değerli eşyaları çıkarırlar. Odanın girişine, her gelenin birkaç kez çarpacağı biçimde saban demirleri yerleştirilir, ziyaretçiler topluca gelip hastanın yanına girdiklerinde hep birlikte yüksek sesle gürültü yaparlardı. Genç kızlar tören elbiselerini giyip törene katılır, çeşitli dans ve şarkılarla hastanın uyumamasını sağlarlardı. Bugün bu gelenek daha yumuşatılmış bir şekilde hâlâ görülür. Eski Adige ayinleri ve sembolik törenleri arasında, dramatize edilmiş bir temsil olan Ajağafe keçi dansının da önemli bir yeri vardır. Hayvancılık ve tarım takvimine bağlı olan Adige hasat bayramları hayvan hareketlerini taklit eden Ajağafe oyunları ile süslenir. Yazımızı, korkulan tanrılardan biri olan orman ve avcıların tanrısı Mezitha’ya adanan bir şarkı ile bitirelim: 
“Senin adını anıyoruz Mezitha 

Bıyıkların kızıl alev
Yakarılarımız da senin için
Kızıl içki (kan) akıtıyoruz
Cömertçe, bolca
Bu ancak sana yaraşır
Albir keçi kurban edildi senin için
Genç ve doğurmamış bir kadın/Önünde diz çökmüş
Ak elli
Sen ki her şeyi bilen!
Güçlü meşe uçlarını yere eğen!
(…)
Başını salladığında
Ormanlar uğuldar/Eyvah!
O anda vahşi hayvanlar inlerinde titrer
Bütün yakarılarımız
Mezitha içindir...”

ADİGELERİN BAŞLICA TANRILARI

Şıble: Yıldırım tanrısı
Tlepş: Ateş ve demir tanrısı
Thağalace: Bereket tanrısı
Mezitha: Orman ve avcıların tanrısı
Wvatha: Gök tanrısı
Amış: Hayvanların koruyucu tanrısı
Debeç: Tlepş'in ustası
Pakue Dame: Yaşlı, çirkin büyücü
Dev nine: Tüm devlerin türedikleri çok yaşlı bir kadın
Kotıj: Adalet tanrısı
Premethaj: Ateş tanrısı
Setenay Guaşe: Yemğazeş Guaşe'nin kızı, bilge, cesur ve güzel Nart annesi


DOĞA GÜÇLERİNİ SİMGELEYEN TANRISAL VARLIKLAR
Psetha: Ruhlar tanrısı
Sewıseres: Fırtına tanrısı
Blewus: Yılan tanrı
Merıse: Yılan tanrısı
Psıtha: Sular tanrısı
Aytes: İlkbahar tanrısı


Kaynaklar

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul, Remzi Kitapevi, 1989.
Ufuk Tavkul, “Kafkasya'da Hıristiyanlığın izleri”, Türk Dünyası Araştırmaları, (128), İstanbul, 2000.
Özdemir Özbay, Mitoloji ve Nartlar, Kafdağı Yayınları, İstanbul, 1990.

Dipnotlar
1) Kabardey, Abhaz, Abzekh, Bjedug, fiapsığ, Besleney, Hatukhoay, Ubıh, Cemguy olarak anılan boy isimleri de Çerkeslerle ilgilidir.
2) Antik Yunan mitolojisine göre, Athamas’ın çocukları Phriksos ve Helle’yi sırtına alıp Yunanistan’dan Kafkasya’daki Kolkhis ülkesine kaçıran kanatlı koçun pöstekisi.
3) Yunanistan’daki İolkos Kralı Pelias kendisinden tahtını isteyen üvey kardeşi Aison’un oğlu İason’dan tahta sahip olması için Kolkhis’e gidip
Altın Post’u getirmesini ister. Bunun üzerine ünlü gemi ustası Argos’a bir gemi yaptırır ve Yunanistan’daki tüm gözüpek, atılgan ve cesur erkekler bu gemiye alınır, tanrıça Athena’nın yardımıyla yola çıkarlar.
4) Argonoutlar Altın Post’u almak için Kolkhis Kralı Aietes’in karşısına çıkarlar. Kralın kızı Medeia İason’a âşık olur. Büyücü Medeia, hazırladığı
merhemlerle İason’un Altın Post’a sahip olmak için savaşmak zorunda kaldığı ejderhalar karşısında galip gelmesini sağlar.
5) Mitolojiye göre, Titan (canavarlar) soyundan gelen Prometheus çok zekidir ve baş tanrı Zeus ile boy ölçüşmeye kalkar. Ateşi tanrılardan çalarak insanlara verir. Zeus da bu hareketinin karşılığında Prometheus’u zincirlerle bir sütuna bağlayarak karaciğerini bir kartala yedirir.
6) Çerkes araştırmacılara göre “Setenay”, Adige dilindeki “se” (bıçak, kılıç) kelimesi ile “tın” (vermek) fiilinin birleşmesinden meydana gelmiştir ve buna göre “bıçak/kılıç veren” anlamına gelmektedir.
7) Mitolojiye göre, Setenay Bakhsan Irmağı kıyısında çamaşır yıkarken onu gören Nartların sığırtmacı kendisine âşık olur. Fırlattığı aşk oku bir taşa
çarpar, taş ısınır ve büyümeye başlar. Setenay gider, taşı alır ve eteğine sararak Tlepş'in dökümhanesine götürür. Tlepş büyük çekici ile taşı kırar, içinden ateş saçan, kor halindeki Sosrıkua çıkar.
8) Peterez, Çerkesce güzel burun, düz burun demektir. Efsaneye göre çobanlar tarafından bulunup büyütülmüştür. Yardımseverliği ve korkusuzluğu simgeleyen bir Kafkasya kahramanıdır.

Ayşe Övür
Arkeolog M.A.
Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı 155, Kasım 2006
Bu kitabı yazmaya 1977 yılında, Harvard Üniversitesi'nden Dilbilim alanındaki diplomamı aldıktan kısa bir süre sonra başladım. Harvard'ı, MIT'de (Massachuets Institute of Technology - Massachusets Teknoloji Enstitüsü, Ç.N.) çalışmalarını sürdüren Noam Chomsky'nin çevresinde yürütülen dilbilim çalışmalarından ayıran bir biçimde ve Harvard muhafazakarlığının karakteristik bir özelliği olarak, teorik bilgi birikimine sahip olma zorunluluklarının yanı sıra öğrencilerin belirli bir dil hakkında ayrıntılı bilgiye ve bu dilin üyesi olduğu dil ailesi hakkında da ortalamanın üzerinde bir bilgiye sahip olmaları gerekmekteydi. Eski Gürcüce, Ermenice ve Osetçe'yi inceledikten sonra Kuzeybatı Kafkas dilleri olan Ubıkhça ve Çerkesçe'de karar kıldım. Bunlardan ilki hakkında Oslo Üniversitesi'nden Hans Vogt'un, ikincisi hakkında da Raşit T'hağapşaw'un yardımları sayesinde her iki dil hakkında da bilgi sahibi olabildim. Ayrıca, W. Sidney Allen'dan bana Calvert Watkins aracılığıyla ulaşan bazı malzemelerin yardımıyla Abazaca üzerinde de çalışmalar yaptım.

1975'te kendimi genç bir profesör olarak bulduğumda, büyük zorluklarla edinmiş olduğum bu bilgilerin paslanmakta olduğunu üzülerek gördüm. Oturup günü gününe çalışarak çeşitli malzemeleri taramak suretiyle çalışmalarımı sürdürecek öz disipline sahip olmadığım ve Kanada'da Çerkesçe, Abhazca ya da Abazaca konuşan birisini kolayca bulamayacağım için, folklorik metinlerin çevirisini yapmak üzere bir araştırma fonu arama düşüncesine kapıldım. Bu beni, dil bilgilerimi unutmama engel olacak sıkı bir programa sokabilirdi. 1979'dan 1981'e kadar, Birleşik Devletler İnsani Bilimler İçin Milli Araştırma Fonu (Philadelphia'daki İnsani Konular Çalışmaları Enstitüsü tarafından yönetilmektedir) ve Kanada Sosyal Bilimler ve Araştırma Konseyi (Hamilton, Ontario'daki McMaster Üniversitesi tarafından yönetilmektedir) Nart destanlarını çevirme çabalarımı cömertçe destekledi. Aradan yirmi iki yıl geçtikten sonra, halen bu diller hakkında bilgimin yeterli olduğunu söyleyemem, ancak Nart destanlarının önümde açtığı dünyanın beni büyülemeye devam ettiğini söyleyebilirim.

Nart destanları, çok eski ve çeşitli konulardaki kahramanlık hikayeleridir. Bu hikayeler Kuzey Kafkasya'da, Çeçenler, İnguşlar, Osetler, Çerkesler ve akrabalarının arasında, hatta Kartvelce konuşan Svanlar ve kuzey Gürcistan'da yaşayan Gürcü dağlılarının arasında geçer. Çerkesçe'nin külliyatı (İng.: corpus-Ç.N.), Çerkes bilim adamı A.M. Hadaghatl'e önderliğinde 1968-1971 yılları arasında çalışan bir ekip tarafından, Hadaghatl'e'nin "Geroicheskij epos Nartyi igo genezis" (Nart Kahramanlık Destanları ve Ortaya Çıkışları) adlı eserinde toplanmıştır. Hadaghatl'e'nin kalkıştığı, toplam yedi ciltlik muazzam işin burada yalnızca bir bölümü temsili olarak yer almaktadır. Kuzey Abhazlarının (Abazaların) destanları Vladimir Meremkulov ve Şota Salakaya tarafından derlenmiş, bir hikaye de İngiliz dilbilimcilerinden müteveffa W. Sidney Alen tarafından kayda almıştır. Külliyat bir bütünlük arz eder. Abhaz külliyatı Abhaz bilim adamlarından mütevefa Şalva İnal-İpa tarafından yönetilen bir ekip tarafından derlenmiştir ve "İnal-İpa ve Arkadaşları, 1962" referansı ile kaydedilmiştir. Bu çalışmadaki bir destan Kh. S. Bgazhba'nın Bziyb lehçesi çalışmasından alınmıştır. Maalesef, bu külliyatın yalnızca küçük bir bölümü burada yer almaktadır. Ubıhça'nın külliyatı ¦bütün mevcut Nart destanları¦ büyük oranda, ünlü dilbilimci ve halkbilimci Georges Dumézil tarafından derlenmiş; bir hikaye Norveçli dilbilimci Hans Vogt tarafından kayda alınmıştır. Boğaziçi Üniversitesi'nden Türk araştırmacı Sumru Özsoy, merhum Tevfik Esenç'ten yedi destan daha derlemiştir. Umuyorum ki bunlar da kısa bir zaman içinde yayınlanacaktır.

Osetçe'de korunmuş olan Nart destanları çok farklıdır. Dumézil'in ve diğer araştırmacıların üzerinde çalıştığı (1930; 1943; 1960a; 1965; 1968; 1978) bu destanlar çok süslüdürler; ancak komşu Çerkesler'inkiler kadar eski değildirler. Mazdaik özellikleri büyük ölçüde eksik olan (Benveniste 1959, 129) bu destanlar, İskitler, Sarmatlar ve Alanlar gibi Farsça konuşan ilkçağ bozkır göçebelerinin bazı gelenekleri ile ilgili kısıtlı bilgilerimizi edindiğimiz tek kaynaktır. Bu gelenekler, doğu bozkırlarındaki ve İran'daki Pers medeniyetine biçim veren Zerdüşt devriminden etkilenmemiş görünmektedir. Bu Pers özelliklerinin pek çoğu Kuzeybatı Kafkas geleneklerine de eklenmiştir.

Wisconsin Üniversitesi'nden Aylin Abayhan Karaçay-Malkar (Balkar) dilinin külliyatı üzerinde çalışmaktadır. Çeçen-İnguş külliyatı Svan külliyatı ile aynı şekilde, bir çevirmene ihtiyaç duymaktadır. Kuzeybatı Kafkas külliyatları ile Oset külliyatı arasındaki farklar göz önüne alındığında, diğer Nart destanları külliyatlarının karşılaştırmalı mitoloji çalışmalarına yapacağı katkı önemli miktardadır.

Nart destanlarını, yalnızca dünya mitolojisinin bir parçası olarak değil, aynı zamanda batı Avrasya'daki tarihi mitler hakkında araştırma yapanlar için bir hazine olarak sunmak amacıyla okunabilir bir çalışma haline getirmeye uğraştım. Anlatımın akıcılığını artırmak için eklediğim ifadeleri köşeli parantez içine aldım. Anlatımdaki geçişleri kolaylaştırmak amacıyla bu metinleri Kafkas adetlerine uygun olarak eklemeye çalıştım (Lotz et al. 1956; Luzbetak 1951; Grigolia 1939; Namitok 1939; Sanazaro 1506; sonuncu kaynak bana, Ubıh süt kardeşim Okan İşcan tarafından sağlanmıştır).

Mitler üzerinde yürütülen çağdaş çalışmaların en heyecan verici yanı, bu mitlerin, okuyucunun gözleri önüne serdiklerinden daha da eski olan kayıp inanış sistemlerine erişme imkanı sunmalarıdır. Bu çabaların öncüsü, çalışmaları Hint-Avrupa medeniyetinin çeşitli özelliklerini bulmak üzere yapılan daha geniş kapsamlı bir çalışmanın (örneğin, Polome 1982; Benveniste 1973; Wikander 1938; Olrick 1922) parçası olan müteveffa George Dumézil'dir (Littleton 1966). Puhvel (1987) Dumézil'in çalışmalarını sistematik bir biçimde ayrıntılı bir hale getirmiştir. Dumezil, içinde bulunduğu koşullar bunu gerektirdiği için ayrıntılarla ilgilenmek durumunda kaldıysa da, esas hedefi orijinal Hint-Avrupalıların karakteristik sosyal yapısının ana hatlarını ortaya koymaktı. Çalışmalarının ulaştığı sonuç, tarihi Hint kast sistemine benzer biçimde "rahipler", "savaşçılar" ve "çiftçiler-zanaatkarlar" şeklinde, iyi bilinen ve yaygın bir kabul gören üçe ayrılmış sosyal sınıflandırmadır.

Bense, karşılaştırmalı yorumlarımda ve notlarımda, yukarıdakinin tersine mitlerin garip ayrıntılarının konunun genel çerçevesinden ve ana hatlarından daha önemli olduğunu kabul ettim ve bu anlamda Puhvel'in bakış açısına yaklaşmış oldum. Ana hatlar, gelenek içinde bir çeşit anlatı amacına hizmet edebilirler; dolayısıyla da anlatıcının kültürünü ve kendi geleneği çerçevesindeki konumunu yansıtan nedensellik ve yorumlara açıktırlar. Garip ayrıntılar ise, yalnızca geçmişin bir kalıntısı olarak (çoğu zaman anlamsızca) metinde yer almaktadırlar. Konu bu açıdan ele alındığında büyük resim nadiren ortaya çıkar; ancak genellikle bu tip ayrıntılar, orijinal inanışlar ve simgeleştirmeler hakkındaki çok kısıtlı bilgilere sağlam birer destek oluştururlar.

Aslında bu, halkbilim alanında dilbilim yöntemlerinin kullanılmasıdır (Colarusso 1998). Örneğin, Hint-Avrupa kökenli dillerde "ayak" kelimesi ele alındığında önemli olan, tesadüfi ses benzeşmeleri, yani söz gelişi Latince ve Yunanca'da kelimenin p ile başlaması, Cermen dillerinde f ile başlaması ve Ermenice'de h ile başlamasıdır. Latince, Yunanca, Cermen dilleri ve Ermenice'nin hepsinde de "ayak" kelimesinin bir karşılığının bulunması değildir. İkinci durumda sözcük dağarcığının ortaya koyduğu genel yapısal sonuç işlev kökenlidir: bu dillerin konuşulduğu toplumların hepsinin de anatomik anlamda "ayak" kavramına sahip oldukları ve sözlüklerinin de bu durumu yansıttıklarıdır. Aslına bakarsanız, neredeyse bütün diller "ayak" anlamına gelen bir sözcüğe sahiptir. Ancak yalnızca bazı dillerdeki sözcükler p ya da f gibi seslerle başlar ve bu da ortak bir Proto Hint-Avrupa kökenine işaret eder. Bu metodolojik yönelim, garip ayrıntılar ve bozulmaya uğramış şablonlara sahip Kuzeybatı Kafkas dillerini, karşılaştırmalı çalışmalar için son derece önemli bir hale getirmektedir.

Bu çabamda bana bazı insanlar yardımcı oldu. Prof. B. George Hewitt ve eşi Zaira Khiba Hewitt, biri hariç bütün Abhaz destanlarını tercüme ettiler. Titiz bir şekilde yürütülen, kapsamlı bir çalışmaydı bu. Ben de, çeviri dilinin Kuzey Amerika konuşma diline daha uygun bir şekle getirilmesi için destanların metinlerini düzeltme cüretini gösterdim. Çerkes destanlarının seçiminde ve çevrilmesinde Raşid Thaghapşaw (Batı Çerkeslerinden - Bjedugh), Kadir Natkho (Batı Çerkeslerinden - Şapsığ) ve Majdalin Hilmi'den (Habjokua) (Kabardey) yardım aldım. Çerkesçe'den İngilizce'ye bilişsel sıçrama çok önemli miktarda olduğundan bütün hatalar tamamıyla bana aittir. Bana yardımcı olabilecek, Abazaca bilen kimse ile iletişim içinde olmadığımdan Abaza destanları için Meremkulov'un Rusça tercümelerinden yararlandım. Rusçam geçmişte de zayıftı, bugün de zayıftır; bu nedenle elimde bulunan büyük miktardaki Rusça malzemeyi kısa bir süre önce göçmen olarak Kanada'ya gelmiş olan Michael Ellinson'a çevirttim. Kendisinin yorulmak bilmez ve çalışkan bir çevirmen olduğu ortaya çıktı. Daha sonra Abazaca orijinalleri taradım ve bunları Rusça'ları ile karşılaştırdım. Bu karşılaştırmada iki kaynak arasında pek çok farklılık buldum. Bu farklılıkların hiçbiri Elinson'un çevirisinden kaynaklanmıyordu. Bunlar daha çok, ya Abazaca ve Rusça arasındaki bilişsel farklılıklardan ya da yer yer çok sert ve kaba biçimlerde ifade edilen orijinal metinlerin aktarılmaları sırasında yumuşatılmış olmalarından kaynaklanıyordu. Abazaca orijinal metinleri çevirirken (daha sonra örnek olarak bunların çözümlemelerini yayınlayabileceğimi düşündüğümden) en iyi iki öğrencim olan Rebecca Lee ve Bayla Greenberg'den yardım aldım. Profesör Hans Vogt, 1971'de kaydettiği orijinal Ubıhça teyp rulolarını bana göndererek ve daha sonra da ölümüne kadar bu en zor dil hakkındaki sorularıma yanıt vererek bana yardımcı oldu. Dumézil ve Vogt Ubıhça'yı Fransızca'ya çevirmiş oldukları halde, bir çözümleme ve açıklama henüz yayınlanmış değildir. Ubıhça'nın külliyatını yeniden çevirdim ve çok küçük birkaç düzeltme yaptıktan sonra, buradaki örnekle birlikte, bu dilin ilk açıklamasını ortaya koymuş oldum. Çeviri sürecinin başlangıcında, LS.H.L.'nin direktörü olan Dr. Joel Jutkowitz'in büyük yardımları oldu ve çalışmanın ilerleyen aşamalarında da, işler karmaşıklaştığında ve ilerlemek zorlaştığında Princeton Üniversitesi Yayınevi'nden Deborah Tiergarden sağlam bir dayanak noktası oldu. Ayrıca iki de okuyucuya teşekkür etmeliyim: Austin'deki Texas Üniversitesi'nden John Weinstock ve Montreal Üniversitesi'nden Kevin Tuite. John Weinstock çalışma üzerinde hassas bir okuma ve ayrıntılı bir genel kontrol yaptı. Kevin Tuite de benzer bir çalışmayı yürüttü ve Kafkasya konusunda bir uzman olarak çeşitli noktalarda eleştiriler ve öneriler getirdi. Metinde yer alan bu katkıları, kaynaklarını belirtmek için "[KT]" imiyle alıntıladım.

Elbette bu kitap, Sara Lerner ve Princeton Ünviersitesi Yayınevi'ndeki ekibin çabaları olmaksızın var olamazdı. Onlara şükran borçluyum. Ayrıca, kılı kırk yaran muhteşem çalışması için editörüm Dalia Geffen'e de teşekkür etmeliyim. Yazdığı bütün notları okudukça ve metnin neredeyse her notla biraz daha iyileştiğini gördükçe yaptığı işi daha da takdir ettim.

Dilbilim konusuna ilgi duyan okuyucular için (ve her birinin bu yüzyıl içinde yok olması ihtimali bulunan bu dillerin bir kaydının bulunması amacıyla) beş örnek metni, bütün açıklamalarıyla, çözümlemeleriyle ve çevirileriyle birlikte verdim. Bunların arasında, Batı Çerkesleri'nin ince lehçesi Bjeduğca ve Abhazca'nın tarihi lehçesi olan Bziyb lehçesinde yazılmış birer metin de yer almaktadır. Bunlara ek olarak bu çalışma, yukarıda da değinildiği üzere, Ubıhça'nın açıklanmış ve çözümlenmiş bir metninin yayınlandığı ilk çalışmadır.

Ancak şunu da eklemeliyim ki, karşılaştırmalı iddialarım tamamıyla bana aittir. Özellikle Çerkes, Abaza, Abhaz ve Ubıh arkadaşlarım burada ifade ettiklerime benzeyen görüşlerime pek katılmazlar. Çeviri sürecindeki yardımları, herhangi bir şekilde benim düşüncelerime, yaklaşımlarıma katıldıklarını ya da onları paylaştıklarını düşündürmemelidir.

Bu hacimdeki bir çalışma yalnızca yazarı için değil, hayatları yazarın hayatıyla bağlantı içinde olan insanlar için de yorucudur. Nartlar, eşime ve çocuklarıma, bir gölge gibi üzerimizde olan ancak hiç yok olmayan bir varlık ve bu çalışma da asla bitmeyecek bir seyahat gibi gelmiş olmalı. Linda'ya ve küçük Nartlar'ım Mark, Tara ve Darren'a sabırları, destekleri ve ilgileri nedeniyle teşekkür etmeliyim. Destanlardan büyük keyif aldılar ve Nartlar'ı hayatlarının bir parçası haline getirdiler. Umuyorum ki okuyucular da Nartlar'ı her zaman hayatlarının bir parçası olacak saygıdeğer varlıklar olarak değerlendirirler.

Son olarak sözlerimi, büyük Hint-Avrupa Araştırmacısı Edgar Polome'un 2000 yılı Mart'ındaki ölümünden duyduğum derin üzüntüyü ifade ederek bitirmeliyim. Bu çalışmayı Princeton Üniversitesi Yayınevi'ne 1994 yılında O tavsiye etmişti; ancak yayınlandığını görecek kadar yaşamadı. Birazdan okuyacakları için, benim kadar okuyucular da kendisine şükran borçludurlar.

Araştırma-John Colarusso Çeviren: Muharrem Nesij HUVAJ]

Nart Mitolojisi

Aralık 14, 2018
Çerkes halkının tarihi gelişim yolculuğu içinde üretmiş olduğu ölümsüz destana Nart Destanı kısaca Nartlar adı verilir. Adigelerin türkülerende, melodilerinde, söylencelerinde anlıtmış olduğu yiğitlik öyküleridir. Nart destanları, ünlü Nartolog Hadeğal'e Asker tarafından derlenliş, yedi cilt olarak orjinal anlatımı korumak suretiyle yayımlanmıştır. Hadeğal'e nin derlemeliri içinde Suriye'de Ürdün'de yaşayan Çerkeslerin Anlatımları var, ancak üzülerek söyleyelimki Anadolu'da yaşayan Çerkeslerin anlatımları yok.Bağnazca tutumlar nedeniyle Hadeğal'e Asker'e Bir zamanlar Türkiye'ye giriş izni verilmimiş. Anadolu varyantlı tekstlerin varlığını George Dumezil'e borçluyuz.Dumezil'de derlediği tekstleri sadece İzmit'in Ketence ve Yanık köylerinden derlemiş. Oysa Anadol'da yaşayan Çerkesleren Nart Destanlarını okayarak, ağıtlar söyleyerek uzun kış gecelerini geçirdiklerin biliyoruz.Özellikle Kayseri yöresinde yaşayan Çerkeslerin Bahsimafe Wored (Baksime İçme Türküsü), adını verdikleri on iki bölümden oluşan yiğitlik Nart Destanlarının bölümlere olduğundan hiç kuşku yok.

Çerkeslerin günlük yaşamlarında belirleyici olan pek çok töreye Nart Destanlarında rastlamam mümkündür.Nart destanlarının bir zamanlar, insanlığın gelişim yolculuğu içindeki karanlık dönemlerde, yaşam içinde uyulması yada kaçınılması, doğru yada yanlış olan davranışları belirleyen kurallar manzumesi olarakta sayılabilir. Kuşkusuz eposu tarih olarak kabul etmek mümkün değil ancak, ahlkların tarih içinde almış oldukları yalculukların izini sürebilmek; tasa ve kıvançlarını, düşlerini, doğayı ve insanı kavrayışların boyutunu anlayabilmek için folklora muhtacız. Masallar, halk türküleri, kahramanlık melodileri, kimi çocuk oyunları, tekerlemeler, bulmacalar bize tarihin derinlerinden haberler getirmekte.

Nart Eposunu okuduğumuz zaman tekstlerin aynı yaşta olmadığını anlıyoruz.Anaerkil anlayışı olun tekstlerin yanı sıra babaerkil anlatımı olan tekstlerde var. Elbruz henüz karınca yuvası kadarmışken, çocuklar İdil'i bir adımla geçerken.. diye başlayan anlatımlarla birlikte grizudan "suda yanan ateşten" söz eden tekstlerede rastlamak mümkündür.

Eposta çeşitli görevler üstlenen pekçok tanrı adıyla karşılaşıyoruz.Yarı tanrı, yarı insan tanrıların yanı sıra Sosrıkua, Setenay gibi tamamen tanrısal özellikleri olanlar da Thağeleç, Psetha gibi mevcut.Gerek yarı tanrı, gerekse tanrılar insan yaşamına doğrudan müdahele etmiyor.Örneğin Setenay, insanların yaşamına kolaylaştırmak için orağın, nasıl yapılacağını ve sulamayı insanlara öğretiyor.Thağeleç, daha bol ürün sahibi olabilmeleri için ıslah ettiği tohumu insanlara hediye ediyor.Psetha'nın çaldığı ateşi Sosrıkua geri getiririyor ve insanlara armağan ediyor..

Bilim adamları, gerçekten "Nart" adında bir halkın yaşayıp yaşamadığını tartışıyor.Hadağal'e Askar, yapılan kazılırda, araştırmalarda eposta anlatılan büyüklükte insanın tarihin hiçbirevresinde bu lunmadığını , dolayısıylada böyle bir halkın yaşamadığını; ancak üretilmiş olan eposa, "Nart Eposu" dendiğini öne sürüyor.Kimi bilim adamları da "Nart" isimli bir zamanlar yaşamış olduğunu, bunlarında Adigelerin en eski ataları olduğunu öne sürmektedir.

Adigeyde'de yaşayan bazı bilim adamları, Hadağal'e nın derlemiş olduğu tekstlerin yayınlandıklarından çok daha fazla olduğunu, zamanın ideolojisine uymayan testlerin yayınlanmadığını söylüyor.Eposu okuduğumz zaman Nark Sosrıkua, Setenay Guaşe, Hımışıko Peterez, Nesren Jak'e, gibi kahramanların anlatıldığı pek çok varyanttaki tekstlerin gerçekten mitolojik özellikleri olduğunu görüyoruz.Ancak Kabartey varyantlarında arlatılan "Andemirkan", özellikle Hatıkuay varyantlarında çokca rastlanan "Papko Teterşav" motifleri, mitolojiden masala daha yakınlar.Bu sözümüzden yadsıdığımız, küçümsediğimiz gibi bir anlam çıkarılmasın.Halkların hafızasında masalın ne denli önemli bir yer tuttuğunu, masal kahramanlarının halkın yol göstericileri olduklarını, doğrudan söyleyemedikleri pek çok şeyi masal kahramanlarına söylettiklerini ve yaptırdıklarını biliyoruz.

Nart Mitolojisinin tanıtılması, yaygınlaştırılması ve kolay okunur hale getirmek için yeniden tasnif edilmesi gerekir.Yedi cilde dağılmış olan mitlerin yaşamına anlatan varyantlardar hangisinde daha çok epos özelliği varsa seçilerik otobiyografik anlamda biraraya getirilmesi gerekir.Eposta geçen yer adlari Adigelerin, ilişki kurdağu halkların tespeti veya arkeolojik kazılar için önemli. Bu gün bile Sosrıkua Tepesi adı verilen höyüğün yakınından veya yöresinden geçen yaşlı kadınlar, otobüsle seyehat etseler bile, hafifce ayağa kalkarak Sosrıkua'ya selam verirler.
Nart Destanları Kuzey Kafkasya otokton boylarından olan Adığeler'in diğer boylarla birlikte müşterek destanlarıdır. Adoğe deyimi içerisinde Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan Çerkesler ve Adığe Özerk Bölgesinde yaşayan Adığe boyları girer. Adığe halkının ataları olan ve antik dünyaca çok iyi tanınan Meot-Sind-Zikh-Kerket-Press gibi Proto Çerkes boyları M.Ö.V.yy.da Sind Krallığını kurmuşlardır. Bu devlet bugünkü Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğ toprakları üzerinde kurulmuş olan ilk devlettir.

Daha bu devlet ortaya çıkmadan önce Grekler Karadeniz kıyılarında ticaret kolonilerini oluşturmaya başlamıştır. Grekler'in vu ticaret merkezleri daha sonra Antik Yunanistan'daki oluşumu aynen göstererek antiksite devletlerine dönüşmüşlerdir. Pantikapey (bugünkü Kerç), Hermonacca (bugünkü Tamam), Phanagoria (Taman yarımadasındaki Seneggo köyü yakınlarında) bu antik-site devletlerinin başlıcalarıdır.

Daha sonra geriye doğru gidildiğinde M.Ö.III. binin sonlarına rastlayan, Kuban Mezar Anıtları'ndan ve Maykop Kurganları'ndan anlaşılacağı üzere bir hayli gelişmiş bir Proto-Çerkes uygarlığına rastlanmaktadır. M.Ö. 2.bin'in sonlarına gelindiğinde, Kuzey Kafkasyada demir üretimine ve yüksek düzeyde bir keramik üretimine rastlanmaktadır. Ağıl ve yayla tipi hayvancılığın içinde koyun ve at yetiştiriciliği özel bir yer tutmaktadır. Bugün artık Kuzey Kafkasyada M.Ö. 1.binib ortalarında pulluk kullanıldığı, buğday-arpa-darı üretiminin olduğu bilinmektedir.

Bu uygarlığın gelişmesi Hunların Bosphor Krallığına yaptıkları akınlar, yağmalar ve katliamlar sonucu duraklamıştır. O çağlarda Sind-Meot boylarının yerleşme merkezi olan Don ağzı, Azak Denizi kıyıları ile aşağı Kuban bölgeleri arasında yerleşmiş olan köy ve kentler yakılıp yıkılmış, halkın önemli bir bölümü tutsak edilerek götürülmüştür. adiğe Halkının ataları bu talan edilen yerlerdenayrılmak zorunda kalınca, Kuban'ın sol kıyısı ile Karadenizin Kafkasya kıyılarına yerleşmeye başlamışlardır.

Güney Batı da akraba topluluklar olan Abhazların ataları ile, Güney Doğu da Alanlarla Kuzeyde Kuban'ın üst tarafında oturan Utugurlar, Bolgarlarla sınır komşusu olmuşlar ve bu sınırlar içerisinde Got saldırılarını göğüsleyebilmişlerdir. Bu Proto-Çerkes boyları Zikh boyu çevresinde birleşerek güçlü bir birlik oluşturmuşlarıdr. (M.S.4.yy.) 10.yy.başlarından itibaren Adiğeler Labe ırmağından Karadeniz kıyılarına kadar olan alanı işgal etmekteler ve genelde (Kosok) olarak adlandırılmaktadırlar. Rus Vakanüvisleri 11.yüzyılın ortalarına dek "Kosok" ismini kullanmışlardır.

Adiğe boylarının etnik konsültasyonları (pekiştirmeleri), oluşumları süreci içerisinde epik kültürleride gelişme göstermiştir. Bu süreç içerisinde Adiğe Halk öyküleri, Nart Destanları biçimini almıştır. Destanların oluşmasından önce sanatsal düşünce biçiminin oluştuğunu söylemek hiçte yanlış bir şey olmaz. Puta tapıcılık inancını koruyan ve bu inancı onure eden öykü ve şarkılardan günümüze dek korunabile emek ve iş şarkıları da bu özelliği taşır.

Çok sayoda dinsel ve oyunsal şarkılarla yakarışlar değişik puta tapıcılık dinlerine adanmışlardır. Örneğin, Şıble (gök gürültüsü ve yıldırım tanrısı) onuruna düzemlenen dinsel törene eşlik eden şarkı bunların en belirgin özelliğidir. Bu şarkının bir kaç dizesini alıyoruz.

Yelle, yelle! Toplumumuzu çarpma,
Yelle, yelle! Yaşamımızı koru,
Yelle, yelle! Nektar(Armut suyu) içmeyi nasip eyle,

Bu tür esli yapıtlarda insanoğlunun doğanın üstün güçlerine karşı duyduğu korku sezilmektedir. Bu şarkılarda ritm çok önemlidir. Ancak, melodi ve içerikte aynı oranda önem taşımaktadır. Tarihsel bir değeri olan koyun kırkma şarkısında çoban makasının çıkardığı sesler şarkının ritmini vermektedir (koyun kırkma, keçe dövme, harman) gibi iş şarkıları ile Huaholarla çok geniş bir alana yayılmış olan dinsel tören ve ayin şarkıları, şiirler, bitki ve hayvan dünyasının çeşitli tanrıları için söylenen yakarı ve şarkılar, ayrıca aile törenleri şarkıları halk destanlarında yer almıştır.

Adiğe halkının puta tapıcılık dönemi çok tanrılı bir dönemi içermektedir. Bu tanrıların başlıcaları;

Tlepş (demirciler, ateş ve demir sanatı tanrısı),
Amış (hayvanları koruyan tanrı),
Thağeleç (bereket, bolluk ve ürün tanrısı),
Mezitha (Orman ve avcılar tanrısı),
Psıthaguaşe (Denizciler, denizaltı dünyası ve balıkçılar tanrıçası) dır.

Bu tanrıların hemen hepsi, halkın düşüncesinde emeğin bir simgesidir. Üretim kaynaklarının koruyucularıdır.

Bu tanrıların her birine bir Huaho adanmıştır. Bu Huaholar günümüze aslını koruyarak ulaşmıştır. Orman ve avcılar tanrısı (Mezitha) onuruna söylenen Huahoda sanatsal bir zorlamayıda sezmekteyiz.

Senin adını anıyoruz Me-zi-tha...
Bıyıkların kızıl alev,
Yakarlarımızda senin için.
Kızıl içki (kan) akıtıyoruz,
Cömertçe, bolca...
Bu ancak sana yaraşır,
Al bir keçi kurban edildi senin için...
Genç ve doğurmamış bir kadın,
Önünde diz çökmüş...
Ak elli...
Senki herşeyi bilen!
Güçlü meşe uçlarını yere eğen!
Giysin ap-ak, kar misali,
Dağ keçisi derisinden,
Yatağına bir dev sığar,
Gövden son gümüş lakaplı,
Boynuzlarına som gümüşten kılıflar giydirilmiş...
Okun, sağlam kızılcık ağacı özündendir.
Yayın, akceviz ağacındandır,
Başını salladığında,
Ormanlar uğuldar...
Eyvah!.

O anda vahşi hayvanlar inlerinde titrerler
Bütün yakarılarımız
Mezitha içindir...

Aynı biçimde bereket tanrısı Thağeleç'in adına birkaç Huaho söylenmiştir. Yoksullukla boğuşan, yoksulluktan korkmayan bir emekçi gibi tanımlanmıştır Tanrı Thağeleç.

Puta tapıcılık döneminin kimi tanrıları güç bir gelişim yolu kat ederk çağ çağ Adiğe Nart Destanlarının kahramanları olmuşlardır. Özellikle bu durumu Tlepş tipinde izleyebiliriz. Tlepş puta tapıcılık yakarışlarında "Ateş Tanrısı" olarak tanımlanmıştır. Son çağlarda ise Ateş Tanrısı karakterleri giderek belirginliğini yitirmiştir. Tlepş'in kişilği çiftçilere saban, çapa, kazma, orak ve işçilere metal araçlar sağlayan bir anlam ve çizgiye ödnüşmüştür. Bu çizgi Tlepş'in destanlar içindeki gelişiminin ikinci aşamasıdır. Üçüncü aşamada Tlepş, demircilik sanatının koruyucusu olarak görülür. O artık Nartların demircisi, belli bir yaşam biçiminin sözcüsüdür. Giderek destanlarda zanaatkar bir tipe, insana özgü korku ve tutkuları olan bir kişilğe bürünür. İnsanlar için söylenen onun içinde söz konusudur artık. Örneğin Seteney Guaşe ile hakkında çıkartılan dedikodular, nerede ise çağdaş insana söylenebilen dedikodulara benzemiştir. Adiğe halkı giderek kendinden saydığı bu tipe artık Huaholar sunmaktadır. Tlepş iş aracı üreticisi olarak, demirin ortaya çıkmasıyla demircilerin piri, demirciliğin koruyucusu durumuna gelmiştir. Bu dönüşüm Adiğe Folklorunun en ilginç dönüşüm biçimlerinden biridir.

Proto-Çerkes Halkı ve bu halkın bir boyu olan Proto-Adiğeler; suya ateşe, bitkilere, giz dolu ormanlara, kayalara, gök gürültüsüne ve yıldırıma tapmışlardır. Adiğelerin eski tapınma biçimleri "Thale'u" tanrıya yalvarış, belirli bir tanrı onuruna kurban kesme törenleri ve Huaho okuma biçiminde bir ayini kapsardı. Her türlü yakarış ve ağıta müzikal recitatitivelerle veya Huaholarla ve bir dizi anlamı olmayan sözlerle eşlik ederlerdi. Yakarış ve ağıtlarla veba, çiçek, humma ve benzeri hastalıklardan korunömayı, yeni doğan bebekleri kem gözlerden saklamayı amaçlarlardı. Kuraklık yıllarında Thağeleç'e yapılan yakarışlarla "Hantso Guaşe" şarkısı ile yağmur getirmeye uğraşırlardı. Bu şarkının diğer Kafkas boylarında değişik veryantlarla, değişik sözlerle bugün bile yaşadığını çoğu kişi bilmektedir. Örneğin abazince söylenen (Dzivara) şarkısının bugün uzunyaylanın Abazin köylerinde, Hantsa Guaşe şarkısının Kabartay varyantınında Kabartey köylerinde bilindiği görülmektedir. Kaybolan hayvanların kurtlar tarafından parçalanmaması için özel sihirli sözler, "Hapeşcıpkhe" kurt ağzı bağlamaya çalışırlardı. Bugün bu gelenekler ve yağmur dualalrı islami inançla birleştirilmiş olup, kimi arapça dualar okunark hala uygulanmaktadır.

Başka bir dramatize edilmiş tören ise "Çapşakue"dir. Yaralının veya hastanın uyuması halinde canının onu terk edeceğine inanırlardı. Bu törenle ilgili olark F.Torneau şöyle der; "Çerkesler ölümü, ağır yaralının veya hastanın yanından kovamak için odada bulunan değerli eşyaları çıkartırlar, odanın girişinde her gelenin birkaç kez çarpacağı bir biçimde saban demirleri yerleştirilir, ziyaretçiler topluca gelip hastanın yanına girdiklerinde hep birlikte yüksek sesle gürültü yaparlardı. Genç kızlarda töre elbiselerini giyip törene katılırlar, çeşitli dans ve şarkılarla hastanın uyumaması sağlanırdı." Bu gün bu gelenek daha insancıl, daha sevecen bir değişime uğrayarak uygulanagelmektedir. Bilindiği gibi geceleri hastanın sıkıntıları daha çok artar. Hele kırık çıkık içinde yatan bir hastanın sıkıntısı ile kırık kemiklerini oynatamamasının, uyuyup olumsuz ve zaralı yapmasının önlenmesi düşünüldüğünde, hastanın yanında düzenlenen eğlencelerin önemi ve anlamı daha iyi anlaşılmaktadır.

Eski Adiğe ayinleri ve sembolik törenleri arasında dramatize edilmiş bir temsil olan "Ajağafe" keçi dansının önemli bir yeri vardı. Hayvancılık ve tarım takvimine bağlı Adığe ürün ve hasat bayramları totemizm tasavvufuna dayanan Ajağafe oyunları ile süslenirdi.

Şarkı ve huaho'ların başka bir bölümü ise düğün ve evlenme törenleri ile ilgilidir. Bu huaho'ların genellikle gelinler üzerine söğlendiği görülmektedir.

Eski folklora genelde animizm ve sihir-büyü bağlıdır. Dünyadaki eski folklor değerleri aynıdır. Bu nedenlehayvan tipleri, canavar kahramanlar çok ilginç ve çok boldur. Huaho ve şarkılar herzaman yapısal bir gelişme, düzenli bir kompozisyon göstermezler. Ozanca bir işlemde yoktur. İnsan ve hayvan karşılaştırılmaları sonucunda bu şiirlerde ozanca bir usluba rastlanmaz. Ayrıca bu şiirlerde insan unsuru henüz pasiftir. Gücünün farkında değildir. Daha başka bir değimle olaylarda insanoğlu henüz bir eğlem içinde değildir.

Nartlar'la ilgili Adığe Destanları belli bir düzen ve ozanca bir usluba bağlanırken mitoloji ve masal süjelerine ayrılırlar. Bu suje ve motifler destanlarda yeni kahramanlık biçimleri kazanır. Kahramanlık eülemleri insanın emri altına girerler.

M.Ö. I. binin başlarında Meot boylarının sosyo-ekonomik yaşamında ilginç değişimler olmuştur. Artık yeni bir çağa gelinmiştir. Demir kılıç, demir saban, demir balta çağıdır bu çağ. Ekmek üretimi yalnız gereksinme için değil, bunda böyle satmak için de yapılmaktadır. Yayla besiciliği, yılkı atçılığı ve koyunculukta yeni boyutlara ulaşmıştır. Demircilik ve keramik sanatı belli özellikler gösteren ekoller haline gelmiştir. Zanaat gelişmiş, ticaret yeni sahalara yayılmıştır. Bu arada Sind-Meot boylarında etnik konsültasyon (pekişme) oluşmuştur. Bu yeni çağ halk şiirinde ve sanatta yeni bir anlatım biçimi zorlamıştır. Nart destanlarının giderek daha derli toplu bir biçimde söylenmesi için ileriye yönelik ilk atılımları getirmiştir.

Bu toplumsal yaşam biçiminde diğerine geçilirken bu geçitin halk sanatının gelişmesinde önemli bir rol oynadığı bilinen bir gerçektir. Nart destanlarının doğuşu böyle bir geçiş dönemine rastlamaktadır. Destanlar halkın anonim yapısıdır. A. Maxim Gorki'nin de belirttiği gibi ilk çağların sözlü edebiyatında emekçilerin deneyimleri, düşünce sistemlerinin canlandırılması üslüpları kollektif gücün uyarısıdır. Nart destanları toplumsal gücün uyarısı biçiminde oluşmuştur. Öte yandan bu destanlar halkın kahramanlığıdır. Toplum ilkel kabile yapısı kabuğunu değiştirirken Nartlarla ilgili olarak anlatılanlar evrensel düşünce ve görüşleride yansıtmıştır. Destanlarda halk kendi amacını ve idealini yansıtırken, kendinide betimlemiştir. Sanatsal yansımadaki bulguların, Nart destanlarının çeşitli aşamalarının yansıması olduğu konusunda hemen tüm destan araştırmacılar birleşmektedir. V.I.Abaev, V.P. Semenova, E.I. Kurpanov, Prof. Yinalipa Şalva, Hadağatle Asker, Meremkul Vlademir, Şortan Askerby, vd. araştırmacıların ısrarla belirttikleri bir özellik vardır. "Nart Destanları" nın anlatımlarının temeli net bir biçimde kendi çağının özünü yansıtmaktadır.

Nartlarla ilgili anlatımlarda (Matriarkal) temelden başlayarak, feodalizmin ortaya çıkmasına dek geçen dönemde kalma izleri ve akraba ilişkilerinin anlatılması gibi çeşitli toplumsal biçimler işlenmektedir. Özellikle ataerkil kabile organizasyonu, kendisinden sonraki köleci toplum elementleri ile ve hatta feodalite ile katmerleşiş olarak açıkça canlandırılmıştır. Kabile sisteminde feodalizmin ortaya çıkmasına dek geçen dönem destanlarda açıkça izlenebilir. Destanlarda ne denli anaerkil yaşam izleri görülüyorsada anlatılanlardan çoğu ataerkil (patriarkal) aşama ile ilgilidir. İlkel toplum sisteminin asker yada savaş demokrasisi adını verebileceğimiz ayrışma dönemi net bir biçimde destan textlerinden izlenebilmektedir.

Adiğe halk destanları artık sözlü anlatım çağlarını çok gerilerde bırakmıştır. Bugün artık hiçbir halk anonim destan üretmemektedir. Üretilen bütün halk destanları yazılı edebiyata katılmıştır. Adiğe halk destanlarında Hadağtle Asker, Şortan Askerby, Kardenğwc Zeramuk gibi yetenekli ve özverili araştırmacıların paha biçilmez çalışmaları ile yazılı Kuzey Kafkasya edebiyatının temeli olacak biçimde arşivlere ve kitaplıklara maledilerek yok olmaktan kurtarılmıştır. Bu konuda Karaçay-Çerkesli araştırmacı Meremkul Vladimir'in bir tanımlamasını aktarmadan geçemeyeceğim. "İnsanoğlunun ısınma, aydınlanma için Sosrikuaya borçlu olduğu ateş varyantı, binlerce yılın ötesinde, Abazin halk destanları içindeki Sosrikuanın kişiliğini aydınlatmakta ve tarinin karanlıklarından günümüze getirmektedir". Ben bu tanımlamayı daha da genişleterek şöyle diyorum: "Nart destanları, binlerce yılın katmanları ve karanlıkları ardında kalan Kuzey Kafkasya sözlü edebiyatını, sanatını, folklorunu, geleneğini, kısacası, Kuzey Kafkasyalıların kökleri binlerce yıla uzanan yaşam felsefesini aydınlatarak Sosrikua'nın insanlığa ateş sunması gibi evrensel kültüre ve çağdaş insana sunmaktadır.

Tlepş'e İlk Orağın Yaptırılması

Aralık 08, 2018
Bu olay çok eski bir tarihte oldu. O zamanlar ülkemizde Nartlar yaşamaktaydılar. Çok sayıdaki mezarları halen Vıbın Irmağı ötesindedir. Karadeniz kıyısında oturan Nartlar balıkçıydılar, balık ağı atarlardı, usta şarap yapımcılarıydılar, toprağı da işlerlerdi.

Nartlar daha çok tarla tarımı ile uğraşırlardı. Tarlayı eker, ürün devşirme zamanı, ürünü elleriyle sökerlerdi ama bu böyle sürüp gidebilir miydi?

- Tlepş! dediler Natlar.
- Ne var?
- Tarladan ürünü kaldırmamız için bize bir alet yap, elimizle yolmaktan usandık, yol yol bitmiyor bu iş.
- Nasıl bir şey bu yapmamı istediğiniz, diye sordu Tlepş.
- Bilmiyoruz ama bir elimizle tutacak ve ürünü almamızı sağlayacak bir şey olsun, dediler.
- Öyleyse, dedi Tlepş, gidip Thağelıg'ın karısına bir danışın.
- Olur, diyerek Thağelıg'ın karısının yanına gittiler.

Nart kadını yanıt olarak;
- Olsa olsa, bunu İsp-guaşe bilir, diyerek İsp-guaşe'yi çağırttı.

İsp-guaşe Peterez'in annesiydi, telaşeli biriydi.

Çok geçmeden de yetişti. Bahçe kapısını atlayıp geçmek istedi ama kapı ona göre yüksek olduğundan çarpıp düştü.

Thağelıg'ın hanımı şakacı, biraz da sivri dillinin biriydi:

‘’Ooo, hoş geldin
Hoş geldin
Sevdiğimiz İsp-guaşe
Bize gelmeden yuvarlanıverdin anlaşılan’’ dediğini, biraz da dokundurarak (anlatan gülümsüyor) dediğini anlatıyorlar.

İsp-guaşe bu sözlere içinden gücendi ama yaşlı kadından ve yanındakilerden utanıp yutkundu.
- Senden sormak istediğim şu, diyerek, Thağelıg'ın hanımı neyi istediklerini söyledi.

İsp-guaşe bir yanıt vermeden, özene bezene geri döndü, bahçe kapısından atlayarak geçti! (anlatan bıyığını burarak gülümsüyor).
- İyi bir şey yaptıysan karşılığını bulursun!

Thağelıg'ın hanımı uyanık biriydi, İsp-guaşe'nin huyunu iyi bilirdi:
- Biriniz peşinden gidin, dinlesin, bakarsın bir şeyler söyler, dedi Natlara.

Dinlemesi için en gençlerini kadının peşinden gönderdiler.

İsp-guaşe gidiyor, delikanlı da onu izliyordu. Kendi kendine kızgın kızgın konuştuğunu duydu:

"Size söylemem,
Siz de asla öğrenemezsiniz!
Horoz kuyruğu gibi kıvıracaksın,
Yılan yavrusunun dişi gibi keskinleştireceksin!
Size söylemem
Siz de asla öğrenemezsiniz!"

Nart delikanlısı İsp-guşe'nin dediklerini yeniden iyice dinledi.

"Horoz kuyruğu gibi kıvıracaksın,
Yılan yavrusunun dişi gibi keskinleştireceksin!

Size söylemem, Siz de asla öğrenemezsiniz!" diyerek, "rap-rap" yürüyerek, başını sallayarak dönüyordu.

- Hııı, şimdi anladık-gülüp seviniyorlar-aletin nasıl yapılacağını.

Nartlar Tlepş'in yanına varıp:
- Horoz kuyruğu gibi bükeceksin. Yavru yılan dişi gibi inceltip keskinleştireceksin, dediler.

Tlepş, eşi bulunmaz bir demirci piriydi! Bir söylemek yeterdi, aynısını yapıp verirdi. Genç horoz kuyruğu gibi yuvarlak, yılan yavrusu dişleri gibi keskinleştirilmiş, ekinleri biçen güzel bir orak yaptı:
- Alın, Nartlar, bunun biçeceğinden eksik kalmayın, çalışın, yiyin, dedi.

Tlepş'in dediği gibi, Nartlar yaşamları boyunca biçecek bulmakta zorluk çekmediler, Tlepş'in yaptığı bu orağın köreldiğini de görmediler.

Tlepş'in elinden çıkma orak böylesine bir ustalık ürünüydü!

(*) Bu Shapsugh teksti 30 Ağustos 1958'de Adigey’in Afıpsıpe köyünden Ali Şhalaho tarafından Asker Hadeğal'a yazdırıldı.
Ali Şhalaho
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder