23 Aralık 2019 Pazartesi

TÜRK KÜLTÜRÜNDE ANALIK VE İZ BIRAKAN ANALAR (MİTOLOJİK ANALAR)




















TÜRK KÜLTÜRÜNDE ANALIK VE İZ BIRAKAN ANALAR 



Türk Kültüründe Analık Kültür, bir milletin var olmasında en önemli etkendir. Kelime köken olarak Latinceden gelmiş, Türkçeye ise Fransızcadan geçmiştir. Latince cultura, toprağa bir şey ekmek ve üretmek anlamındadır (Turan, 2017: 15). Yabancı kökenli olan kültür kelimesi yerine Ziya Gökalp, hars kelimesinin kullanılmasını önermekte ve kelimenin toprağın işlenmesi, tarım anlamlarına geldiğini belirtmektedir. Ona göre hars millîdir ve bir milletten başka bir millete geçemez. Dinî, ahlâkî ve estetik duyguları bünyesinde barındırır (Gökalp, 2017: 22). Yani kültür, bir milletin geleneklerini, göreneklerini, adetlerini kısacası tamamen kendisini yansıtan bir aynadır. Gökalp dışında farklı araştırıcılar da kültürün tanımını yapmıştır. Bu bağlamda Şerafettin Turan kültürü şu şekilde tarif etmiştir: “Kültür, bir toplumda geçerli olan ve gelenek hâlinde devam eden her türlü dil, duygu, düşünce, inanç, sanat ve yaşayış öğelerinin tümüdür.” (Turan, 2017: 17). Ayfer Yılmaz’ın tarifi ise biraz daha ayrıntılı olup şöyledir: “Tarih bakımından mevcudiyeti kesin olarak bilinen bir toplumun, sosyal etkileşme yoluyla nesilden nesle aktardığı manevî ve maddî yaşayış tarzlarının temsil ve tecelli bakımından yüksek seviyedeki bir bileşiği olan ve sonucu açısından ise, ferde ve topluma benlik, kimlik ve kişilik ile mensubiyet şuuru kazandırma, bütünleşmiş kılma, yaşanan çevreyi kendi hedefleri istikametinde değiştirme arzu ve iradesi veren, değer norm ve sosyal kontrol unsurlarının belirlediği bir sistemdir.” (Yılmaz, 2004: 112). Yukarıda verilen tanımlarından hareketle kültür için bir toplumda yer etmiş dinî ve ahlâkî değerleri yansıtan, bir bütünü oluşturan ve ulusal değerleri geleceğe aktaran bir sistemdir diyebiliriz. Genel anlamda kültürün bu tariflerini verdikten sonra Türk kültürünün nasıl tarif edildiğine değinebiliriz. Türk kültürü “Türk kavminin tarih sahnesine çıkışından başlayarak günümüze dek süregelen ve Türklerin yerleştikleri, yaşadıkları, bugün de yaşamakta oldukları yerlerde yarattıkları, bugün de etkinliğini devam ettiren öğedir.” (Turan, 2017: 53). Türk kültürünün ana kaynağı Orta Asya’dır. İslam öncesi döneme baktığımızda Türk kültürünün Çin ve Hindistan gibi komşu ülkelerin kültüründen etkilendiğini söyleyebiliriz. İslamiyet’in kabulünden sonra ise Türk kültürü, Arap-İran ve Müslüman kültürleri ile etkileşim hâlinde olmuştur. Bu doğrultuda Türk kültürü kaynağını, Orta Asya-komşu ülkelerden (Çin-Hint) ve Müslüman (Arap-İran) diyarlardan almıştır (Turan, 2017: 54). Türk kültürü, bu şekilde komşu ülkelerin kültürleriyle kaynaşarak zenginleşmiştir. Ancak bu kültür, dışarıdan gelen ögeleri kendine uydurmasını bilmiş ve bunların büyük bir kısmına millî bir özellik kazandırmıştır. Özellikle temelde Orta Asya’dan getirdikleri kendi öz kültürlerinin üzerine bina edilen bu unsurlar, eğreti durmamış ve bütünün içerisinde aykırılık olarak göze batmamıştır. Kültür ve Türk kültürü hakkında verilen bu genel bilgilerden sonra ana ve analık kavramı üzerinde duracağız: Eski Türklerde ana kelimesinin yerine ög / ök kelimesi kullanılmıştır. Ög / ök öksüz, annesini kaybetmiş çocuk anlamına gelmektedir. Divânü Lûgati’t-Türk’te ög kelimesi yerine ana, apa ve aba kelimeleri yer almaktadır. Yaşlı kadın anlamına gelen aba, anne kelimesinin karşılığı olarak günümüzde de Anadolu’nun bazı bölgelerinde kullanılmaktadır. Tatarlar ise kendilerinden büyük yaşlı kadınlara apa diye hitap ederler. Günümüzde ise ök sözcüğü, anne kelimesinin karşılığı olarak Kütahya’da, Sinop Boyabat’ta, Ardahan Göle’de, Kars’ta, Şanlıurfa Harran’da, Niğde Bor’da ve Mersin’in Ayvagediği Yaylası’nda kullanılmaktadır (Ayan, 2011: 113). Anne sözcüğü Meryem’in annesi olan an şeklinde telaffuz edilmektedir. Sümer Ana Tanrıçasının adı Anna’dır. Anadolu’da ise Ana Tanrıça Hannahanna veya Anna adıyla anılmaktadır. Anadolu’da kullanılan anne sözcüğünün kaynağı Hint dilidir. Hintçede anne sözcüğünün karşılığı Annas’dır. An hecesi ile başlayan kelimeler, Hint dilinde dişilik ve doğurganlığı ifade etmektedir (Ersoy, 2007: 38, 40). Dolayısıyla Türkçedeki anne sözcüğü, Hintçeden alınan bu kelimenin yanı sıra tanrıçaların adından da türemiştir diyebiliriz. Eski Türklerde ana / analık kadının temel niteliklerinden birisidir. Türkler, değer verdikleri ve kutsal kabul ettikleri şeylere ana hakkı demişler ve bunu Tanrı hakkı ile eşit kabul etmişlerdir (Bars, 2014a: 97). Kadına verilen annelik kimliği, toplumda onun saygınlığını artırmıştır. Hz. Muhammed’in “Cennet annelerin ayakları altındadır.” sözü bu durumu kanıtlar niteliktedir (Koçak ve Gürçay, 2017: 272). Ana / anne Türk toplumunda ailenin reisi, Türk evinin direği, vefalı arkadaş ve en önemlisi mukaddes Türk çocuklarının anasıdır (Banarlı, 1983: 33). İnsanlığın varlık sebebi olan analar / anneler dünyaya gelen çocuğun hayatını maddî ve manevî yönden belirleyen yapı taşlarıdır. Ana / anne aynı zamanda çocuğun yol göstericisi ve rehberidir.Dişiliğin ve doğurganlığın simgesi olan ananın / kadının toplumda yeri oldukça önemlidir. Ailenin temeli anaya / kadına dayanmaktadır. Aile, Türk toplumu içerisinde yer alan en önemli sosyal kurumdur. Bu kurum, ana / kadın ile var olmuştur. Ana, yaratılışından dolayı erkek ile ayrı konuma sahiptir. Erkek dış dünya işleri ile uğraşırken, ana / kadın ev-aile işlerini düzenlemekle görevlendirilmiştir (Bars, 2014a: 3-4). Bu doğrultuda Türk toplumunun anne hakkındaki görüşü, “Yuvayı dişi kuş yapar.” (Aksoy, 1988: 480) atasözünde en güzel ifadesini bulmuştur. Göçebe Türk toplumunda kadının değerini belirleyen en önemli unsur doğurganlık yani anneliktir. Kadın, bu özelliğiyle aynı zamanda kocasına da değer kazandırır. Türk töresine göre bir erkeğin saygınlığı, karısının ona çocuk vermesiyle bağlantılıdır: “Bu göçebe hayatta saygın bir yeri olan kadınların yine de en makbul olanları, çocuk sahibi olanlar yani annelerdir. Bir erkeğin ilde saygınlığı, karısının ona kız ya da erkek evlat vermesiyle eşdeğerdedir.” (Savkan, 2004: 90). Toplumun yapı taşı olan ailede çocuğu dünyaya getiren ve böylece soyu devam ettiren ananın diğer bir görevi de çocuğu en iyi şekilde yetiştirmek ve geleceğe hazırlamaktır. Dolayısıyla anne ve çocuk arasında bir ömür boyu devam edecek sarsılmaz ve kuvvetli bir ilişki vardır: “Bireyin yaşamında önemli bir yeri bulunan anne, çocuğuna verdiği emekle çocuğuyla arasındaki sevgiyi şekillendirir. Küçük sevgi parçacıklarının birikimiyle büyüyen bu sevgi, bireyin yaşamında ve yaşam algısında oldukça önemli bir rol oynar. Bireyin yaşam serüveninin ilk evresi olan çocukluk dönemi, annenin varlığı ve yönlendiriciliği ile bir bütündür. Çocukluk sonrası yaşamın bütün evreleri anneçocuk arasındaki bu sevginin etrafında şekillenir.” (Bars, 2014c: 86). Türk toplumunda anneye verilen bu değer, edebî eserlerde de kendisini göstermektedir. Türk dilinin ilk yazılı belgelerinden olan Orhun Abideleri’nde Bilge ve Kül Tigin kağanların annesine verilen değer şu sözlerle ölümsüzleşmiştir: “Türk halkı yok olmasın diye, halk olsun diye, babam İlteriş Hakanı (ve) annem İlbilge Hatunu göğün tepesinden tutup (daha) yükseğe kaldırmışlar muhakkak ki…” (Tekin, 2010: 27). Metinden de anlaşılacağı üzere değeri hakandan aşağı kalmayan İlbilge Hatun, Türk milleti yok olmasın diye soyun koruyucusu fonksiyonuyla Tanrı tarafından gönderilmiştir: “Türk halkının adı sanı yok olmasın diye, babam hakanı (ve) annem hatunu yüceltmiş olan Tanrı, devlet veren Tanrı, Türk halkı(nın) adı sanı yok olmasın diye, beni o Tanrı hakan (olarak tahta) oturttu, hiç şüphesiz…” (Tekin, 2010: 31).

İlbilge Hatun, merhameti ve çocuklarına karşı olan sonsuz sevgisiyle çocukların koruyucusu Umay’la özdeşleştirilmiştir. Kocası öldükten sonra oğlu Kül Tigin’i tek başına mükemmel bir şekilde yetiştirmiştir: “Umay misali annem Hatun’un kutu sayesinde, kardeşim Kül Tigin erkeklik adını elde etti...” (Tekin, 2010: 33). Türk kültüründe anneye verilen değer ve önem halk anlatılarında da sıklıkla işlenen bir motiftir. Mit, destan, masal, halk hikâyesi, efsane, fıkra vb. gibi halk anlatılarında anne birçok fonksiyonuyla ve özelliğiyle işlenmekte ve ön plana çıkmaktadır. Bu metinlerde gerçek anne (öz anne), üvey anne, kayınvalide, sütanne vb. görünümlerde yer almaktadır. Doğurganlık temel fonksiyonunun etrafında birçok fonksiyonu daha şekillenen ana bu tür metinlerde de en kutsal konumdadır. Çalışmanın sınırları göz önünde bulundurulursa bu bölümde tüm halk anlatılarındaki anaların incelenemeyeceği anlaşılacaktır. Dolayısıyla burada daha çok temel eserlerden ve destanlardan hareket edilerek ön plana çıkan anneler hakkında bilgi verilecektir. Bu bağlamda Türk edebiyatının temel eserlerinden olan ve Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan Dede Korkut Hikâyeleri’nde genel kadın profili şu şekilde çizilmektedir: “Dede Korkut dilinden ozan aydur: Kadınlar dört dürlüdür. Birisi solduran sopdur. Birisi tolduran topdur. Birisi ivün tayağıdur. Birisi niçe söyler- isen bayağıdur. Ozan ivün tayağı oldur ki yazıdan yabandan ive bir konuk gelse, er adam ivde olmasa, ol anı yidirür içürür ağırlar azizler gönderür. Ol Ayişe Fatıma soyıdur hanum. Anun bebekleri yetsün. Ocağına bunçılayın avrat gelsün.” (Ergin, 2016: 76). Dede Korkut ağzından tanıtılan kadınlardan sadece evin dayağı olan kadın, iyi özelliklere sahiptir. Diğerleri ise kötü karakterli olduklarından Dede Korkut ağzından yerilmektedirler. Nitekim Dede Korkut, kötü kadınlara “Anun kibinün hanum bebekleri yetmesün. Ocağuna bunçılayın avrat gelmesün.” (Ergin, 2016: 76) sözleriyle beddua etmektedir. Evin dayağı olan kadına ise “Anun bebekleri yetsün.” (Ergin, 2016: 76) şeklinde dua edilmektedir. Bu dua ve bedduayla Dede Korkut ağzından toplumun beklentisi, kötü kadınların soyunun devam etmemesi yönündedir. Dolayısıyla kötü kadına layık görülen bu durumun annelikle alakalı olması dikkat çekicidir. Dede Korkut Hikâyeleri’nde ana kelimesi genel olarak ağ pürçeklü, ağca yüzlü, karı ve karıçuk sıfatlarıyla nitelendirilmektedir. Bu ifadelerin kullanımı, anneye duyulan saygıyı göstermektedir (Savkan, 2004: 92)Yukarıda bahsedilen ve genel kategori olarak değerlendirebileceklerimizin dışında Dede Korkut Hikâyeleri’nde karşımıza çıkan diğer analar şunlardır: Dirse Han’ın Hanımı ve Boğaç Han’ın annesi, anlayışlı, sakin, sorunlar karşısında çözüm üretmeye çalışan, zeki bir kadındır. Soylu bir aileye mensup olan Boğaç Han’ın annesi, eşinin tam tersine kimsenin sözüyle hareket etmeyen, kendi doğruları olan, sığ düşünceye sahip birisi değildir. Oğlunu kötülüklerden korumaya çalışan bu ana, mücadele ederek oğlunu ölümden kurtarır (Ekici, 1999b: 126). Yani Boğaç Han’ın annesi fedakâr, hem oğlunu hem de eşini düşünen ve ailesini bir arada tutmaya çalışan bir kadındır. Burla Hatun, Salur Kazan’ın eşi ve Uruz Bey’in annesidir. Burla Hatun, oğlu ile birlikte düşmana esir düşmüş, oğlunun ölümü ile tehdit edilmiştir. Namus kavramını temsil eden bu anne, kocasının ve Oğuzların namusuna leke getirmemek için oğlunun ölümünü tercih etmek zorunda kalmıştır (Ekici, 1999b: 127). Aynı kadın, Uruz Bey’in Esir Olduğu Boy’da da karşımıza çıkmaktadır. Esir düşen oğlunu kurtarmak için kocası Salur Kazan’la birlikte düşmanlara karşı savaşır (Ekici, 1999b: 127). Dolayısıyla Burla Hatun’un koruyucu ve kurtarıcı fonksiyonlara sahip bir ana olduğunu söylenilebilir. Dede Korkut Hikâyeleri’nde Boğaç Han’ın annesi ve Burla Hatun dışında ana olarak Bay Böri’nin eşi ve Bamsı Beyrek’in annesi, Deli Dumrul’un annesi, Kan Turalı’nın annesi, Tepegöz’ün annesi olan peri kız, çocuklarını kaybetmeye dayanamayan Basat’ın annesi ve Segrek’in annesi karşımıza çıkmaktadır (Ekici, 1999b: 129, 130, 131). Bu anneler içerisinde yer alan Deli Dumrul’un annesi ise olumsuz bir anne modeli çizmektedir. Oğlu için canını vermeyen bu ana, daha sonra Tanrı tarafından cezalandırılır (Ekici, 1999b: 129-130). Yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere Dede Korkut Hikâyeleri’nde analar / kadınlar, daha çok fedakârlık yönleri ile öne çıkmaktadırlar. Bunlar namuslu, erdemli, ahlâklı ve güçlü analar / kadınlardır. Aynı zamanda hikâyelere göre değişmekle birlikte yol gösterici, kurtarıcı ve koruyucu fonksiyonlara bürünmüşlerdir. Köroğlu anlatılarında da anaların / kadınların aktif bir rol üstlendiği görülmektedir. Bu doğrultuda Köroğlu’nun eşi Nigâr Hanım, bütün keleşlerin anası olarak kabul edilmektedir. Bu kadın, Çamlıbel’deki Köroğlu kalesinin tek hâkimi olarak bilinmektedir. Ailesini ve evini korumayı kendisine görev edinmiştir (Ekici, 1999a: 11).Mömine Hanım, Köroğlu’nun oğlu Hasan Bey’in annesidir. Soylu bir kadın olan Mömine Hanım, bir ana olarak çocuğunun gelişimi ve büyümesinde aktif bir rol üstlenmiştir (Ekici, 1999a: 12). Kırgız Türklerinin Manas Destanı’nda da iki kahraman ve fedakâr ana karşımıza çıkmaktadır: Manas’ın anası Çıyırdı Hatun ve Semetey’in anası Kanıkey. Kanıkey ve Çıyırdı Hatun, Manas öldükten sonra Semetey’i Cakıp Han ve oğullarından korumuşlardır. Çıyırdı’nın yardımlarıyla Kanıkey, oğlunu babasının yanına kaçırmış ve oğlu büyüdüğünde Manas’ın intikamını almasına yardım etmiştir (Yıldız, 1995: 821-839). Dolayısıyla her iki ana, Semetey’in hem koruyuculuğunu hem de yetiştiriciliğini üstlenmiş durumdadır. Semetey’in hayata tutunması onların sayesinde olmuştur. Yine Kırgız Türklerine ait olan Er Tabıldı Destanı’nda da Agaça Ana, fedakâr bir kadın olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kadın, Ermankan’ın eşi ve Er Tabıldı’nın annesidir. 50 yaşındayken Ermankan ile evlenen Agaça, bir erkek çocuk dünyaya getirir. Oğlu Er Tabıldı’nın hayırlı bir evlat olması için elinden gelen bütün fedakârlıkları yaparak oğlunu bütün kötülüklere karşı korumuştur. Savaşçı kadın tipi özelliklerini de taşıyan Agaça Ana, mensup olduğu toplumu, ailesini ve çocuklarını düşmanlardan korumuştur (Saçkesen, 2007: 493). Şor Türklerinin destanı Ak Kağan’da ise Altın Arıg, ana fonksiyonuyla yer almaktadır. Altın Arıg, Ak Kağan ile evlendikten sonra uzun süre çocukları olmamıştır. Bunun üzerinde kocasına öğüt veren kadın, ondan ava çıkmasını ister. Ak Kağan karısının öğüdü ile ava çıkar. Ak Kağan avdayken bir oğlu bir kızı olur. Altın Arıg, çocuk sahibi olduktan sonra bütün analık görevlerini yerine getirir. Hem eşinin hem de çocuklarının koruyucusu olur (Bars, 2014a: 106). Örnek olarak ele alınan bu anaların dışında şüphesiz masal, efsane, halk hikâyesi gibi anlatılarda da fedakârlık, koruyuculuk, yiğitlik, savaşçılık, üreticilik, vb. gibi fonksiyonları üstlenen birçok ana tipi daha vardır. Ancak yukarıda da belirtildiği üzere bunların hepsini ayrı ayrı incelemek hem sınırlarımızı zorlayacak hem de asıl konumuzdan uzaklaşmamıza sebep olacaktır. Dolayısıyla bu bölümü, halk anlatılarında yer alan anaların, genel olarak Türk kültürünün millî ve manevî değerlerini yansıtan ve bu doğrultuda evlatlar yetiştiren kadınlar olduğunu belirterek bitirmek istiyoruz.

Link

http://acikerisim.ohu.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11480/6775/T%C3%BCrk%20k%C3%BClt%C3%BCr%C3%BCnde%20anal%C4%B1k%20ve%20iz%20b%C4%B1rakan%20analar.pdf?sequence=1&isAllowed=y

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder