28 Aralık 2019 Cumartesi

KUR'AN IŞIĞINDA REENKARNASYON






KUR'ÂN IŞIĞINDA REENKARNASYON


ÖNSÖZ


Çağımızda geçmişe ait bir takım batıl İnanç ve hurafelerin çağdaş kılıflar İçinde sunularak yeniden gündeme getirildiğine şahid olmakta­yız. İşte, reenkarnasyon da tenasühün yeni bir tarz ve üslupla sunulan çağdaş bir görünümü olup, zaman zaman gündeme getirilen bu tür bir iddiadır. Temeli çok eskilere dayanan bu İnanç, İnsanların ölüm ötesi hayata olan fıtri ilgilerinden ve konunun İlginçliğinden dolayı, dikkat­leri çekmekte, bu yüzden medya tarafından da sık sık işlenmektedir. Bu arada konu hakkında yeterli bilgi sahibi olmayan kimseler, anlatı­lanların doğruluğu veya İslam'ın bildirdiği âhiret inancıyla bağdaşıp bağdaşmadığı hakkında şüphe içinde kalabilmektedir. Bu da, konunun ilmî bir tarzda ele alınıp aydınlatılmasının önemini ortaya koymakta­dır.
Daha önce Kur'ân-ı Kerîm'e Göre Âhiret'in Varlığı adlı dokto­ra tezimizde [1] Kur'ân-ı Kerîm'de Anlatılan Diriliş ve Âhiret Hayatı­nın Belli Başlı özellikleri başlığı altında kısmen değindiğimiz bu ko­nuyu, önemine binâen geniş ve etraflı bir şekilde yeniden ele almayı uygun gördük. Böylece, bu teoriyi çeşitli yönleriyle ele alıp değerlendirmeye çalıştık. Öncelikle tenasüh ve reenkarnasyon kavramları üze­rinde durarak, tarih boyunca bu inancı benimseyen gruplar hakkında bıİQi vermeye çalıştık. Daha sonra, bu teoriyi savunanların ortaya sürdükleri naklî (dinî) ve aklî (felsefî) delilleri değerlendirmeye çalıştık. °n bölümde ise bu teorinin aleyhinde olan ve tutarsızlığını gösteren nklî ve aklî deliller üzerinde durduk.
Naklî delillerde konu âyetler çerçevesinde geniş bir şekilde ele alındığı gibi, Tevrat ve İndilerde geçip de reenkarnasyon manasında değerlendirilen ifâdeler de ele alınarak tartışılmıştır.
Çalışmam esnasında yardımlarını esirgemeyen değerli hocalarıma ve mesai arkadaşlarıma teşekkürlerimi arzederim.
Doç. Dr. Veysel GÜLLÜCE
ERZURUM-2004 [2]

GİRİŞ


Tenasüh ve Reenkarnasycr

Tenasüh ve reenkarnasyon kavramları çoğu kere birbirlerinin ye­rine kullanılmalarına rağmen bazı eserlerde bu iki kavram arasında bir takım farklar gözetildiği, reenkarnasyonu savunan kişi ve gruplar ta­rafından da aralarında önemli farklar olduğu iddia edildiği için birbiri­nin benzeri olan bu iki kavramı ayrı başlıklar halinde ele almanın ko­nunun daha iyi anlaşılmasında yararlı olacağı kanaatindeyiz.  [3]

I. TENASÜH


A. Tenasüh Kelimesinin Sözlük Ve Terim Anlamı A. Sözlük Anlamı


Tenasüh, Arapça bir kelime olup, nesh kökünden gelmektedir. Nesh, sözlükte iki manaya gelmektedir.
1. Bir şeyi, onu takip eden başka bir şeyle izale etmek, gidermek, İptal etmek, değiştirmek. Meselâ, güneşin gölgeyi, gölgenin güneşi, yaşlılığın gençliği izalesi hakkında bu fiil kullanılmaktadır. "... Bunun üzerine, Allah şeytan'tn ilkâ ettiklerini nesheder (giderir)" (Hacc, 57) âyetinde geçen nesh de, bu manada kullanılmıştır. [4]
2. Bir şeyi, başka bir şeye nakletmek. Meselâ, bir kitabı başka bir yere yazarak aynen oraya nakletmek, çoğaltmak bu manadadır. Ken­disinden nakilde bulunulan kitaba nüsha denir. "Biz sizin yaptıkla-rınızı istinsah ediyorduk" (Câsiye, 29} âyetinde de bu manada kul­lanılmıştır. Zamanların, asırların ve nesillerin birbirini takip edip yerle­rine geçmeleri hakkında da tenasüh ifâdesi kullanılmaktadır. [5] Aşağı­da terim (ıstılahı) manasında açıklayacağımız tenasüh, nesh'in bu ikin­ci anlamıyla ilgilidir. [6]

b. Terim Anlamı


Tenasüh, ruhun, ölümden sonra, başka bir bedende yeniden dünyaya gelmesidir. [7] Geçmişte, tekammus (yeni bir gömlek/ beden giyme) şeklinde ifade edildiği gibi. günümüzde, ruh göçü olarak da ifâ­de edilmektedir. Batı dillerindeki karşılığı, metempsychose veya trans-migration'dur. [8]
Ruhun insan bedenine intikaline nesh. hayvan bedenine geçme­sine mesh, bitkilere hulul üne resh, cansız varlıklara nakline de fesh denilmiştir. [9]
Burada şu önemli noktaya işaret edelim ki, insanın hayvan sure­tine çevrilmesi manasında kullanılan mesh, Kur'ân-ı Kerim'de anlatıl­dığı şekliyle, bir tenasüh değildir. Çünkü, mesh'i tenasühten ayıran çe­şitli farklar vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
a. İbn Abbas'ın belirttiğine göre, mesh'e maruz kalanlar, yiyip iç­memiş, nesilleri üç günden fazia devam etmemiştir. [10] Rasûlullaha (s.a.s) hayatta olan maymun ve domuzların mesh sonucu mu yarahl-dıkları sorulunca şu cevabı vermiştir: ''Yüce Allah helak ettiği veya cezalandırdığı bir kavmin neslini sürdürmemiştir. Maymun ve do­muzlar daha önce de vardı." [11]
b. Bu durum bütün insanlık için geçerli genel bir kanun olmayıp, hususî bir taife içindir. Tenâsühçülere göre ise, ruhların farklı beden­lere intikali bütün ruhlar için geçerlidir.
c. Mesh yoluyla maymun ve domuz şekline dönüştürülen kimse­nin ruhu, yine o insanın ruhudur, değişen sadece bedendir. Tenasüh nazariyesine göre ise, ruh hayvan bedenine intikal edince kendisi de bir hayvan ruhu sayılır. [12]
d.  Mesh'de ruhun başka bir bedene intikali yok. Sadece ruhun içinde bulunduğu beden değiştiriliyor.
e. Mesh'de ölüm söz konusu değil. O insan ölmeden, bedeni baş­ka bir varlığa dönüştürülüyor. Tenâsüh'de ise ruhun, ölümden sonra başka bir varlığa intikâli söz konusudur.
Kur'ân-ı Kerim'de, Allah'a isyan eden bazı toplulukların maymun, domuz gibi hayvanlara dönüştürüldüğünü (mesh) ifâde eden âyetlere [13] gelince, bunlar iki şekilde yorumlanmıştır:
Alimlerin büyük çoğunluğuna göre, bu âyetlerde geçen mesh ha­kikidir. Yani o İnsanlar gerçekten maymun ve domuz suretlerine çev­rilmişlerdir. Bazılarına göre İse bu âyetlerdeki mesh maneufdir. Yani o insanlar beden olarak o hayvanlara dönüştürülmemiş, ancak, ahlakî olarak onlara benzetilmişlerdir. Taberî, Mücâhid'den mervî olan, bu görüşü naklettikten sonra, tenkid ederek, bu görüşün Kur'ân'm zahi­rine aykırı olduğunu, çünkü bu durumun Kur'ân'da açıkça ifâde edil­diğini belirtir. [14] Razî de, bu İfâdenin mecazî olarak değerlendirilip ma­nevî mesh olarak düşünülmesinin bir mahzuru olmadığını belirtmekle beraber, mesh'in caiz olduğu hususunda alimlerin icmaından yola çı­karak, selâmetin icma-ı ümmette olduğunu, dolayısıyla âyeti zahiri üzere hamletmenin daha doğru olacağını, tevile gerek olmadığını be­lirtir.  [15]
Hz. İsa'nın kıyamete doğru tekrar dünyaya döneceğini bildiren haberleri de bu manada, yani tenasüh veya reenkarnasyon olarak de­ğerlendirmek [16] son derece yanlıştır. Çünkü rivayetlerde söz konusu edilen, Hz. İsa'nın kendisidir. Başka bir bedende dünyaya gelmiyor. Adeta, gc'-yüzüne uzun bir seyahata çıkan birisinin daha sonra geri dönmesi söz konusudur.
Resh de -eğer bu terimle insanın taşa çevirilerek öylece kalması kasdolunuyorsa- tenasüh olarak değerlendiriîmemelidir. Nitekim Ana­dolu'nun pek çok yöresinde taşa, kayaya dönüştüğü söylenen gelin­ler, gelin alayları gibi inançlar bu türden olup, tenasühle bir ilgisi yok­tur. Çünkü, o kayaların ruh sahibi olup, daha sonra yeniden bedenle-necekleri gibi bir anlayış söz konusu değildir. [17]

B. Tenasüh İnancının Tarihî Derinliği ve Farklı Tenasüh Anlayışları


Tarihin çok eski devirlerine dayanan ve pek çok toplumda köklü bir izi bulunan tenasüh inancı, kendini en kuvvetli şekilde Hint felse­fesinde hissettirmiştir. [18] Bu inancın farkh biçimleri olsa da tenasühe inananlar genel olarak iki gruba ayrılır: Birinci gruba göre, ruhlar be­denlerini terkettikten sonra aynı veya farklı türden olan bedenlere in­tikâl ederler. Bu görüşe göre tenasüh sevap ve ikap nev'indendir...
İkinci gruba göre ise, ruhlar bedenlerinden ayrıldıktan sonra sadece kendi türlerinden olan bedenlere intikâl eder, başka nev'lere geçmez­ler. [19]
Başlıcalan Hinduizm, Budizm, Caynizm ve Sihizm olan Hint kö­kenli dinlerin [20] en bariz vasfı tenasüh inancıdır. Birunî'nin ifadesiyle, "Nasıl ki, kelime-i şehadet müslümanlığın şiarı, teslis hristiyanlığm, is-bât fsebt /sabbat/cumartesi günü çalışmayı bırakmak) yahudiiiğin alâ­meti ise, tenasüh de Hint dinlerinin alâmetidir. Tenasühe inanmayan onlardan sayılmaz.'' [21]
Ancak, Hintçe'de samsara adı veriİen bu inanç Hintliierle bera­ber doğmamıştır. Hintliler de başlangıçta insanın dünyaya bir kere gel­diğine, ölümden sonra iyileri cennetin, kötüleri ise, cehennemin bek­lediğine inanıyordu [22]Kutsal kitaplarında antropomorfik karaktere bürünmüş olsa dahi yine de içten içe tevhid pırıltıları da hissedilmek­tedir. [23] Bazılarına göre, Hintlilerin en eski kutsal metinleri sayılan Rig-Veda'da görülmeyen bu inanç, daha sonraları ani bir şekilde, [24] Kriş-na'nın etkisiyie, [25] Veda metinleriyle başlayarak, Upanişadlar'da nihaî şeklini almıştır. [26] Upanişadlarda karşımıza çıkan ilk yeniiik ruhların göçü (samsara) dır. Upanişadlar'm bir çok yerinde, arzularına tabi olan insanların tekrar tekrar doğacakları anlatılmaktadır. Bu inancın, Upa-nişadlar'a çok eski halk geleneklerinden sızdığı söylenir. [27] Bazılarına göre ise, bu inanç, zannedildiği gibi Upanişadlar'da aniden ortaya çık­mış yeni bir inanç değildir. Aksine, ismen zikredilmemiş olsa bile, Hint kültürünün ilk yazılı kaynağı olarak kabul edilen Rig-Veda ilahilerinde yer aiır. [28]
Upanişadlar'daki rivayete göre, Ay Alemi'nden yeryüzüne dönen yağmur damlaları içinde toprağa düşen ruhlar, bu damlaların bitkiier tarafından emilmesiyle bitkilere, buradan da, ya doğrudan doğruya ya da hayvanlar vasıtasıyla İnsanlara intika! eder, böylece dönüş güzergâ­hını tamamlayarak, yeniden yeryüzünde bedenieşir. Ancak, bu yağ­mur damlalarının münbit bir toprağa düşme ihtimali ne ise, bir ırmak, göl veya okyanusa düşerek buharlaşması ve böylece bu olayın defalar­ca tekrarlanma ihtimali de en az o kadar, belki daha da fazladır. [29]
Hint dinİerindekİ tenasüh inancına göre, rûh (atman) ebedî olup, fenaya maruz değildir, ölüm, beden değiştirmeden başka bir şey de­ğildir. Yükselme ve terakkiyi hak eden ruh, bir meîek gibi olup gök­lerde istediği gibi dolaşıp tasarrufta bulunur. Hatta, ilah derecesine da­hi yükselebilir. Günahları ve hataları sebebiyle aşağılanmayı hak eden ise, bu tür davranışlardan uzaklaşıncaya kadar, çeşitli hayvan ve bitki bedenlerinde doğmaya mahkum olur. Ruh, zühd ve inziva yolu ile, te­nasüh çemberinden kurtulup, nirvanaya ulaşabilir. Yogalar atman'ın Brahman'la vahdet kurma yoludur. Bütün Hint dinlerinde, ilahî dinler­de bilinen şahsî, cismanî diriliş inkâr edilmektedir. Bundan dolayı ölü­lerini yakmaktadırlar. [30] İnsan yeniden doğduğunda bir hayvan bede­ninde de dünyaya gelebilir. Ancak bazı Hindu fırkalarına göre rûh, an­cak kendi nev'ine intikal eder. İnsan ruhu yine bir insan, hayvan ruhuda yine bir hayvan olarak dünyaya gelir. [31] Hinduizm'e göre. fazilet mağiup, kötülük galip duruma geidiği dönemlerde ilahlar insan kılığı­na girerek, faziletin hakimiyetini sağlarlar. Hatta bazı tanrıların may­mun, yarı-maymun, yarı-ayı gibi hayvan kılıklarında tekrar doğdukları da kabul edilir.[32]
Hinduizm'deki tenasüh inancını bütün ayrıntılarıyla Mahava-Dharma-Sastra, diğer adıyla Manu Yasa/an'nda görmek mümkün­dür. Yüzlerce maddeden oluşan bu yasaların onikinci bölümünde, dünyada işlenen çeşitli eylemlere göre, bir sonraki hayatta nasıl bir te­nasühe maruz kalınacağı etraflı bir şekilde anlatılmıştır. Bu yasalarda, üç çeşit ruh göçünden bahsedilmektedir. Bunlar, iyi ruhların ilahî do­ğaya; tutkunun hakim olduğu ruhların beşerî hale katılmaları; karanlı­ğa dalmış olanların ise, hayvanların durumuna inmeleridir. Bu üç çe­şit göçün her biri, eylem ve bilgilere nisbetle aşağı, orta, yüksek olmak üzere yine üç gruba ayrılır. Meselâ, karanlık niteliğinin en aşağı de­recesi nebatlar, kurtlar, böcekler...; orta seviyesi filler, atlar, aslanlar, kaplanlar...; yüksek seviyesi ise dansçılar, kuşlar, âdî insanlar; devler ve vampirlerdir. Tutku niteliğinin en alt seviyesi aktörler, sarhoş­lar...; orta seviyesi krallar, savaşçılar, becerikli insanlar; en üst sevi­yesi ise semavî müzisyenler, tanrı izinde olan dahîler... dir. iyilik nite­liğinin en alt seviyesi keşişler, zahitler, brahmanlar...; orta seviyesi azizler, tanrılar, yıldızların yöneticileri...; en üst seviyesi İse Brahma ve daha başka ilâhlardır. Manu yasalarında cezanın günaha uygun bir şekilde gerçekleşeceği görülmektedir. Meselâ. Buğday çalan, fare; su çalan, dalgıç kuşu; et çalan, akbaba olarak dünyaya gelir. [33]
Hayatın döngüsel (devri) bir süreç olduğu fikri, hinduların dünya görüşüne her düzeyde nüfuz etmiştir. Buna göre çağlar tekerrür eder. Yani bir bakıma çağların da tenasühü söz konusudur. Onlara göre bu durumun bir başlangıç ve sonu da yoktur, Budizm'de de benzer görüş­ler vardır. [34]
Budizm'e göre. rûh'un başka varlıklara intikali, en küçük böcek­ten insana varıncaya kadar, bütün canlılara şâmildir. [35] İnsanın sahip olduğu karmalarının bir sonucu olarak, başka alemlerde yeniden be-denlenmesi de mümkündür. [36] Budizm'in daha sonraları Allah'a imân fikrinden uzaklaştığı, böylece Allah'la bütünleşme manasında olan nir-uananın da, manasını değiştirdiği söylenmektedir. [37] Böyle bir anlayış­ta, kâinatın ezelî ve ebedî olduğu inancının rol oynadığı düşünülebilir. Sonraki dönemlerde nirvana, ruhanî temizlik merhalelerinin en üstü­ne çıkması veya insanın ruhunu karma çemberinden kurtarması ola­rak tarif edilmiştir. [38] Buda, bütün himmetini sıkıntılı doğum-ölüm çemberinden (tenasühten) bir an önce kurtulmaya sarfetmiştir. [39]
Caynizm ve Budizm bilhassa kozmoloji konusunda hemen hemen aynı görüştedir. Her ikisi de âlemi yaratılmış değil, ezelî nitelikte kompleks bir yapı olarak görür. Onlara göre âlemin başlangıç ve so­nu yoktur. İhtiva ettiği şeylerin oluşmasında da Tanrı veya başka bir gücün müdahalesi gerekmez. Caynist düşünce sistemine göre, tanrı­lık ancak karmalarla kazanılan bir mertebedir. [40] Caynizm'deki tena­süh inancına göre, rûh nihâî kurtuluşa ulaşamadığı sürece, ihtiva etti­ği karmık birikime bağlı olarak, yeryüzündeki bedenlenmelerini sürdü­recektir. Ruhun yeniden bedenlenmesi anlık bir olaydır. Beklemesi söz konusu değildir. Ancak, ekendriya olarak bilinen tek hücreli canlıla­rın tenasüh çarkının dışında oldukları kabul edilir. Böyle bir anlayış muhtemelen, tenasüh inancına pek sık oWak yöneltilen :'bu güne ka­dar pek çok ruh kurtuluşa erdiği halde niçin varlıkların sayısında bir azalma olmuyor?!" şeklindeki soruya cevap verebilmek İçin orta­ya atılmıştır. Çünkü bu anlayışa göre, kurtuluşa ulaşarak varlık alemi­nin dışına çıkan ruhların yerine ekendriyalar arasından bazı fenomen­ler girmekte, bu yüzden ruhların sayısında bîr azalma olmamaktadır. [41]
Yeniden dünyaya gelişin, ruhun tekâmülünü tamamlayıncaya ka­dar dünyaya tekrar gelmesinin sebebi olan karma [42] kanunu, Hint dinleri arasında farklı suretlere bürünmüştür. Caynizm'deki karma, Hinduizm'deki gibi amellerin karşılığını gerçekleştiren itibari bir emir değil, ezelî ve maddî bir varlıktır. Süt su ile nasıl karışırsa, karma da ruhla öyİe karışır ve insan nefsini arındırıp, dünyevî rağbetlerden uzaklaşıncaya kadar ondan ayrılmaz, tekrar tekrar dünyaya gelmesine sebep olur. [43] Pudgaiarada ekolü, karmik birikimlerin pudgala adında­ki sürekli bir varlık vasıtasıyla yeni varoluşlara taşındığını söyler. Vasu-bandhu ise, bu işin "aracı varlık"la yapıldığını, bu varlığın sahip oldu­ğu itici güç sayesinde yeniden doğumun meydana geldiği mekân ne kadar uzak olsa da, orayı görüp ulaşacağını söyler. [44] Tibet'in Ölüler Kitabı'nda ise, karma, insanın yaptıklarının görüldüğü bir nevi ayna olarak anlatılmaktadır: "... Ben hiç kötülük etmedim diye yalanlama­ya çalışacaksın. O zaman öiüm meleği karmanın aynasına bakalım di­yecek. Böyle diyerek her iyi ve kötü şeyin açıkça görüldüğü aynaya bakacak..." [45]
Budistler'in güney yorumuna göre ise, insan öldüğünde bütün huylan ve kişilik özellikleri skandha (karma taşıyıcısı) denilen psişik kalıntılar haline gelir. Skandhalar daha sonra başka birinde tekrar do­ğar. Fakat ortada, devam eden benliğe dair bir bağ yoktur. [46] Bu­dizm'deki bu karma anlayışını tenkid eden Holmes şöyle diyor: dist fikrine göre sormamız gereken soru oldukça basittir. Benim ve karmamın varisi arasındaki kimlik bugünkü benle yirmi yıl son­raki ben arasındaki kimlik kadar gerçek mi? Değilse, tekrar doğuş doktirini tamamen saçmadır.' Ona göre, karma doktrini yeniden do­ğan benlik fikrinden ayrı tutulduğu zaman tamamen anlamsız olur. [47]
Hindular arasında fcarhıa'da tanrının rolünün bulunup bulunmadı­ğı da tartışmalıdır. Sankhya-Yoga ve Mimamsa ekollerine göre, kar-mik birikimler, tanrı veya benzeri bir varlığın müdahalesine gerek ol­maksızın, zaman içerisinde kendiliğinden oluşacak ve semeresini ve­recektir. Nyâya-Vaisesika'ya göre ise» karmık birikimlerin semereleri­ni verebilmesi için Tanrının varlığı her zaman için zorunludur. Vedan-ta sistemine göre de durum böyledir. [48] Aksi halde şu sorunun cevap­sız kalacağı ortadadır: Tenasüh, karmaya göre belirleniyorsa, bunu belirleyen, meselâ, bir hayvanın insan suretinde yeniden şekillen­mesini sağlayan kimdir?
Hint dinleri, ruhun bekası ve yaptıklarının karşılığını görmesi açı­sından semavî dinlere benzese de, bu karşılığın dünya hayatında aran­masıyla onlardan ayrılır. [49] Onlar, insanların işledikleri fiillerin, yaptık­ları küçük-büyük her şeyin tesbit edildiğine inanmış, ancak bunların karşılığının tekrar dünyaya dönmek suretiyle görüleceği hatasına düş­müştür. Bu inancı, ilk suhufİardan beri bildirilen âhiret inancının, bo-zuİmuş, başka şekle bürünmüş hali olarak düşünebiliriz. Tabir yerinde ise, âhireti ve ebedî hayatı bu dünyada aramışlardır. Karma da, bir ka­nun olarak düşünüldüğünde, daha çok kader inancını, maddî bir var­lık olarak düşünüldüğünde ise, amel defterlerini hatıra getirmektedir. Ama yine, tahrif edilmiş, bozulmuş ve dünyevîleştirilmiş şekliyle...
Tenasüh inancını dinin teme! rüknü olarak kabul ettikleri için ba­zı araştırmacıiarca ateist karakterli dinler olarakda tanımlanan [50] Hint dinlerinde tenasüh inancına zıt gibi görünen cennet ve cehennem
inancının da bulunması, [51] hindilerin ilk dönemlerindeki sahih dinleri­nin bir bakiyesi ve uzantısı olarak yorumlanabilir. [52]
Birunî'ye göre, hintlüerin tenasühe inanmalarının nedeni, ruhun ilahî kurtuluşunu temin edecek nihâî bilginin, ancak böyle silsile halin­deki varoluşlar süresince edinilecek tecrübelerle elde edilebileceğine inanmalarıdır. Çünkü, onlara göre, tek bir varoluş müddetince böyle bir tecrübenin tamamlanması mümkün değildir. [53] Hintlileri bu inanca götüren düşünce şöyle açıklanmaktadır: Arzular hayatımızda çok etki­lidir. Ancak arzularımız başkalarının hayatını da etkilemektedir. Arzu­larımızdan kaynaklanan davranışlarımızla başkalarına iyilik veya kötü­lüklerde bulunabilmekteyiz. Bu yüzden, Sanskiritçe'de karma adı veri­len karşılık kanununa (kânunu'l-cezâ) maruz kalmak kaçınılmazdır. Çünkü tabiatta küçük olsun büyük olsun insanın hiç bir amelini ihmal etmeyen, aksine karşılığını veren bir nizam vardır. Ancak hindûlar, ya­pılanların karşılığının çok kere bu dünya hayatında gerçekleşmediğini, zalime cezasının, iyi kimseye mükâfatının veriimediğini görerek, yeni­den bedenlenme yani tenasüh yoluyla bu durumun gerçekleşeceğini düşünmüşlerdir. Ayrıca, onlara göre, bedenden ayrılan ruhun maddî âlemle ilgili arzu ve istekleri, başkalarına karşı yerine getirmesi gere­ken pek çok borç ve görevi vardır. Dolayısıyla başka bedenlerde yeni­den dünyaya gelmeiidir. [54]
Hint toplumlarında var olan sınıf farklılıklarına dayalı toplumsal düzenin (kast sistemi) de bu inancın revaç bulmasında etkili olduğunu düşünebiliriz. Keza, bu sistemin tenasüh inancının bir tezahürü olarak doğup geliştiğide düşünülebilir.
Eski Mısırlılar'da da tenasüh inancına rastlanmaktadır. [55] Bu inan­ca sahip olaniara göre, kötülükleri galip gelenler hayvan bedenlerine sokularak tekrar dünya hayatına dönerler. Hatta, iyi ruhlar da üç bin yıllık cennet hayatından sonra eski bedenlerine girerek yeni bir imti­han için tekrar dünyaya dönerler. [56] Eski Mısırlılar'ın, cesetleri mum­yalayarak çürümemeteri için büyük Özen göstermelerinin temelinde bu inancın yattığı tahmin edilmektedir. Onlara göre rûh, ancak cisim sağ kaldığı müddetçe yaşayabilir ve ruhun tekrar bedenine dönmeside ancak bu sayede gerçekleşebilir. [57] Mumyalama, reenkarnasyonla mücadele veya geciktirme çabası olarak [58]veya ölülere saygının, on­ları memnun etmenin bir gereği ve ölümden sonraki hayata inanma­nın bir tezahürü olarak da değerlendirilmektedir. [59]
Eski Mısır'da, Hz. Musa zamanındaki Firavun döneminde ortaya çıktığı söylenen bu inanç, [60] Mısır'da sınırlı, hatta daha çok firavunlar için geçerli idi. Çünkü, firavunları ilâh sayan Mısırlılar onların öldüğü­nü görünce çare olarak; ölenin sadece ceset olduğunu, ruhun ise o fi­ravunun evlat veya torunlarından birinin cesedinde başka bir firavun olarak tekrar dünyaya geldiğini düşünmüştür. [61]
Tenasüh İnancı Eski Yunan'da M. Ö. VI. asırda ortaya çıkan ve Trakyalı Örfe tarafından kurulan orfizm mezhebinde (orfeciük) görü­lür. Orfik doktrine göre insan, ruhunu hapiste tutan bedeninin bağla­rından kendini kurtarmak zorundadır. Nihaî özgürlük için önünde uzun bir yo! vardır. Ölüm bu bağları kısa bir zaman için koparmakta­dır. Çünkü rûh kendini tekrar bir beden içinde bulmaktadır... Bir çok insan ve hayvan bedenlerinde yaşamak üzere zaruret çemberi içinde­ki yolunda ilerlemeye devam etmektedir. Tekrar doğuşlar çarkı onun üzerinde umutsuzca dönmektedir... Doktrinin ilginç bir yanı da, tekrar doğuş çarkı sayesinde sadece ruhların değil, tüm evrenin de tekâmül ettiği düşüncesidir. [62]
Bu inanç, Fisagor ve Eflatun tarafından da benimsenip geliştiril­miştir. RûhunJyok olmayacağını fakat tenasüh yoluyla başka varlıkla­ra geçeceğini ve böyiece ardarda gelen yeni doğuşlarla temizlenece­ğini söyleyen Fisagor, kendisinin de tenasüh geçirdiğini anlatmıştır. [63] Onun öğretisi, sonunda tanrı katma ulaşmak üzere, ruhun arınmasını temel edinmektedir. Bu öğretiyle Orfik öğreti ve Empedokies öğretisi arasında büyük bir benzerlik vardır. Hepsi de şunu söylemektedir: Ruh ezeiî olduğu gibi ebedidir de. Tüm caniı varlıklar birbirine bağlıdır. Onun içindir ki, hayvanları öldürenler ve etleriyle beslenenler dine ay­kırı davranmaktadır.' Çünkü kendileriyle aralarında kan birliği bulunan varlıkları öldürmektedirler. Gelip geçici yolcular gibi, ruhlar da mes­ken değiştirmekte, başka başka bedenlere can vermektedirler. [64] Efla­tun, rûh'un tabiatını ve özelliklerini açıklamak için anlattığı misâllerin­de ruhun tekrar dünyaya dönüş keyfiyetinden bahsetmiştir. Ruhların transmigrasyonuna ilişkin anlattıklarına göre, bedeni terk eden ruh, hades'e intikal etmekte ve orada kendisine benzeyen şeye doğru meyletmektedir. Ümit vadeden ruhlar bir süre bekleyip tekrar beden-lenmekte, her ruh ihtiyacına göre bir beden seçmektedir. [65] Ayrıca, Sokrat, Pindar, Empedokies ve daha başka Yunan filozoflarının da te­nasühe inandıkları söylenmektedir. [66]
Sabiiler'in Harranîyye (Harnâniyye) kısmında da, tenasüh görü­şü hâkimdi. Onlara göre, geçmiş asırlarda yaşayan ruhlar -iyi veya kö­tü- yaptıklarının karşılığını görmek üzere, bu dünyaya tekrar döner-ier. [67] Mecusilerin fırkalarından olan Tenâsühiyye, adından da anlaşı­lacağı üzere tenasühe inanıyor, ilahî dinlerin tebliğlerini reddediyor­du. [68]
Bağdadinin bahsettiği ve İslâm öncesi dönemde bulunan Seme-niyye'den bir grup da tenâsülre İnanmıştır. Bunlar, İnsan ruhunun kö­peğe, köpek ruhunun insana geçebileceğini, bir bedende işlenen gü­nah ve sevabın karşılığının başka bir bedende görüleceğini savunmuş­tur. Bu fırka, beş duyunun algı alanı dışındaki şeyleri inkâr etmesine rağmen, duyularla algılanamayacak bir şeye, yani tenasühe inanmış­tır. [69]
Maniler [70] de tenasühe inanmıştır. Manî, bazı kitaplarında şunları söyler: Bedenlerini terkeden ruhlar iki kısımdır: Birinci kısım, sıddık-ların ruhları olup, nura kavuşan ve daimî bir sürür içinde olanlardır. İkinci kısım, dalalete düşenlerin ruhları olup, bu ruhlar, yüce nûr'a ulaşamayıp, baş aşağı yuvarlanan, sonra da çeşitli hayvan bedenlerin­de zulmet şaibelerinden tasaffî edinceye kadar tenasühe maruz kalan ve ancak bundan sonra yüce nûr'a ulaşanlardır. [71]
Tenasüh, Hristiyanlık öncesi Roma'da da izleri görülen bir inanç­tı. Kültürlerini Antik Yunan'ın etkilediği Roma'da bu inanç hem entel-İektüeller hem de halk arasında yayılmıştı [72]Galyalılarda da, bu inan­cın yerleştiği, hatta birbirlerine, iler ki hayatlarında ödenmek üzere ödünç para verdikleri anlatılmaktadır. [73]
Arapların İslâm'dan önceki Cahiliyye dönemindeki bir takım inançları da tenasüh olarak değerlendirilmiştir. [74] O dönem Arap şi­irinde de izleri görülen Hâme inancı bunlardandır. Ancak, bu inancın asıl tenasüh inancıyla pek de iigisi olmadığı ortadadır. Çünkü o dönem Araplarının ekserisinin İnandığı bu- inancına göre, öldürülmüş kimsenin bünyesinden bir baykuş (hâme) çıkarak o kimsenin intikama alın­mamışsa, her yüz yılın başında Öldürülenin başucuna varır ve bana su verini bana suuerin! diye bağınr. [75] Görüldüğü gibi, burada açık bir şekilde o insanın baykuşa dönüşmesinden bahsedilmiyor. Ayrıca bu baykuş sürekli olarak değil, yüz senede bir ortaya çıkıyor.
Câsiye sûresi 24. âyette geçen dehrîlere ait, "Hayat ancak bu dünya hayatıdır. Ölürüz, yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder" sözleri de bazıları tarafından cahiliye zamanındaki tenasüh inancını dile getirdiği şeklinde yorumlanmıştır. [76] Ancak, âhireti inkâr etmek İçin bahane olarak ileri sürdükleri, "Doğru söylüyorsanız bi­ze atalarımızı geri getiriniz (Duhân, 36), "Bana diriltileceğim! mi söylüyorsunuz, halbuki benden önce çok asırlar geçti...' (Ahkâf, 17) gibi âyetler ise, onların böyle bir inanca sahip olmadıkla­rını imâ etmektedir. [77] Çünkü eğer böyie bir inançları olsaydı, Öldük­ten sonra dirilmeye itiraz sadedinde bu şekilde değil de, "... böyle bir şey yok, başka bir âlem yok. Biz ancak bu dünyada yeniden bedenlenir, yaptıklarımızın karşılığım bu dünyada görürüz" gibi ifâ­deler kullanırlardı. [78]

C. Yahudilik, Hıristiyanlık Ve İslâm Dünyası'nda Tenasüh İnancı


a. Yahudİlİk'te Tenasüh


Bazı gruplar hariç, genelde tüm ilâhî din mensuplarınca kabul görmeyen tenasüh inancı, Essenîler ve Ferisîler gibi batınîlik taraftan bazı yahudî fırkalarında, harici etkilerden dolayı, sonradan üretilmiş inançlardan biridir. [79] Kabala (Kabbala) ve başka bazı yahudî kaynak­larında bu inancı ortaya koyan ifâdeler olduğu, bazı yahudi hahamla­rının [80] da bu İnançta olduğu söylenmektedir. [81] Ancak, ortodoks ya-hudiler, bu inanca başka dinlerden yahudiliğe sokulmuş sapık bir inanç olarak bakarlar. [82] Bu inancı taşıyan fırkalara göre, bir yahudî Tevrat'ta açıklanmış olan vasiyetleri tam olarak yerine getirmeyip la­nete maruz kaldığı takdirde, bu lanetten kurtuluncaya kadar tekrar tekrar dünyaya gelecektir. [83] Bazı araştırmacılara göre ise, yahudi hal­kı iki kısımdır. Bir kısmı dünya hayatını hür ve mutlu olarak yaşamış­tır. Bunlar maddî refah yanında Aüah'ın rızasını da kazanmıştır. İkinci kısım ise, öncekilerin aksine esaret ve sürgün hayatı yaşamış olup, bunlar tekrar dünyaya dönerek, dünya nimetlerinden nasiplerini alıp faydalanacaktır. [84] Elkasaî adında bir yahudi tarafından Ii. yüzyılda ku­rulmuş Elkasaid (Sampseen) tarikatı bu gruplardandır. [85]
Yahudilerin, "Bize cehennem ateşi ancak bir kaç gün do­kunacaktır" (Bakara, 71) şeklindeki iddialarından onların dünyaya tekrar dönüşe inandıklarına dair bir îma hissedüebilirse de, başka âyetlerde anlatılan, âhiretin sadece kendilerine has olduğunu ve an­cak kendilerinin cennete gireceğini belirten ifadelerinden [86] hareket­le, bu sözlerinin de, cehennemde bir kaç gün ceza çektikten sonra cennete gireceklerine inandıkları şeklinde yorumlanmasının daha doğru olacağı söylenebilir. [87]

b. Hıristiyanlık'ta Tenasüh


Tenasüh, hristîyanlar tarafından yasaklanmış bir inançtır. İddiaya göre, bu inanç kilise babalarından biri olan Origen (185-254) tarafın­dan savunulmuşsa da, İstanbul Konsili 553 senesinde Origen yandaş­larını mahkum etmiş ve inançlarını putperestlik olarak iian edip lanet-lemiştir. Dönemin imparatoru Justinİanus'un İstanbul konseyi şöyle bir bildiride bulunmuştur: "Her kim ruhun daha önce de var olduğu ve onun daha sonra tekrar döndüğü yönündeki efsanevî öğretisi­ni desteklerse aforoz edilecektir," [88] Ancak reenkarnasyona karşı çı­kan bazı hristiyan yazarlar bu ve diğer kilise babalan hakkındaki reen­karnasyon İddialarının asla doğru olmadığını savunurlar. [89]
Daha sonraları da, ruhçuluk akımlarının revaç bulmasının bir so­nucu olarak, ruh çağırma celselerinde rastlanılan pek çok obsesyon olayından, uçarı ve alaycı cinlerin gürültü ve patırtılarından hareketle Hristiyan Kilisesi, haklı olarak, spiritizmie ilgili fenomenleri şeytanla­ra mal etmiştir. [90]
Ancak bu inancın, bazı hristiyanlar arasında bilhassa Essenîler'in etkisiyle yayıldığı ve başta ilk hristiyan tarikatlarından Catharîler ol­mak üzere çeşitli tarikatlarda görüldüğü söylenmektedir. [91]

c. Islamî Fırkalarda Tenasüh


İlerde etraflıca göreceğimiz üzere, İslâm Dini'nde yeri olmayan te­nasüh akîdesi, muhtemelen çevre kültürlerin etkisiyle bazı İslâmî fırka­larda da yer aimış görünmektedir. Ruhların bedenlerini terkettikten sonra başka türden varlıkların bedenlerine de girebileceğini söyleyen bu görüş taraftarlarından bazıları, Mutezileden, Ahmed b. Hâbıt ve ta­lebesi Ahmed b. Eyyub b. Bânûş ile, Fadl Hadebî, Ahmed b. Muham-med ei-Kahtî ve Abdulkerim b. Ebi'1-Avcâ' ve Ebû Müsİim el-Horasa-nî ile tabip Muhammed b. Zekerİyya er-Râzî'dir. [92] Karamite fırkası da bu kanaattedir. Bunlar, tenâsüh'ün ceza-mükâfat tarzında olduğunu benimser. Bütün fiilleri kötülük olan kimse hakkında ise farklı görüş taşımaktadırlar. Bazıları, bu tür kimselerin ruhlarının şeytanlardan ol­duğunu, Ahmed b. Hâbıt ise, böylelerinin cehenneme girip orada ebedî kalacağım söylemiştir. Bütün fiilleri İyilik olan kimse hakkında da benzer bir şekilde, bazıları bunların melekler olduğunu söylerken, İbn Hâbıt bunların cennete girip orada ebedî kalacağını söylemiş, [93] ancak Allah'ın emirlerinden bir kısmını yerine getirip bir kısmını yeri­ne getirmeyenlerin ise, tekrar dünyaya döndürülüp, insan, hayvan, kuş, böcek gibi çeşitli kesîf kalıplar içinde, önceki hayatlarında işledik­leri günahları nisbetince, zor ve sıkıntılı imtihanlara tabi tutulacağını belirtmiştir. Günahı az olanın çilesi daha az ve girdiği kalıp, günahı çok olana göre daha güzel olur. Günahlardan tam olarak arınıncaya kadar bu kalıplarda dolaşıp durur. Bu arada Allah, devamlı olarak hay­vanlardan da peygamberler gönderir ve onlar da mükelleftir. Böylece amelleri tamamen itaatia dolu olan kimse, yaratıldığı yer olan cenne­te ebedî kalmak üzere girer. Aksi halde ise, cehenneme girer ve ora­da ebedî kalır. [94] Böylece, onlara göre, hayvanların neden mükellef sayıldığını. da anlıyoruz. Çünkü, onlar da birer insan idi veya insan ol­maya adaydırlar. Kaderiyye'den Hımariyye adlı fırka da bu görüşleri ondan, yani İbn Hâbıt'tan almıştır.
İbn Hâbıt'in talebesi, Ahmed b. Eyyûb b. Bânûş'a göre ise, Allah bütün varlıkları atom {eî-cüz'ü'i-lâ yetecezzâ) şeklinde ve bir defada yaratmıştır. Hayat ve akıl sahibi olan bu zerreleri her bakımdan eşit kılmış, sonra onları imtihana tabi tutup karşılığında mükâfatlandır­mak veya oldukları hal üzere kalmaları hususunda serbest bırakmış, bunun üzerine bir kısmı imtihanı kabul etmiş, diğerleri ise kabul etme­miştir. Kabul etmeyenleri oldukları hal üzere yaratıldıkları yerde bırak­mış, kabul edenleri ise, dünyâda imtihana tabi tutmuştur. Bu imtihan sonunda kendisine âsî olanları, ilk durumlarından daha alt bir dereke­ye indirmiş, itaat edenleri ise daha üst dereceye çıkarmıştır. Sonra on­ları çeşitli kalıplara intikal ettirmiş, sonuçta bir kısmı insan olmuş, bir kısmı da günahları sebebiyle çeşitli hayvanlar olmuşlardır. [95] Daha son­ra o, hocası Ahmed b. Hâbıt'in görüşünün aksine, hayvan olanlardan teklifin kaldırıldığını ve hayvanların çeşitli hayvanî suı etler içinde eza ve cefaya maruz kalarak günahlarının karşılığını görüp, ardından ilk hallerine döndürüleceğini söylüyor. Sonra Yüce Allah onları, başlan­gıçta olduğu gibi ikinci defa, imtihana tabi tutulup tutulmama husu­sunda serbest bırakır... Bu durum böylece tekrarlanıp durur. Mükellef­lerden bir kısmı ise. itaate devam ederek peygamber veya melek ol­maya liyakat kesbeder. [96]
Kahtî'ye göre ise, henüz insan olmamış varlıklara mükellefiyeti Al­lah arzetmemiş, aksine oniar derecelerinin yükseltilmesini ve birbirle­rine üstünlük sağlamayı isteyince Alİah da onlara böyle bir şeyin an­cak teklîf ve imtihanla olabileceğini, mükellef olup da isyan edenlerin de cezayı hak edeceklerini söylemiş, oniar da bunun üzerine imtihana tabi tutulmak istememişlerdir. O'na göre, "Biz emâneti göklere, yere ve dağlara arzettik de, onlar kabul etmeyip yerine ge­tirememekten korktular..." (Ahzâb, 72) âyeti bu durumu ifâde et­mektedir. Ebû Müslim'e göre ise Allah, ruhları yaratıp mükellef kılmış, bunlardan bir kısmının kendisine itaat edeceğini, bir kısmının ise isyan edeceğini önceden bildiği için, mesh ve nesh yoluyla günahlarının ce­zası miktarınca çeşitti kalıplarda cezalandırmıştır. [97]
Şii mezheplerinden olan İsmailîler'de de, hulul ve tenasüh inanç-lannın bulunduğu söylenmektedir. Onlara göre, imansız ruhlar devrin imamını tanıyıncaya dek, doğumla ölüm arasında gidip gelecekler, onu tanıyınca kurtuluşa ereceklerdir. [98] Ismailî Yeni Tefsir adlı eserde şu ifâdelerin yer aldığı belirtilir: "İnsanların ve hayvanların ruhları dün­yaya çocukluk deresi vasıtasıyla dönerler... Ölen kişi Tann'ya döner, daha sonra yeni bir bedende tekrar doğar. Ceset mezarda kalır, rûh döl yatağına döner... İnsan ruhu hayvan bedenlerine girmez. Aksine, geri düzeyii hayvanların ruhiarı, önce daha gelişmiş ruhların, sonra vahşilerin, daha sonra da medenî insanların bedenlerine geçerler..." [99]
Bağdadî, hulul inancını da bir nevi tenasüh kabul ederek, bu ka­naatte olan Beyaniyye, Hattabiyye, Cenâhiyye, ve Râvendiyye adlı ra-fizî fırkalarının, ilah ruhunun imamlara tenasüh ettiğini söylediklerini kaydetmiştir. Bu sapık görüşü ilk söyleyen ise, ilahî ruhun kendisine hulul ettiği iddiasıyla, Hz. Alî'nin ilah olduğunu söyleyen, Rafizî Sebe-iyye fırkasıdir. Keza, diğerleri de başkaiarı hakkında bu iddiada bulun­muşlardır. Bu gruplar ilâhî rûh'un hululüne inanıyor, insan ruhları için tenâsühden bahsetmiyorlardı. [100] Dolayısıyla bu fırkaları tenâsühçü ola­rak nitelendirmek isabetli değildir. Aksi halde bütün hristiyanları da te-nâsühçüler grubuna katmak gerekir.
Rafizilerin on iki fırkasından biri olan Tenâsühiyye de, adından da anlaşıldığı üzere, tenâsühçü fırkalardan biridir. [101] Tasavvufî bir ekol olan Hurûfîler'in de, açık bir şeküde tenasühü savundukları söylen­mektedir. [102]
Batınîlik'ten doğmuş dinî bir akım olan ve hulul nazariyesine ina­nan; cennet ve cehennemi bu dünyada arayan Nusayriler'e göre de, Nusayri olmayanlar, Hz. Ali'yi tanımayan ve sevmeyenler, eşek, kö­pek, yılan, akrep gibi hayvan suretlerine girer. Ali'ye inanan gerçek Nusayrilerin ruhları ise, yıldızlara dönüşerek nurlar alemine yükselir. [103]
Yezidîler'de görülen tenasüh inancının. Sabüliğin etkisiyle gelişti­ği söylenir. Şeyh Ali b. Misafir'e ait olan kutsal kitapları Kitab-ı Cil­vede, bu inanç şöyle dile getirilir: Bu dünyada tarafımdan tahdid olunan müddetten ziyade kimsenin yaşamasına müsaade yoktur. İstersem diğer bir aleme tenâsüh-i ervah tarikiyle gönderirim.[104] Onlar, insan ruhunun öldükten sonra iyilik ve kötülüğüne göre değer­lendirilerek, iyi bir insan ise ruhunun başka insanlara, kötü ise hay­vanlara geçtiğine inanırlar. Cezalarını çektikten sonra iyi insana dönü­şürler. İyi ve temiz ruhlar semâda gayb aleminde hayırları, gizli sırları keşfederler. Cehennem, kötülerin bu dünya hayatında muhtelif hay­van bedenlerinde çektikleri ızdıraptır. Onlara göre, Hasan-ı Basrî'nin (veya Hallac-ı Mansur'un) ruhu su kenarında dolaşırken su ile beraber kızının testisine girmiş, o sudan içmesiyle de hamile kalıp daha sonra babasına benzeyen bir çocuk doğurmuştur. [105]
Bektaşilikte de tenasüh inancının izlerini görmek mümkündür. [106]
Dürziler de tenâsüh'e inanırlardı. Onlara göre rûh, bir gömleği çı­karıp diğerini giyer gibi beden değiştirir. Ölmek, gömlek değiştirmek ve bir kalıptan çıkıp diğerine girmektir. İnsanlığın nefisleri Akl'in yani Hamza b. Alî'nin nurundan yaratılmış olup, sayıları her zaman ve me­kanda birdir. Cezâ-mükâfat, cennet-cehennem'in bu dünyada olduğu­na inanırlar. [107]

D. Tenasüh İnancının Günümüzdeki Durumu


Yukarıda bahsedilen din ve fırkalardan günümüz dünyasında ha­yatiyetlerini sürdürenlerdeki tenasüh anlayışlarının yanında, bilhassa günümüz ilkel kabilelerinde ve yerli halklarda olmak üzere dünyanın pek çok yöresinde çeşitli tenasüh inançlarına rastlanmaktadır. Addi-son, eserinde bu konuyla ilgili oiarak çoğunluğu Afrika yerli kabilele­rinden olan ilginç örnekler verir. Örneğin, Kuzey Rodezya'daki bazı kabilelere göre rûh, her türlü hayvan bedenine geçebilir, ancak aslan olmak sadece krallara hastır. Benzer imtiyaz, Zulu ve Banyankol ka­bilelerinde de vardır. Çünkü bunlara göre de su aygın olmak kraliçe­lere hastır. Zuluİar bir yılan tarafından evlerinin sıkça ziyaret edildiği­ni görünce ona "baba"' ismini verirler. Bazı Kamerun kabilelerinde, yetim ve yoksul kimselerin ancak şempanze suretinde bedenleneceği-ne inanılır. Kongo'nun Ababu'ları gelecek hayatlarında olmayı bekle­dikleri leopar, goril, ceylan gibi herhangi bir hayvanın etini yemekten kaçınırlar. Benzer inanç Kuzey Yeni Gine'deki Papular'da da vardır. Lifu kabilesi yerlilerinde ve Salomon adalılarında görülen bir inanca göre, ölümünün yaklaştığını hisseden bîr kimse, gelecek hayatını ga­ranti altına almak için aile efradını başucuna toplayarak, onlara, ruhu­nun gelecek hayatta konuk olmasını beklediği her türden olabilen çe­şitli hayvanları sıralar. Böylece o insanlar da, bu hayvanlardan sakınır ve onları öldürmezler. Bazı yerlilerde ise, tenasüh sihirbaz ve seçkin kimseler için geçerli olup, bu insanların bir dahaki hayatlarında gerge­dan ve fil bedenlerinde konuk olacaklarına inanırlar. Borneo orman­larında yaşayan Dayaklar'da ölenin ruhunun çok defa bir böcek veya ormandaki bir bitki olmak arasında dönüp durduğuna inanılır. Bazı Paraguay kabileleri domuz eti yemekten imtina eder ve "bu bir in­san!" derier. Bazı Eskimo'larda dul kadınlar sihirbazın tavsiyesi üzeri­ne Örneğin bir mors balığının etine dokunmaz. Çünkü büyücü ona, kocasının bir morsa yerleştiğini söylemiştir... [108]

II. REENKARNASYON


A. Reenkarnasyon Kelimesinin Sözlük Ve Terim Anlamı


a.  Sözlük Anlamı


Reenkarnasyon (Reincarnation) sözlükte tenasüh, tekammüs, te-cessüd-ü cedîd, [109] ruhun bir cisimden ötekine, kimi kez de insandan hayvana, hayvandan insana geçmesi, rûh göçü [110] manâlarına gel­mektedir. Kökü, bedenlenme, bir bedene bürünme manasındaki en-karnasyon'dur. [111] Buna göre reenkarnasyon, tekrar bedenlenme ma­nasına gelmektedir. Renaissance (tekrardoğuş) da aynı manadadır. [112]

b.  Terim Anlamı ve Tenâsüh'ten Farkı


Sözlüklerde tenasühle aynı manaya gelmesine karşın, bilhassa gü­nümüzde bu fikri savunan bazı gruplara göre reenkarnasyon tenasüh­ten fakiı ve daha husûsi bir manâda kullanılmaktadır. Buna göre, re-enkarnasyonda bir gerileme, hayvan bedenlerine intikal söz konusu değildir. Bu yönüyle reenkarnasyon, daha çok doğu öğretilerinde gö­rülen ruhun başka bir varlığın bedenine geçmesini İfade eden tenasüh ve ruh göçünden, başka bir ifadeyle metempsychose ve transmigrati-on'dan tamamen farklıdır. [113] Böylece bu kavramda bir anlam daral­ması oluşmuştur.
Yeni tenâsühçüler olarak da isimiendirebileceğimiz, [114] günümüz­de reenkarnasyonu savunan kimselere göre, reenkarnasyon yani dün-yaya tekrar gelişin Hint felsefe ve dinlerindeki tenasüh ile esas ve amaç bakımından hiç bir İlgi ve münasebeti yoktur Çünkü, tenasüh­te tekâmül fikri yoktur. Ceza ve mükâfat esasına göre bir geliş, gidiş vardır. [115] Reenkarnasyonda ise, dünyevî bağlardan kurtulamamış rûh-lann tekâmüi İçin dünyaya tekrar gelmesi vardır. Varlık, dünyaya her bağlanışında geçmiş hayatlarının toplu ürünü olan bir durumla karşı­laşır. Tekâmülde hiç bir zaman geri dönüimeyeceği (tedennî olmaya­cağı) kabu! edilmiştir. [116] Bunlara göre tenasüh diye bilinen inanç, tek­rar doğuşun dejenere olmuş bir halidir. [117] Ancak bütün reenkarnas-yoncuların aynı fikirde olmadıklarını ve bazılarının -başka tür canlılara intikâl etmeksizin- bir tedennîden de bahsettiklerini görüyoruz. Örne­ğin Papus şöyle diyor: "Maddî bedenin ölümünde rûh, alt bir halden üst bir hale geçer, tekâmül eder (evolüsyon). Bunun tam tersine ola­rak, yeni bir bedenin doğumu gerçekleştiğinde ruh bu kez üst bir hal­den alt bir hale geçer, seviye yitirir (envolüsyon)". Papus bu konuda şöyle bir örnek veriyor: Servetini kötüye kullanmış olan bir zengin, elindeki kudreti kötüye kullanmış olan bir iktidar sahibi, tüm yaşamı boyunca, ters bir talihle mücadele etmek zorunda kalacak olan bir in­san bedenine reenkarne olurlar. [118] Aslında dikkat edildiğinde reenkarnasyon inancının da gizli bir mükafat ve mücazat temeline dayan­dığı görülecektir. Çünkü bu anlayışa göre de insan gelecek hayatını şimdiki fiil ve davranışlarıyla şekillendirmektedir. [119]
Bu teorinin İslâm'daki âhiret inancına zıt düşmediğini söyleyenle­re göre, olgunluk kazanmış mümin insanlar değil de, âhireti inkâr eden kemâl bulmamış cehennemlik insanlar, kemâle ermek üzere tek­rar bedenlere sokularak yeniden yaratılabilir. [120] Ancak bu fikrin, cen-net ve cehenneme inanan az sayıdaki bir gruba ait olduğunu belirt­mekte yarar var. Çünkü reenkarnasyona inananların büyük çoğunlu­ğu, cennet ve cehennemi, çeşitli tevillerle aslî manalarından uzaklaştı­rarak, bir nevi inkâra sapmışlardır. Hatta bir kısmı ise ateist olup, "materyalist spirit" [121] türünden kimselerdir. Aslında bu durum garip-senecek bir şey değildir. Çünkü bu inancın temelinde, alemin ezelî ve ebedî olduğunu savunan eski Hint dinlerinin inanç sistemi yatmakta­dır. Nitekim Papus, bu dünya hayatını cehennemin alanlarından biri olarak nitelendirirken başka bir yerde ise, tekâmül mefhumunun cen­net ve cehenneme ilişkin ilahiyat anlayışlarını sona erdirdiğini söy­ler. [122] Papus, Suryakanta'nın şöyle dediğini nakleder: "Şayet bir ce­hennem varsa, ben bunun dünyadan başka bir yerde olmadığı düşün­cesindeyim." [123] "Cennet ve cehennem bir yer değil bir oluş halidir." [124] Şu ifadelerde de, bazı ruhçularca dünya hayatının bir tür âhi­ret olarak takdim edildiğine şahid oluyoruz: "İnsanlar ölüm vardır, âhi­ret vardır diyerek bir takım sadıkane ve samimi ifadeler kullanıyorlar­sa da, hayır, ölüm yoktur, doğuşlar vardır. Şimdi buradayım, ben âhi-rette doğmaya gidiyorum, âhiretteyken de ben şimdi dünyaya doğma­ya gidiyorum... Varlıklar burada, dünyada... Çünkü, Öteâlem burada... Ötealem bir fenomendir ve herhangi bir onaya ihtiyacı yoktur. İnsan­lar istedikleri zaman o ortamla bağlantı kurabilir, tecrübesini yaşaya­bilirler. Bu durum, başka bir kimseyi de- ilgilendirmez. Ayrıca, fizik plânla ötealem plânını birbirinden ayırt etmemiz mümkün değildir... Varlık, kendi hesabını kendi görecek kadar şereflidir, büyüktür, her­hangi bir yerde tartılmaz. Yargılamayı varlık bizzat kendisi yapar. Bü­yük mahkeme, bizzat varlığın kendi içinde, kendi kendine kurmuş ol­duğu mahkemedir... Demek istiyoruz ki, cennet ve cehennem yoktur. Cennet ve cehennem vardır ama, herkesin kendi cenneti, kendi cehennemi vardır. Herkes kendi cennet ve cehennemini yaşar. Hatta sü­rekli olarak cennette kalmak, sürekli cehennemde kalmak aynı şey­dir... Ne ebedî mutluluk vardır, ne de ebedî mutsuzluk. Tanrı hiç kim-seyi cezalandırmaz/' [125] Çaycı da şunları söylüyor: "Ruhçuluk öğreti­sine tanıdık olanlar, sembolik olarak yatay ve dikey anlamda sonsuz sayıda ruh ve madde âlemleri olduğunu biiirler. Kur'an'da geçen cen­net ve cehennem terimleri, yeryüzü İnsanları için dikey anlamdaki alemleri anlatan sembolik ve izafî ifadelerdir. Eğer bugünkü bulundu­ğumuz düzeye nazaran daha ileri ve üst düzeyde bir âlemden söz ede­ceksek, cehennem hayatı söz konusu olacaktır. Dar anlamda cennet ve cehennem, bu dünya üzerinde de aynı zamanda bulunmakta­dır.. [126]
Spirtizm, inanç esaslarıyla alakalı bu tür farklı yaklaşımları sebe­biyle, yeni bir din olarak isimlendirilmiştir. [127]

B. Recnkarnasyon Teorisi ve Farklı Tezler


Bu teoriye göre, varlığın esası ve özü olan rûh, çeşitli elbiseler gi-yiyormuş gibi, tekâmülü boyunca muhtelif bedenlerde tezahür eder. Varlık dünyaya her bağlanışında geçmiş hayatların toplu ürünü olan bir durumla karşılaşır. Bu durum, varlığın kendi faaliyetlerinin bir so­nucudur. Kaderin mahkumu olmayıp, kendi kaderini bizzat kendisi ha­zırlar. Bu kader, Hindu inancındaki karmadır. [128]
Görüldüğü gibi, günümüzde reenkarnasyonu savunan kimseler, Hint dinlerindeki karma inancını aynen benimsemektedir. Kader'in tersine okunuşu diyebileceğimiz bu inanca göre, kaderi belirleyen tan­rı değil, insanın kendisidir. İnsan kaderine göre yaşamaz, kaderini be­lirler bir tarzda yaşar... İnsanın şimdiki hayatı ruhun geçmişteki duru­mu tarafından belirlenmiştir. Gelecekteki sosyal durumunu da yine şimdiki toplumsal yaşamı belirlemektedir.. [129]
Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, insanların suçlanması doğru gö­rülmemektedir. Çünkü onlar karmalarının belirlediği şeyleri yerine ge­tirmektedir. Bu konuda Papus'un söyledikleri ilginçtir: "Bir cinayet iş-lendiği zaman, bilen ve kendini hatırlayan kişi, yazgısı yüzünden kor­kunç ve kaçınılmaz bir rolü oynamakta olan o katil için dua etmelidir. Bilmeyen kişi ise, göğsünü yumruklarken şöyle der: ... Bence dünya­yı, alçakça eylemiyle tüm insanlığı lekeleyen bu katilden temizle­mek gerekir. Bu merhametten yoksun ruh, gelecekteki yaşamların­dan birinde, kendisi bizzat bir cani olabilir." [130] Bu anlayışa göre, fazi­letin ve erdemin şer ve kötülüğe karşı bir üstünlüğü kalmıyor. Çünkü bugün kötülük işleyenler gelecek hayatlarından birinde iyi insanlar olarak doğacaktır. Tıpkı bugünün erdemlilerinin dünün kötüleri oldu­ğu gibi... Shankara da, iyilik ve kötülüğün gerçek olmadığını söyier. [131] Bir başkası şunları söylüyor: "Varlık, [132] yeryüzüne günahının cereme­sini çekmek için geimez. Çünkü, günah yoktur. Sevabının karşılığını almak için de gelmez. Çünkü, sevap da yoktur... Şu adam şu kadar ki­şinin canını almış, bunun neresi pozitiftir? diye sorulabilir. Pozitiftir, çünkü o kişi yapabileceği en iyi şeyi yapmaktadır. Üzerine aldığı vazi­fesini yapmaktadır. Bir katilin karşısında bir de maktu! vardır. Madem her şey denge halindedir, o halde pozitif ve negatif aynı anlamda­dır.. ." [133]
Her maddî ortam, beili bir tekâmül aşamasına, öğretimine vasıta­lık eder. Tekrar doğuşlar bu öğretimin tamamlanmasına kadar sürer. Böylece, tekrar doğan varlık, artık maddesel ortamda doğmayacak bir liyakate ulaşıncaya kadar bedenlere girer, çıkar. Bundan sonra dünya­ya doğması kendi arzusuna kalmış bir şeydir... Kâinatta, sonsuz tekâ­mül ortam ve merhaleleri vardır. Bunların çok sınırlı bir kısmını dün­yamız teşkil eder. Tekâmülün sonu yoktur ve tekrar doğuş da tekâmü­lün bir aracıdır. [134]
Reenkarnasyonun şekil ve tarzı hakkında gerek spiritlerin kendi aralarında, gerekse bunlarla diğer okullar arasında çeşitli görüş ayrılık­ları vardır. Kimilerine göre, beşer varlığı değişmez biçimde hep aynı
cinsiyette bedenlenirken, başkalarına göre ise, bu konuda hiç bir ya­sa saptamaksızın, kimi kez erkek, kimi kez de kız olarak bedenlenile-bilir. Alİen Kardec bu soruyu şöyle cevaplandırmıştır: "Ruhların hiç bir biçimde sizin anladığınız anlamda cinsiyetleri yoktur. Zira cinsiyet, or­ganizma ile ilişkilidir... Ruhların erkek ya da dişi olarak bedenlenme-lerinin nedeni, cinsiyetlerinin olmayışıdır. Her açıdan tekâmül etmek zorunda oldukları için, her sosyal durum gibi, her cinsiyet de onlara değişik deneyim ve sınav olanakları sağlar." Ancak öğrencileri aynı görüşü paylaşmazlar... [135] Papus'a göre ise, bu konu henüz tartışılan bir konudur. [136] Yine kimileri, insanın hep yeryüzünde bedenlendiğini söylerken, kimileri, bu durumun güneş sistemine ait başka bir geze­gende, hatta başka bir yıldızda da olabileceğini söylemektedir. Böyle-îerine göre, kâinatta sonsuz tekâmül ortam ve merhaleleri vardır. Bunların çok sınırlı bir kısmını dünyamız teşkil eder. Ailen Kardec ve onun gibi düşünenler, başka bir gezegene geçmeden önce yeryüzün­de ardarda çok kez bedenlenilmesi gerektiğini söyler. Ona göre, pek çok yeryüzü varoluşları olduğu gibi, başka arz kürelerinde de, pek çok kez var olmak söz konusudur ve bunların birinden diğerine geçişi be­lirleyen ruhların tekâmül dereceleridir. Yeryüzü, fizik ve moral açıdan en geri varlıkları barındıran gezegenlerdendir. Mars, bu açıdan ondan daha geridir. Jüpiter İse, her açıdan ondan çok daha ileridir... Pek çok ünlü kişinin ruhunun, mükemmele en yakın dünyalardan biri olan, Jü­piter'de bedenlenmiş olduğu söylenir... [137] Teozofistler ise, yeryüzün­deki bedenlenmelerin son derece uzun bir devre boyunca gerçekleş­mesi gerektiğini, ancak bundan sonra başka kürelerde bedenlenilebi-leceğini söylüyorlar. [138] Papus ruhun bir çok gezegende farklı beden­leri hep birden1 aynı anda yaşatabileceğinden bahseder, [139]
Bir diğer nokta da, ardarda iki bedenlenme arasında geçmesi ge­reken süredir. Kimileri, hemen ya da çok kısa bir süre sonra bedenle-nilecegini söylüyorlar. Kimileri de bu görüşün aksine, bedenlenmeler arasında uzun sürelerin bulunması gerektiği kanaatindedir. Dünyanın farklı yörelerinde bu inançta olan insanlara göre süreler de değişmek­tedir. 9 ay, 21 ay, 45 ay, 48 ay gibi... [140] Teozofistler önceleri bu sü­renin oniki ile onbeş yüz yıl arasında değiştiğini varsaymış, daha son­raları giderek bu sayıda indirim yaparak, bu konuda kişilerin tekâmül derecelerini göz önünde bulundurmaya başlamışlardır. Benzer deği­şim, Fransız okültistlerinde [141] de olmuştur. Papus önceleri, bu konu­da teozofistlerin verdiği rakamlara yakın şeyler söylerken daha sonra­ları bu sözde yasayı tamamen reddederek şöyle der: iki bedenlenme arasında geçecek süreyi belirli bir sayıyla saptamak yeryüzündeki bir insanın yaşam süresini saptamak kadar saçmadır. Görüldüğü gibi o. böyle demek suretiyle bu konuda hiç bir sürenin belirlenerniye-ceğini İlan etmektedir. [142] Ruhun ölümden sonra hemen bedenlenmek zorunda olmadığı, istediği herhangi bir zamanda bedenlenebileceğini savunanlardan bazısına göre, yeniden doğuşta zamanın belli bir tek yönü yoktur. Dolayısıyla gelecekte bedenlenmesi şart değildir. Geçmi­şe giderek orada da bedenlenebilir. Bir sonraki bedenlenme binlerce yıl önce, bir önceki de yüzlerce yıl sonra gerçekleşebilir. [143]
Bu nazariyeyi savunanlara göre, insanların reenkarnasyonlan de­ğişik dinlerde olduğuna ve olacağına göre, dinlerin âhiretle ilgisinin ol­maması gerekir. Onlara göre din, dünya düzeni ve tekâmül için lüzum­ludur... [144]
Papus üç türlü reenkarnasyondan bahseder:
1. Kısa veya uzun bir astra! evrim sürecinden sonra gerçekleşen normal reenkarnasyon,
2. İntihar veya kötü bir dünyevî hayattan sonra bir ceza olarak ölümü ta­kiben gerçekleşen anormal reenkarnasyon,
3. Ruhun maji vasıtasıyla dinamikleştirilmiş bir astral içine hapsedilmesi şeklindeki zoraki reen­karnasyon. [145]
Stevenson ise, şu dört ayrı reenkarnasyondan bahseder:
1. Daha sonraki yaşamların şartlarını etkileyen, Önceki yaşamlar-daki ahlakî davranışlara dayanan reenkarnasyon: Bu, Hinduizm ve Budizm'de buiunan karma inancına dayalı bir tekrar doğuş İnancıdır.
2. Sonraki yaşamlardaki şartları etkilemeyen fakat en sonunda son bir yargılama için toplanan ahlakî davranışlara dayanan reenkar­nasyon inancı: Bu inanç bazı Alevî ve Dürziler'de görülmektedir. Bun­lara göre, Allah bir kimseyi önceki hayatındaki günah veya sevapları için ne cezalandırır ne de ödüllendirir. Kişinin bütün yaşamları boyun­ca yaptıklarının hesabı kıyamet gününde görülür ve sonuçta ya ebedî cennete ya da ebedî cehenneme girer.
3. Ahlakî davranışlara dayanan nedensel bağlantılar veya son yar­gılanma olmadan birbiri ardınca meydana gelen dünyevî yaşamlar: Tekrar doğuşa inanan Batı Afrika halklarında görülen böyle bir anla­yışa göre, bir yaşamdaki ahlakî davranışlarla, bir diğerinin şartları ara­sında nedensel bir ilişki yoktur. Bununla beraber onlar, bir başka dün­yevî hayatta değil de ruhlar dünyasında günahların cezalandırılacağı­na ve erdemli davranışlarının ödüllendirileceğine inanır.
4. İradî seçimi içeren arzuların, birbirini takip eden yaşamlardaki koşullan etkilemesi: Bu anlayışa göre, ruhlar, kötü ve erdemli davra­nışlarının karşılığını görür. Fakat tekrar doğmaya hazır olduklarında hayatlarının şartlarını seçerler. Önceki biigi ve tecrübeleri bu konuda onlara yardım eder... [146]
Guenon, bu tür çelişkilerden hareketle reenkarnasyon ve bu teori­yi benimseyen spiritler hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor: "Tüm bunlar, konuları tarafsızca inceleyenlerde hiç de güven uyandırıcı nite­likte şeyler değiller ve reenkarnasyon, iddialarının aksine, ruhlar tara­fından bildirilmediği gibi, inisiyeler tarafından verilmiş gerçek bir ezo-terik bilgi de olamaz. Kala kala reenkarnasyonun basit bir felsefî kav­ram olması şıkkı kalmaktadır. Gerçekte de bundan başka bir şey de­ğildir. Hatta, tam anlamıyla aşağı seviyede bir felsefî kavrayıştır...." [147]

C. Yakın Dönemlerde ve Günümüzdeki Durumu


Modern Batı'da reenkarnasyon ve benzer kavramları araştırıp in­celemek amacını taşıyan ilk ve en yaygın akım, 1875 yılında New York'ta kurulan Teozofi Cemiyeti'dir. Bu akım taraftarlarına göre tek­rar bedenlenme, ilerlemenin evrensel bir kanunudur...[148] Bu akımın fikirleri günümüzde de etkisini sürdürmektedir. Guenon'un ifadesine göre, bugün reenkarnasyonu savunan Anglo-Sakson spiritferi var ise. bu teozofist fikirlerin etkisiyledir. [149]
Günümüzde pek çok ruhçu grubun tekrar doğuş İnancına kuvvet­li bir şekilde inandığını söyleyebiliriz. [150] Ancak ruhçu grupların reen-karnasyona yaklaşımlarında farklılıklar vardır. Fransız spritleri reen-karnasyona en çok değer veren grup olarak nitelenebilir. Bu kuram, önce teozofizm tarafından, sonra da Papus'cu okültizm ve diğer okul­larca Fransız spirtizminden alıntılanarak, iman konularından biri hali­ne getirilmiştir. Nitekim Guenon, bugün, tüm Fransız spiritizminin re­enkarnasyonu gerçek bir dogma haline getirmiş olduklarının söylenebileceğini belirtmektedir. Ancak, reenkarnasyonu kabul etmeyen ruh­çu gruplara da rastlanmaktadır. Nitekim spiritizmin en eski temsilcile­ri olan Amerikan ve ingiliz spiritleri, Önceleri reenkarnasyoncu kura­ma karşı çıkmakta oy birliği etmiştirler. [151]
Bu inancın Amerikada fazla revaç bulmaması hakkında Gibier il­ginç bir yorumda bulunuyor: "Reenkarnasyonun Amerika'da özellik­le reddedilmesinin nedeni ise, ruhların bir zencinin bedeninde de en-karne olabileceği düşüncesinin beyazlan çılgına çevirmesi olabilir!" [152]
Asrımızda yapılan çeşitli araştırmaların sonuçlarına göre bu inanç daha çok Dürziler'de, Kuzey Amerika'daki çeşitli yerlilerde, Doğu ve Batı Afrika'daki bazı kabilelerde, Güney Pasifik ada sakinlerinde, İç Avustralya'nın kuzey kabileleri ve Japonya'nın Ainu kabilesinde bu­lunmaktadır. [153] Addison, transmigrasyon konusunda olduğu gibi, re-enkarnasyon hakkında da günümüz yerli kabilelerinden ilginç örnek­ler sunar: Bir çok kabilede ilk çocuğun ölen babanın ruhunu taşıdığı­na inanılır. Bazı kabilelerde ise, ölen kardeş, daha sonra ölen kız ve­ya erkek kardeşinde tekrar dünyaya döner. Diğer çocuklar ise, dede­lerin ruhlarını paylaşırlar. Avustralya Aborcinler'inde, ölen kimsenin ruhu, mütereddit bir vaziyette, yaşadığı bölgenin çevresinde, göl ke­narlarında, ağaçlıklarda vs. dolaşarak bir kadının geçmesini bekler ve uygun birini bulunca onun bedenine sızar. Kuzey Nijerya'da da ben­zer bir inanç vardır. Reenkarnasyon inancının çok yaygın olduğu Gü­ney Nijerya'da ise, hekim-büyücü (docteur-magicien) doğan bebeğin hangi atasının ruhunu taşıdığını belirler. Bazen bir atanın ruhu bir çok çocukta bulunabileceği gibi, bunların erkek veya kız çocuğu olması da mümkündür. Çoğunlukla rûh tekrar aynı kabilede dünyaya gelir. Hin­distan dağlılarında, kabilenin büyücüsü, doğan çocuğun hangi atasının ruhunu taşıdığını belirler ve çocuğa o isim verilir. Batı Afrika Yoruba-lar'ı bir çocuk doğduğunda köyün bilgesine koşarak, hangi atasının ruhunu taşıdığını öğrenirler ve onu selamlayarak, "sen geldin!" derler. Kuzey Amerika yerlilerinde hamile kadın, çocuğunun, rüyada gördü­ğü atasının ruhunu taşıyacağına inanır ve ona onun ismini verir. Ari-zona Hopiler'i ölen küçük çocuğun mezarından eski ailesine doğru çizgi halinde bir yol çizerler ki, yeni doğan bebekte bedenlenmek için gelirken yolda bir engelle karşılaşmasın. Huronlar ise benzer bir düşünceyle ölen küçük çocuklarını yol kenarlarına gömerler ki fazla bek­lemeden, yoldan geçen bir kadına geçerek yeniden doğsun. Anne ol­mak isteyen Algonquin kadınları ise ruh transferi için, ölmekte oian kimselerin başına üşüşür. Genelde çocuğun atalarına benzemesi, on­larda bulunan bir izi taşıması memnuniyetle karşılanır. Örneğin, Tylor, 1860'da Vancouver adasında rastladığı yerliler tarafından çok saygı gören bir çocuktan bahseder. Çünkü bu çocuk, dudağında, ölen bir kimsenin bir yangın sonucu oîuşan kapanmış yara izine benzer bir iz taşıyordu... [154]
Gallup'un 1969'da on iki ülkede yaptığı bir araştırmaya göre, ABD, Kanada, İngiltere, İtalya, Fransa gibi ülkelerde yaşayan Hristi-yanların yüzde 18-25'i yeniden doğuş fikrini kabul etmektedir. [155]

D. Tenasüh ve Reenkarnasyon Fikrinin Ortaya Çıkış Ne­denleri


Temelde ruhun varlığı ve ölümsüzlük anlayışlarına dayanan böyle bir inancın ortaya çıkış sebepleri konusunda değişik gerekçeler ileri sürülmüştür... Ancak, genelde kötülük problemine akla yatkın bir ce­vap bulma ve ruhun kimliğini koruma endişesinin, özelde ise kişilerin ahlakî özellikleriyle içinde bulundukları şartlar arasındaki çelişkiyi izah etme zorunluluğunun en önemli faktörler olduğu söylenebilir. [156] Ruh­ların sayısının sınırlı olduğunu düşünmek, insanların birbirlerine ben­zemesi, torunun dedesini hatırlatması da böyle bir düşüncenin doğma­sında rol oynamış olabilir.
Tenasüh ve reenkarnasyon inancı ile bazı insanlar bir taraftan ruhlarındaki ebedî yaşama arzusunu tatmin ederek ölümsüzlcşmeyi ararken, bir taraftan da mükellefiyet ve mesuliyetten kurtulup istedik­leri gibi yaşamanın yolunu bulmuşlardır.
Maddenin öne alınıp ruhun İhmal edildiği ve bunun bir sonucu olarak ölüm Ötesi bir hayata inanmanın zayıfladığı bir dönemde, ger­çek dinin ışığından uzak kalan bazı insanların ruhlarındaki sonsuz ya­şama susuzluğunu dindirmek için, bir teselli aracı olarak böyle bir dü­şünceye yönelmekten başka ne çareleri olabilirki?.... [157]


BİRİNCİ BÖLÜM


TENASÜH VE REENKARNASYONU ÎSPAT ETMEK İÇİN ÖNE SÜRÜLEN NAKLÎ DELİLLERİN TENKİDİ



Tenasüh ve Reenkarnasyonu savunanlar, iddialarını ispat etmek için, çok yönlü bir arayış içine girmiş ve bu hususta -kendilerine göre ve çoğu bu çağa ait olan- çeşitli deliller sıralamışlardır. Bunları genel olarak üç kısma ayırabiliriz: Birincisi, dinlerin kutsal kitaplarında bu görüşü ifade ettiği iddia olunan pasajlar, yani naklî (dinî) deliller; ikin­cisi, reenkarnasyonu desteklediği iddia olunan haller, tabiî ve tecrübî tezahürler (bilimsel deliller); üçüncüsü ise, aklî (felsefî) delillerdir.
Bu bölümde öncelikle naklî delilleri ele almaya çalışacağız. Bunlar içinde, bilhassa, bizi daha çok ilgilendiren Kur'ân-ı Kerîm hakkındaki reenkarnasyon iddialarını ele alıp değerlendireceğiz. Ancak, diğer ila­hî kitaplar da bu iddiaya maruz kaldığı için, tarihî seyre uyarak, önce­likle bu kitaplar hakkındaki reenkarnasyon iddialarını ele alıp değer­lendireceğiz. Bu arada, konunun daha iyi anlaşılması için, bir giriş ma­hiyetinde, bu kitaplardaki âhiret inancı hakkında bilgi vermeye çalışa­cağız. [158]

I. TEVRAT ve İNCILLER'E YÖNELTİLEN REENKARNAS­YON İDDİALARI



A. Tevrat'ta Âhiret İnancı


İzleri, bilhassa İlk beş sifrinde [159] çok zayıf bir şekilde görülse de [160]
Tevratta âhiret inancına işaret ediimiş. [161] yahudiliç' Talmud gibi. diğer kutsal kitapları da bu konuda daha açık bilgilermuştur. [162] Kur'ân-i Kerim'de de, Tevrat'ta âhiretle ilgili bilgüer buhrü-ğu açık bir şekilde belirtilmiştir. [163] Yahudi âlimleri de âhirete inandıkır'i belirtmektedir. [164]

B. Bugünkü Tevrat'ta Reenkarnasyon idiaları


Tevrat'ta âhiret ve dirilişle ilgüi ifâdeler çok 5: ayıda olmasına ve tenasüh veya reenkarnasyonu işmam eden bir Xs bulunmamasına rağmen, reenkarnasyon taraftarları, Tevrat'tan endi inançlarını des­tekleyecek teviîiere girişmekten geri durmamış:: Onlara göre, Tev­rat'ta doğrudan veya dolaylı bir şekilde tekrard.^-şa temas eden bir çok bölüm vardırf!) Tevrat ezoterik anlamda ye.bandığında tekrar doğuş öğretisiyle yüz yüze gelinecektir. [165] Meşe:1;, ezoterik olarak yaklaşan ve her kutsal metin, bu gerçeği dair: .urgulamış [166] id­diasında bulunan, ayrıca bu metinlere birer ruhö:ebliğ gözüyle ba­kan kimselerin bu tür sonuçlara ulaşmaları şaşıkzs bir durum değil­dir. Hakikatte ise, tek kaynaktan doğan bütün ir! dinler ve onların kutsal kitaplarına göre, tekrar doğuş inancı batıcır
İşte bu bölümler:
1. "Ve İshak, karısı için Rabbe yalvardı. Çirffil o kısırdı. Ve Rab, yalvarışını kabul etti ve karısı Rebeka gebe kac h çocuklar onun karnında itiştiler. Ve eğer böyle ise niçin yaşıyov dedi ve Rab'den sormaya gitti. Ve Rab ona dedi: Senin rahmin2 -ki ümmet var. Ve senin karnından iki kavm ayrılacak. Ve bir kavr 3bur kavmdan kuvvetli olacak. Ve büyüğü küçüğüne kulluk edecektir. Ve doğurmak için onun günleri dolunca, işte onun rahminde ikiz vardı. Ve ilki kızıl doğ­du, her tarafı kıllı cüppe gibi idi ve onun adını Esav koydular. Ve on­dan sonra kardeşi doğdu ve onun eli Esav'in topuğunu tutuyordu ve onun adı Yakub konuldu" (Tekvin, XXV. 21-26)
Bu ifadelerde, ikizlerin analarının karnında birbirleriyle tepişmele­rinden hareketle şöyle denilerek bu olaydan reenkarnasyona kapı ara­lanmaya çalışılmaktadır: "Daha analarının karnındayken birbirleriyle tepişmeye başlayan ve daha sonra biri diğerini boyunduruk altına ala­cak olan bu düşman ikizlerin var ediliş olgusu karşısında haddimizi aşıp Tann'nın adaletsizliğinden mi söz etmeye kalkışacağız? Yoksa, ruhun ezelden beri mevcut olduğu ve bir karma yasasının şaşmaz bir şekilde hükmünü icra ettiği gerçeğine mi bel bağlayacağız?" [167]
Görüldüğü gibi, ana rahminde tabii olarak itişen bu ikizlerin duru­mu daha sonra Allah'ın onların geleceğine dair haberleriyle kaynaştı­rılarak, sanki ikizler bu yüzden tepişiyorlarmış gibi takdim edilmiş, ay­rıca bu tepişme onların önceki hayatlarından kaynaklanan bir düş­manlığın sonucuymuş gibi takdim edilmiştir.
2. "Daima onu yenersin ve o geçip gider; Onun (insanın) çehre­sini değiştirip gönderirsin." (Eyüp, XIV, 20).
Burada, insanın çehresinin değiştirilmesi reenkarnasyona deiil gösterilmeye çalışılmıştır. Halbuki, burada kastolunan mana, yenilgi­den, ümitsizlikten, istediğini elde edememekten kaynaklanan yüz ifa­desidir. Nitekim Türkçemiz'de, insanın kızarıp üzülmesini veya bozu­lup sararmasını ifâde etmek için yüzünün rengi değişti, yüzü renk­ten renge girdi, yüzü değişti gibi ifâdeler kullanırız. Dolayısıyla ifâde­lerin öncesine ve sonrasına bakmaksızın, bir tek kelimeden hareketle sözleri reenkarnasyon manasına hamletmek, hiç de doğru bir yakla­şım değildir.
3.  "'Ve bana dedi: Ademoğlu bu kemikler diriiebilir mi? Ve ben: Ya Rab Yehova. sen bilirsin dedim." "Ve üzerinize adaleler koyaca­ğım. Ve üzerinizde et bitireceğim. Ve bileceksiniz ki ben Rabbım." "Bundan dolayı peygamberlik et ve onlara de: Rab Yehova şöyle di­yor: İşte kabirlerinizi ben açacağım. Ve kabirlerinizden sizi çıkaraca­ğım,  ey kavmim; ve sizi İsrail toprağına getireceğim."  (Hezekiel. XXXVII, 3, 6, 12}.
Burada, insanların öldükten sonra diriltilişine bir örnek, bir numu­ne sergileniyor. Böylece, Allah'ın böyle bir şeye gücünün yettiği anla­tılıyor. Kur'ân-ı Kerim'de de çokça vurgulanan, geçmişte bazı pey-gamberier zamanlarında yaşanmış bu tür olayların [168] reenkarnasyonla hiç bir ilgisi yoktur. Ancak böyleleri, dirilişle, kabirlerden kalkmakla alakalı bütün ifâdeleri -hangi kitapta ve nerede olursa olsun- ısrarlı bir şekilde reenkarnasyon manasında değerlendirmektedirler.
4.  Allah adamı Musa'nın bir duasıdır: "Ya Rab. sen bize mesken idin, bütün devirlerde. Dağlar doğmadan önce. Ve sen yeri ve dünya­yı yaratmadan önce. Ezelden ebede kadar sen Allansın. İnsanı topra­ğa döndürürsün. Ve: Ey Ademoğullan dönün, dersin." (Mezmurlar, 90/ 1-3).
Burada da, Allah'ın bütün devirlerde insanlara mesken olması ifâ­desinden hareketle, bu durumun, ölümden sonra tekrar doğuş vakti gelip çatmcaya kadar Rabbin yanına sığınmayı ifâde ettiği ve bunun devirler boyunca tekrarlandığı [169] manası çıkarılmaya çalışılmıştır. Hal­buki, Allah, her zaman İçin insanların tevekkül edecekleri, dayanıp güvenecekleri, sığınıp yönelecekleri bir meîce'dir. Bu tür ifâdeler Kur'ân-ı Kerim'de de bolca yer almış olup, insanların Allah'a yönelip, O'na sığınmalarını ifâde etmektedir.
Burada, tercüme ve imlâ'dan kaynaklanan bir durum da bu ifâde­lerin yanİış anlaşılmasına yol açabilir, şöyle ki, yukardaki metinde ge­çen bütün deuirlerde ifâdesinden sonra geien Dağlar doğmadan ön­ce ve Ve sen yen ve göğü yaratmadan önce cümleleri, devamları olan Ezelden ebede kadar sen Allah'sın ifâdesine değil de, bu ifâde­ye (bütün devirlerde} bağlı olarak okunursa, o zaman, insanların ezelden beri Allah'la beraber olduğu gibi yanlış bir mana çıkarılabilir. Hal­buki bu ifâdeler sonrasıyla irtibatlı olup, Allah'ın ezelden beri ilâh ol­duğunu ifâde etmektedirler. Kur'ân-ı Kerim'de, ifâdelerin bölünmesin­den veya durup tekrar başlamadan kaynaklanan bu tür hatalara düşü­lerek yanlış anlamalara meydan verilmemesi için vakıf ve İhtida işa­retleri konulmuş ve böylece bu tür yanlışlıkların Önüne geçilmeye ça­lışılmıştır. Tevrat ve İnciller'de böyle bir durumun olmaması, yanlış an­lama ve değerlendirmelere yol açabilmektedir.
5. "Yüzünü gizlersin, onlar şaşırırlar. Soluklarını alırsın, ölürler. Ve topraklarına dönerler. Ruhunu gönderirsin yaratılırlar. Ve yerin yü-zünü tazelersin.'7 (Mezmurlar, 104/ 29-30).
6. '"Ve yerin toprağında uyuyanlardan bir çoğu. bunlar ebedi ha­yata ve şunlar utanca ve ebedî nefrete uyanacaklardır.'7 (Daniel, XII, 2)
Hıristiyan ve yahudi alimleri, bu ifâdelerde kasdolunan mananın, öldükten sonra diriliş veya kaumî diriliş olduğu şeklinde iki ayrı gö­rüş belirtmiş, [170] fakat, -reenkarnasyon taraftarları hariç- kimse bu ifâ­delerin reenkarnasyon ifâde ettiğini söylememiştir.
7.  "Şam'ın oğulları Elam ve Aşurve Arpakşad ve Lud ve Aram. Ve Aram'ın oğullan Uts ve Hul ve Geter ve Maş." (Tekvin, X, 22-23).
Bu şecereden (soy ağacından) dahi reenkarnasyon manası çıkarı­labilmişti^!). Buna göre, burada tekrar doğuş şartlarının neler olduğu ezoterik bir şekilde dile getirilmektedir... Yani, iyi niyetli bir müstakbel hayata tekrar kavuşabilmemiz için bu günkü hayatımızda uymamız ge­reken kurallar sembolik olarak anlatılmıştır. Her isme tekabül eden ifâ­deler sırasıyla zikrolununca, sembolik olan bu âyetin açılımı şöyle ol­maktadır: "Yeryüzünde geçirilecek iyi nitelikli yeni bir bedenli hayat için gerekli şartlar (Şam'ın oğullan) şunlardır: Elverişli (Elam} ve geliş­miş (Aşur) bir barınak seçmek, yeryüzüne başarılı bir öteâlem hayatın­dan sonra doğmak (Arpakşad}, uygun bîr göreve (Lud) sahip olmak, geçim durumu iyi (Uts} bir aracının (Aram) nezdinde bulunmak, böy­lece de geniş imkânlar (Geter) içinde gelişimini sürdürmek (Hu! /Em­zirme ve Maş/büyüme)." [171]
Böyle bir yaklaşımla, her sözden, istenen her türlü mananın çıka­racağı ortadadır Dolayca bu tür iddiaları ciddiye 8. alarak cevaplan­dırmaya gerek olmadığı kanaatindeyiz. Aşağıdaki ifâdeler de böyle:
"Ve bana Rabbin şu sözü geldi: Ana karnında sana şekil ver­meden Önce seni tanıdım. Ve sen doğmadan önce seni takdis ettim. Seni milletlere peygamber ettim." (Yeremya, I, 4-5}
Bu ifadeier şöyle yorumlanmıştır: "Sana şekil vermeden önce seni tanıdım" ibaresi ruhun ezelî olduğunu göstermekte, önceki ha-yatlarındaki ruhî gelişmesinden dolayı da peygamberlik verilmekte­dir.  [172]
9. Şu âyetten de benzer manalar çıkarılmaktadır: "Çünkü ebediy-yen davacı olmam: Ve daima öfkelenmem. Çünkü yarattığım canlar ve ruh Önümde bayılırdı." (İşayâ, 57/16).
Reenkarnasyonculara göre bu âyet, kefaretin öte alemde ödene­ceğini, sonra da telafi ve düzelme amacıyla dünyada tekrar bedenle-neceğini ifâde etmektedir. [173]
10.  "Ve Rab Allah yerin toprağından adamı yaptı. Ve onun bur­nuna hayat nefesini üfledi. Ve adam yaşayan can oldu." (Tekvin, II, 7).
Bu âyetin de ruhun ezeliliğini ifade ettiği iddia edilmiştir... [174] Bura­da, Hz. Adem'in yaratılışının anlatıldığı açıktır. Dolayısıyla, aslında adam yerine Adem yazılması gerekirdi.
11. "(Kral Süleyman:) Rab, yolunun başlangıcında, kadim işlerin­den evvel beni teşkil etti. Dünya var olmadan evvel, başlangıçta ezel­den ben dikildim. Enginler yokken, suları bol pınarlar yokken doğ­muştum, O, dünyayı ve kırları ve dünya toprağının başlangıcını daha yapmadan, dağlar daha yerleştirilmeden, tepelerden önce ben doğmuştum. Gökleri hazırladığı zaman ben orada idim. Enginin yüzü üze­rine kubbeyi koyduğu zaman, yukarıda asumanı kuvvetlendirdiği za­man, enginin pınarlarına kuvvet verildiği zaman, sular onun emrinden öte geçmesinler diye denize sınır koyduğu zaman, dünyanın temelle­rini pekiştirdiği zaman, yapıcı olarak onun yanında idim. Her vakit onun önünde sevinirdim. Meskûn olan dünyasında sevinirdim. Ve se­vincim insan oğullan ile idi." (Süleyman'ın Meselleri, VIII, 22-31).
Bu ifadeler, öncesinden koparılarak, konuşanın kim olduğu belli olmayacak bir şekilde takdim edilmiştir. Böylece okuyucu, ilk etapta konuşanın bir peygamber olduğunu zannediyor. Sanki o peygamber ezelden beri var olduğunu anlatıyormuş vehmi veriliyor. Ancak, Ahd-i Kadim'e müracaat ederek, bu ifadelere göz attığımızda, görüyoruz ki, burada konuşan hikmettir. Nitekim, 12. âyette, "Ben, hikmet, ba­sireti kendime mesken ettim ve tedbir bilgisini bulurum'' diye başlan­makta, yukarda takdim edilen ifadelere kadar hikmetin diliyîe, hikme­tin Önemi, kıymeti anlatılmaktadır. Hatta daha öncesine gittiğimizde, bu bölümde konuşturulanın hikmet olduğunu görüyoruz. Bu babın ilk cümlesi şöyle: "HİKMET çağırmıyor mu ve anlayış sesini işittirmiyor mu?" Böylece reenkarnasyondan bahsediyor diye takdim edilen bu İfadelerin Allah'ın hikmeti olduğu açıkça görülüyor. Allah'ın tüm sıfat­ları gibi, hikmeti de O'nun zatıyla kaim olup, ezelidir. Dolayısıyla bu ifadelerde garip bir durum yoktur.
12. ''Ne var idi ise, olacak odur ve ne yapıldı ise, yapılacak odur ve güneş altında yeni bir şey yok. Bak bu yenidir diyecek bir şey var mı? Çoktan, bizden evvel olan asırlarda olmuştur. Evvelki nesiller anıl­mıyorlar. Gelecek olan sonrakiler de kendilerinden sonra gelecek olanlar arasında anılmayacaklar." (Vaiz, I, 9-11)
Bu İki maddedeki ifadeler de reenkarnasyon manasında değerlen­dirilmiştir. [175] Halbuki bu bölümde, ilk cümlelerden başlanılarak dünya­nın faniliği dile getirilmekte, güneş, rüzgar, ırmak gibi varlıklarda de-vamh olarak tekrarlanma söz konusu olduğu, fakat nesillerin yerlerini başka nesillere bıraktığı belirtiliyor. O nesillerin tekrar dünyaya döndü­ğünden bahsedilmiyor. Bu gerçeği, yukardaki ifadelerin son cümlesi açıkça vurguladığı gibi, daha önce geçen şu ifadeler de vurguluyor: "Bir nesil gidiyor ve bir nesil geliyor, fakat dünya ebediyyen duruyor. Güneş doğuyor ve güneş batıyor ve yerine doğduğu yere koşuyor...'1 (Vaiz, I, 4-5). Gömdüğü gibi bu ifadeler, aslında reenkarnasyon naza­riyesinin aleyhindedir. Çünkü açık bir şekilde giden nesillerin yerine başkalarının geldiği anlatılıyor.
Tevrat ifadelerini, kendi arzulan doğrultusunda yorumladıktan sonra bir adım daha ileri gidilerek, Tevrat'ın sunduğu psişik yapının temel esasları başlığı altında bu inanca sahip olanların savundukları bütün İlkeler 20 madde halinde sıralanmış ve bunlar Tevrat'a mal edil­miştir. [176] İlahî kitapların tahrifine dair çok ilginç bir örnek!..
Tevratta geçen ve bir nevi kabir âlemini temsil eden ve bekleme yeri manasına geldiği söylenen §eol kelimesi de. geçici bir bekleme yeri olarak değerlendirilmiş ve daha sonra dünyaya mutlu bir geri dö­nüşün gerçekleşeceği söylenmiştir. [177] Şeo/'ün geçici bir konaklama, dinlenme yeri olması fikri doğrudur. Ancak, bundan sonrası tekrar dünyaya dönüş değil, âhiret âlemine geçiştir.
Kutsal kitaplarda cennet hakkında aslî vatan, ana vatanımız şek­lindeki ifadeier de bu yönde değerlendirilmiştir. [178] Oysa, herkes çok iyi bilir ki, cennet hakkında bu tür ifadelerin kullanılış sebebi, insanlığın atası olan Hz. Adem ve Hz. Havva'nın önceleri cennette bulunmuş ol­malarıdır.
Tevrat'ta olduğu gibi, diğer yahudi kitaplarında da benzer değer­lendirmeler yapılmıştır. Ancak, bu tür iddia sahipleri yanında yahudi-liğin, yeniden doğuşu bir inanç olarak kabul etmediğini belirten reen-karnasyon taraftarları da vardır. [179]

C. İncİllerde Âhiret İnancı


Âhiretle alakalı konulara yer vermesi bakımından İndiler, Tev­rat'la Kur'ân-ı Kerîm arasında bir yer tutar. Çünkü İndilerde, Tevrat'ın aksine, âhiretle alakalı meseleler daha açık ve geniş bir şekilde yer al­mış, fakat bu konularda en tafsilatlı bilgi ve açıklamalara Kur'ân-ı Ke-rîm'de yer verilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de, Hz. İsa'nın daha beşikteki bir bebek iken, yeniden dirilişi haber verdiği, '"Doğduğum gün, öle­ceğim gün ve diri olarak kabrimden çıkarılacağım gün bana selâm olsun" (Meryem, 33) âyetleriyle anlatıldığı gibi, onun mucize­lerinden birisinin de ölüleri diriltmek olduğu belirtilmiştir.
İncİllerde, cehennem azabının ebediliğinden ve cennet nimetlerin­den de bahsedilmiştir.[180] Tevhid akidesini savunan Barnabas İncil'inde ise, diğer inanç esaslarında olduğu gibi âhiret, cennet ve cehennemle alakalı hususlarda da, Kur'ân'ın açıklamalarına yakın pek çok ifâdeye raslamak mümkündür. Bu İncil'de âhiretle alakalı bir takım ayrıntılara dahi yer verilmiştir. [181]


D. İnciller'de Reenkarnasyon İddiaları


Aslında başta Kur'an-ı Kerîm olmak üzere, diğer ilahi kitaplarda olduğu gibi bugünkü İncİllerde de dünyaya tekrar dönüş olmayacağını ifade eden ayetler bulmak mümkündür. Örneğin, şu ayet bu konuda açıktır: "Bir kez ölmek ve ondan sonra yargılanmak insanların kade­ridir" (İbraniler'e Mektup, IX, 27).
Nitekim kilise yetkilileri de ne hristiyanlığın ne de onun kutsal ki­tabının böyle bir öğretiyle asla uzlaştırılamayacağını belirtmekte, bu inanca İncil'den destek arayanları samimiyetsizlikle suçlamaktadır­lar. [182]
Buna rağmen reenkarnasyon doktrinini hrisüyanlığa aykırı gör­meyen [183] bazı ruhçuiar tarafından, -bu tür ayetler göz ardı edilerek- In-cillerin bir takım ifâdeleri reenkarnasyona hamledilmek istenmiş, Hz. îsâ ve havarilerinin bu inancı açık bir şekilde ifâde ettikleri iddia edil­miştir. Hz. İsa'nın kudsiyetini idrak edemeyip onu sadece bir "yüksek rûh" olarak gören [184] ve onu tüm p/ân/ardaki bir kurtarıcı [185] olarak su­nan bazı spiritlerin bu tür yaklaşımlar sergileyecekleri tabiidir.
Bu bakış açısına göre, ölümden sonra dirilme inancı ruhlar tara­fından Öğretilmiş olan reenkarnasyon düşüncesinin bir ifadesidir. Kut­sal kitapların her yerinden reenkarnasyon fışkırmaktadır. Onlara gö­re bu İnanç, kilisenin gizli öğretilerinde yer almaktadır. Hatta İsâ da bunu kabul etmektedir. Havarilerine bunu özel olarak öğretmeyişinin sebebi, onlar gibi sadık, erişmiş insanlar için reenkarnasyonun gerek­li olmamasından dolayıdır(l). Daha sonraları, büyük Önderlerin ve bun-İann müridlerİnin kaybolup gitmiş olmaları ve hıristiyan öğretisinin beşerî çıkarların baskısı altında kısır bîr simge haîinde donup kalma­sıyla, ortada geçmişin kalıntısı olarak sadece, sözcüğün dar anlamın­da alındığında ölü bedenlerin dirileceği biçiminde çok yanlış bir kana­ate yol açan, ölümden sonra bedenin diriltilmesi ya da bedende diril­me görüşü kaidıf!). [186]
Görüldüğü gibi bir takım reenkarnasyon taraftarlarının ve ruhçu-ların Tevrat ifâdelerine -ve ilerde görüleceği üzere Kur'ân âyetlerine-yaklaşım tarzı. İnciller için de sergilenmiş, öldükten sonra dirilmeyi haber veren ilahî kitapların bu yöndeki mesajları bütünüyle reenkar­nasyon doktrinine hamledilmek istenmiştir.
Şimdi bu âyetleri görelim:
1. "Ve İsâ, Filipus Kayseriyesi taraflarına geldiği zaman şakirtle­rinden sordu: Halkın dediğine göre insanoğlu kimdir? Ve onlar dedi­ler: Bazıları vaftizci Yahya, başkaları İİya, başkaları da Yeremya yahut peygamberlerden biridir diyorlar." (Matta, XVI, 13-14).
2. "Ve İsâ, kendi şakirtleri ile Filipus Kayseriyesi'nin köylerine çık­tı. Yolda şakirtlerine sorup, onlara dedi: Halkın dediğine göre ben ki­mim? Onlar da cevap verip dediler: Vaftizci yahyâ, başkaları İİya, baş­kaları da peygamberlerden biridir diyorlar." (Markos, VIII, 27-28).
3. "Ve vaki oldu ki, İsâ yalnız başına dua ederken, şakirtleri yanın­da İdi, onlara sorup dedi: Halkın dediğine göre ben kimim? Onlar da cevap verip dediler: Vaftizci Yahya'dır, başkaları İlya'dır ve başkaları da eski peygamberlerden biri kıyam etti diyorlar." fLuka, IX, 19-20)
4. "Doğrusu size derim: Kadınlardan doğanlar arasında Vaftizci
Yahya'dan daha büyüğü çıkmamıştır. Fakat göklerin melekutunda da­ha küçük olan ondan daha büyüktür. Vaftizci Yahya'nın günlerinden şimdiye kadar göklerin melekutu zorlanıyor ve zorbalar onu ele geçi­riyorlar. Çünkü bütün peygamberler ve şeriat Yahya'ya kadar pey­gamberlik ettiler. Ve eğer onu kabul etmek isterseniz, gelecek olan İİ­ya odur. Kulakları olan işitsin." (Matta, XI, 11-15)
5. "Ve şakirtleri ondan sorup dediler: Öyle ise, niçin yazıcılar, ön­ce İİya gelmelidir diyorlar? Ve İsâ cevap verip dedi: Gerçi İİya gelir ve her şeyi yerine kor. Fakat ben size derim İİya zaten gelmiştir ve onu tanımadılar, fakat ona her istediklerini yaptılar. Aynı suretle İnsanoğ­lu da onlardan elem çekecektir. İsa'nın kendilerine Vaftizci Yahya için söylediklerini şakirtler o zaman anladılar." (Matta. 17: 10-13)
Bu ifâdelerden hareketle, Yahya'nın İlya'nın reenkarnasyonu ol­duğu [187] iddia edilmiştir. Halbuki, başka bir yerde Yahya açık bir şekil­de, kendisinin İlyâ olmadığı şöyle ifâde edilmektedir: "Yahudüer Yah­ya'ya Sen kimsin? diye kendisinden sormak için YeruşalinVden kâ­hinlerle Levililer gönderdikleri zaman, Yahya'nın şehadeti şudur: Ve Yahya ikrar etti ve inkâr etmedi ve: Ben Mesih değilim diye ikrar et­ti. Onlar da kendisinden sordular: Öyle ise, ne? Sen İlyâ mısın? Ve Yahya: Değilim, dedi. Sen o peygamber misin? Yahya: hayır, diye ce­vap verdi. İmdi onlar kendisine dediler: Sen kimsin? Bize gönderilene cevap verelim diye, kendin hakkında ne diyorsun? Ben. İşaya pey­gamberin dediği gibi: Rabbin yolunu düzeltin diye çölde çağıranın se­siyim, dedi" (Yuhanna, I, 19-23). Ama, iddia sahiplerine göre, onun bu sözü henüz ilahî ilhama mazhar olmaması ve böylece geçmiş ha­yatlarını hatıriayamaması sebebiyledir. Dolayısıyla onun bu sözüne iti­bar edilmemelidirO). [188] Aslında, yukarda reenkarnasyona delil olarak sunulan İncil pasajlarının hepsinin devamında, İsa'nın insanların bu konudaki yanılgılarını düzeltmek maksadıyla oradakilere, "Ya siz, ben kimim dersiniz?'' sorusunu yönelttiği, devamında ise bu soruya Pet-rus'un şöyle cevap verdiği belirtilir: "Sen Meşinsin. " [189]
Allan Kardec İse, "... İsâ peygamberi de Öyie öldürecekler. Aynı şekilde insanoğlu da onlardan elem çekecektir. İsanın kendilerine Vaf-tizci Yahya için söylediğini {Jean Baptiste den söz ettiğini) anladılar" [190] ifadesinden hareketle, şöyle der: "Madem ki, Jean Baptiste îlyas (İlya) idi, o halde burada İlyas'ın ruhunun ya da zihninin Jean Baptiste'in bedenine reenkarnasyonu söz konusudur." Papus da aynı iddiada bu­lunmaktadır. Guenon bu iddialara şöyie cevap veriyor: Bir kere, me­tinde İlyas'ın nasıl daha önceden gelmiş olduğu hiç belirtilmez... Sonra Jean Baptiste'e bu durum soruluyor o kesinlikle reddediyor: "On­lar da kendisine, öyleyse sen kimsin. İlyasmısın diye sordular. O da değilim, dedi" (Yuhanna, I, 21). Şayet, bu, sadece onun daha önceki varoluşunu hatırlayamadığını gösterir denilecek olursa, buna daha açık bir metinle cevap veririz. Bu metin, Cebrail'in Zekeriya'ya çocu­ğu (Yahya) olacağım bildirirken: "Babaların kalplerini çocuklarına döndürmek, söz dinlemeyenleri doğru kişilerin anlayışına yöneltmek ve Rab için hazırlanmış bir halk yetiştirmek üzere, İlyas'ın ruhu ve gü­cüyle Rabb'ın (Efendinin) önünden gidecektir" {Luka, I, 17) dediğini ifade eden metindir. Jean Baptiste'in kesinlikle İlyas'ın şahsı olmayıp, sadece deyim yerindeyse, onun manevî ailesine mensup olduğu bundan daha açıkça belirtilemez. Dolayısıyla İlyas'ın gelişini, sözcüğün dar anlamında değil de bu şekilde anlamak gerekir. [191]
6. "Ve geçerken anadan doğma kör bir adam gördü. Şakirtleri ondan sordular-. Efendimiz, bu adamın kör olarak doğmuş olmasının nedeni onun kendi günahı mı yoksa onu dünyaya getirenlerin günahı mı? İsâ şu cevabı verdi: Kesinlikle ne onun ne de onu dünyaya geti­renlerin günahıdır. Onun kör olarak doğması Tanrının gücünün onda tezahürlerinin oluşması içindir"' (Yuhanna, IX, 1-3).
Burada, onların bu adam kendi işİediği günah yüzünden mi kör doğmuş?., şeklindeki sorulan, tekrar doğuştan haberdar olduklarını, geçmişteki karmasının böyle doğmasını gerektirdiğini gösteriyor şek­linde değerlendirilmiştir. [192]
. Felseje-i Ulâ adlı eserde bu ibarenin sonu, ".... Bu günahı kendi­si mi, yoksa ebeveyni mi ırtikâb etmiştir? Kendi günahı sebebiyle âmâ doğmuş ise, bu günahı daha evvel geçirdiği bir hayatta irtikâb etmiş olacağı şüphesizdir [193]şeklinde verilerek, bugünkü İnciilerde bu görü­şe yer verildiği belirtilmiştir. Ancak, durum tam aksinedir. İncil'deki ifâde yukarda naklettiğimiz gibi olup, bu körlüğün çocuğun günahı se­bebiyle olmadığı açıkça dile getirilmiştir. Yapılan ilave ancak yanlış bir yorumdur.
Papus da bu ifadeleri reenkarnasyon anlaşılacak tarzda sunduğun­dan, Guenon, Papus'un bu konudaki sözlerini şöyle cevaplandırıyor: "... Dolayısıyla bu adam hiç de günahları için cezalandırılmış değildi. İbare, önceki günahları İçin biçiminde olmuş olsaydı bu mümkün olabilirdi. Papus'un bu konudaki cehaleti bilinmemiş olsaydı, kötü ni-yetülikle [önceki sözcüğünü kasıtlı olarak koymuş olmakla) suçlanabi-lirdi. Muhtemelen, o adamın sakatlığı ona sonradan işleyeceği günah­lar için peşin bir ceza olarak verilmesidir..." [194]
7. "İsa cevap verip ona dedi: Doğrusu sana derim: Bir kimse ye­niden doğmadıkça Allah'ın melekutunu göremez. Nikodimos ona de­di: Bir adam ihtiyarken nasıl doğabilir? Anasının rahmine ikinci defa girip doğabilir mi? İsâ cevap verdi: Doğrusu, sana derim: Bir kimse sudan ve ruhtan doğmadıkça, Allah'ın melekûtuna giremez. Bedenden doğan bedendir. Ruhtan doğan ruhtur. Sana, yeniden doğmahsı-nız dediğime şaşma." (Yuhanna, III, 37)
Bu ibare, Guenon'un belirttiği şekle göre şöyledir: "Bir adam tek­rar doğmadıkça Tanrının krallığını (ya da cennetini) göremez. Aslında size şunu söyleyeyim. Bir adam sudan ve ruhtan tekrar doğmazsa Tanrının krallığına giremez. Etten doğan ettir ve ruhtan doğan ruhtur. Bu söylemiş olduğum yeniden doğmanın gerekliliği sizi şaşkınlığa dü­şürmesin.'1 Guenon daha sonra şu tenkidde bulunuyor: Salt manevî anlamda hatta burada bedensel doğuma açıkça zıt olan bir ikinci doğum söz konusu İken, reenkarnasyon söz konusu olabileceğini zannetmek için spiritlerinki kadar olağanüstü bir cehalet gerekir... Bu İkinci doğum (seconde naissance) neo-spiritlerin öne sürdüklerinin tersine, hiçbiri reenkarnasyona uzaktan yakından benzemeyen tüm tradisyonel öğretilerde ortak olan kavrayışlardandır. [195] Özetle, burada kasdolunan mana, manevî diriliştir.
Bu âyetteki Allah'ın melekûtunu görme tabirinden ilham alına­rak, burada insanın tekâmülü sonucu, bünyesinde Ruhu'İ-Kudüs'ün mihraklaşarak insan-üstü bir seviyeye yükselmesinden bahsedildiği, böyle bir tekâmülün de ancak defalarca bedenlenmeyle sağlanabilece­ği sonucuna ulaşılmak istenmiştir. [196]
Bu tür ifâdelerin aslını bulup tahkik etme imkânına sahip değiliz. Tercümenin tercümesi bir metinle karşı karşıyayız. Yukarda sunduğu­muz iki tercüme arasında dahi pek çok farklılıklar oduğu görülüyor. Ayrıca, tercümelerde bir çok hatalar yapılabildiği herkesin malumu­dur. Bazen bir tek kelimenin yanlış tercümesi veya yerli yerinde kulla­nılmaması dahi, çok önemli anlam kaymalarına neden olabilmektedir. Halbuki, bu tür iddialar Kur'an hakkında olunca asıl metne dönüp, in­celiyor ve işin doğrusunu anlayabiliyoruz...
Şu âyetler de ruhun ezeliliğine delil gösterilmiştir:
8. "Babanız İbrahim, günümü göreceği için, sevinçle coşmuştu. Gördü ve sevindi. Yahudiler, sen daha elli yaşında bile değilsin. İbra­him'i de mi gördün? dediler. İsa, size doğrusunu söyleyeyim, İbrahim doğmadan önce ben varım, dedi."' (Yuhanna, VIII: 56-58).
Bu ifâdeler hakkında da yukarda söylediklerimiz geçerlidir. Ayrı­ca, bir tahrif eseri olarak, önceki âyetlerde Hz. İsa'ya ilahhk isnad edil­diği dikkate alınırsa, bu ifâdelerde de bir tahrifin söz konusu olması mümkündür. Çünkü yanlış yanlışa; yalan yalana yol açar. O bir ilâhtı denince, bu bâtıl iddiayı desteklemek için, bu tür yollara müracaat edilmesi kaçınılmaz duruma gelebilir. Ayrıca, faraza böyle bir ifâdeyi Hz. İsâ söylemişse, mecazî manada söylemiş olabilir; yani faziletteki üstünlük kasdedilmiş olabilir veya ben ondan Önce anılıyordum, onun ismi zikredilmeden önce benimki anılıyordu manasında söy­lemiş olabilir.
9. "Galip geleni Tanrımın tapınağında bir sütun yapacağım. Böy­le biri artık oradan hiç ayrılmayacak. Onun üzerine Tanrımın adını, Tanrıma ait kentin, yani gökten. Tanrının yanından inen yeni Ku­düs'ün adını ve benim yeni adımı yazacağım." (Vahiy/ Esinleme, III: 12)
Buradaki sütun'un mecazi manada kullanılmış olabileceği göz ar­dı edilip hakiki manada ele alınarak, arınmış ruhun Tanrı mabedinin direği olabileceği şeklinde değerlendirilmiş, bunun, savunulan reen­karnasyon teorilerine aykırı oiuşu da Önemsenmeyerek, metampsikoz da, metamsomatoz da, palanjenezi de denilse önemli olmadığı, önemli olanın ruhun çeşitli bedenlerde tekâmülünü sürdürmesi oldu­ğu söylenmiştir. [197] Böylece reenkarnasyonu savunanlar kendi görüşle­riyle çelişkiye düştüklerini görmezlikten gelmişlerdir.
Ayrıca, ifâdedeki "artık" kelimesinden de şu mana çıkarılıyor: "Artık kelimesinin anlamlı olabilmesi için bu kişinin daha önce yaşa­mış olması gerekir. Belki de bu, ruhun sürgünü fikridir. Buna göre, Tanrı'nın tapınağına kabul edilmeden Önce ruh çok dolaşıp arınmak zorundadır." [198]
10.  "Kulağı olan işitsin, Rûh kiliselere ne diyor. Galip olan ikinci ölümden zarar görmeyecektir" (Vahiy, II, 11).
Bir açıklama getirilmeden zikredilen bu âyette de belli ki, İkinci ölüm ifâdesi reenkarnasyon manasında yorumlanmıştır. Bu ifâdede bir muğlaklık olduğu ortada, ifâdelerin öncesi ve sonrası da bu muğ­laklığı kaldırmakta yetersiz. Ayrıca, ikinci kelimesi, öncesi olan "Ga­lip oîan'm'' mı, yoksa sonrası olan "Ö/üm"'ün mü sıfatıdır belli değil. Eğer ölümün sıfatı olarak yani ikinci ölüm denirse, bunun açıklama­sını, ilerde gelecek olan Kur'ân-ı Kerîm'deki benzer ifâdeler hakkında­ki değerlendirmemize bırakıyoruz.
11. "Galip gelen böylece beyaz giysiler giyecek ve onun adını ha­yat kitabından silmeyeceğim" (Vahiy, III: 5}.
Burada da bu ifâdelerin neresinden reenkarnasyon manası çıka-rıkhğı belirtilmemiştir. Bize göre bu İfâdede kasdolunan, ebedî bir ha­yata kavuşmak veya isminin devamlı anılır olması, unutulmamasıdır..
12. "Tahtın önünde duran, büyük küçük bütün ölüleri gördüm. Sonra bazı kitaplar açıldı ve hayat kitabı denen başka bir kitap daha açıldı. Ölüler, kitaplarda yazılanlara bakılarak, yaptıklarına göre yargı­landı. Deniz, kendisinde olan ölüleri, ölüm ve ölüler diyarı da, kendi­lerinde olan ölüieri teslim ettiler. Ve ölüm ve ölüler diyarı ateş gölüne atıldı. İşte bu ateş gÖİü, ikinci ölümdür" (Vahiy, XX: 12-15}.
13.  "Ölüler nasıl kıyam ederler? Ve ne çeşit bedenle gelirler? Ey akılsız. Senin ektiğin şey ölmedikçe dirilmez. Ve bir şey ektiğin za­man, hasıl olacak bedeni değil, fakat belki buğdayın ve yahut ötekiler­den birinin çıplak tanesini ekersin. Fakat Allah ona dilediği gibi bir be­den ve tohumların her birine kendi bedenini verir. Her et aynı et de­ğildir. İnsanların eti başka, hayvanların eti başka, kuşların eti başka ve balıkların eti başkadır. Semavî bedenler ve dünyevî bedenler de var. Fakat semavîlerin İzzeti başka ve dünyevîlerinki başkadır, Ölülerin kıyamıda böyledir. Çürümede ekilir, çürümezlikte kıyam eder, hürmet­sizlikte ekilir, hürmette kıyam eder. Tabii beden olarak ekilir, ruhanî beden olarak kıyam eder. Tabii beden olduğu gibi, ruhani beden de vardır (I. Korintoslulara, XV; 35- 44).
Kıyamet gününden ve o günde ölülerin diriltilmesinden bahseden bu ifâdelerden nasıl bir reenkarnasyon manası çıkartılmış aniamak zor. Ayetleri sadece sıralayıp, bu konuda açıklama yapmamaları da gösteriyor ki, [199] aslında kendileri de bu konuda fazla iddialı değiller. Sadece bir destek olsun diye âyetler ard arda sıralanmıştır.
14.  "Bunların hepsinden başka, buradan size geçmek isteyenler geçemesinler ve oradan bize hiç kimse geçmesin diye, sizinle bizim aramıza büyük bir çukur konulmuştur. Ve o dedi: Öyle ise, ey baba, sana yalvarırım, onu babamın evine gönder. Çünkü beş kardeşim var ki, onlar da bu azap yerine gelmesinler diye şehadet etsin" (Luka, XVI; 26-28).
Bu ifâdelerin öncesine bakıldığında, Ölüler diyarında azap gören­lerin, rahmet İçinde olanlar tarafına geçmemeleri İçin aralarına bir en­gel konulduğundan bahsedildiği görülmektedir. Ancak reenkarnasyon arayan bakışlar, buradaki "geçme" ifâdelerini bu manada değerlendir­miş olacaklar ki, bu ifâdeleri de diğerleri arasında zikretmişler.
15. "Nitekim, Yakup'u sevdim, ama Esav'dan nefret ettim diye yazılmıştır" (Romalılara, IX-13). Bu ifade de reenkarnasyon aranarak şoyîe değerlendirilmiştir: "Tanrı daha doğmadan ve hiç bir iyilik ve kö­tülük yapmadan Önce Yakup'u sevip, Esav'dan nefret ettiğini söyledi­ğine göre, bu kişilerin daha Önce yaşamış oldukları açıktır."[200]
Halbuki, Allah sonsuz ilim sahibidir. Geçmişi ve geleceği bilir. Za­ten onun için geçmiş ve gelecek söz konusu değildir. Her şey bir ân gibidir. Dolayısıyla onların akibetlerini bildiği için böyle söyleyebilir. [201]

II. KURANI KERİME YÖNELTİLEN REENKARNASYON İDDİALARI


A. Kur'ân'da Âhiret İnancı


Kur'ân-ı KerinYde yüzlerce âyette ifâde edilen âhiret inancına gö­re, insanlar Ölümlerinin ardından diriltilecekler! güne kadar, kabir ale­mi de denilen berzah hayatını yaşarlar. [202] Kıyametin kopmasıyla da tüm canlılar ve insanlar ölür. [203] Sonra Allah'ın emriyle tekrar diriltile­rek, kabirlerinden kaldırılıp mahşer yerine sevk olunurlar [204]Burada büyük, küçük bütün yaptıklarından hesaba çekildikten sonra, grupla­ra ayrılırlar.[205] Bir grup ebedî kalmak üzere cennete, bir grup ise yine ebedî kalmak üzere cehenneme girer. [206]
Kur'ân'ın sunduğu âhiret inancıyla tenasüh veya reenkarnasyon nazariyesi arasında pek çok ve Önemli farklar vardır: Reenkarnasyon nazariyesine göre, ölüm ve diriliş ferdîdir. Bir kısım insanlar ölür, son­ra dirilirler. Bu arada kâinatın düzeni ve yeryüzündeki hayat devam edip gider. Kur'ân'a göre ise, kıyamet ve ardından gelen ba's (diriliş) topyekündür. Kâinat yıkılıp yeni bir aiem kurulur. Bütün insanlar ölür, sonra hep birden diriltilir. Nitekim, kıyamet gününün isimlerinden iki­si, toplanma günü manasına gelen yevmu'l-haşr ve yeumu'l-cem'dir.
Şu âyetlerde olduğu gibi: "O gün onları topyekün hasrede­riz...  [207]Sûr'â üflenince, Allah'ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olanların hepsi ölür. Sonra ona bir daha üflenince, birden ayağa kalkıp bakarlar! , [208] Ve hepsi sıra halinde Rab-bine arzolunur. Sizi ilk defa yarattığımız gibi bize geldiniz. Oysa siz va'd edilenlerin asla gerçekleşmeyeceğini zannet­miştiniz.' [209]
Tenasühte, genellikle karmik birikimlerin bir sonucu olan zorunlu bir bedenlenme söz konusuyken, Kur'ân'a göre dirilişin zamanı, me­kânı ve şartlan tamamen Allah'ın elindedir. [210]
Kur'ân'a göre, bu dünya hayatı bir imtihan meydanı olup iyi ve kötü davranışlarımızın karşılığı daha çok âhirette görülecektir, [211] ancak bazı amellerimizin karşılığının dünyada da görülebileceği belirtilir. [212] Tenasüh veya reenkarnasyon iddiasına göre ise, bu hayat hem bir im­tihan alanı hem de amellerin karşılığının görüldüğü yerdir. Çünkü in­san bir taraftan önceki hayatlarının karşılığını alırken, diğer taraftan yine yaptıklarından sorumlu olup, imtihan edilmektedir.
Kur'ân'a göre insan yine aynı insan olarak diriltilecektir. Tenasüh veya reenkarnasyona göre ise, insanın çok değişik bedenlerde tekrar dünyaya gelmesi söz konusudur.
Bu farklara işaret ettikten sonra, burada öncelikle tenasüh ve re-enkarnasyonu kesin olarak reddeden âyetler üzerinde etraflı bir şekil­de durmaya çalışacağız. III. Bölümde ise tenasüh ve reenkarnasyon ifâde ettiği iddia olunan âyetler üzerinde duracağız. [213]

B. Tenasüh ve Reenkarnasyona Delîl Olarak Gösterilen Ayetler


Tenasüh veya reenkarnasyon ifâde ettikleri iddia olunan âyetlere gelince, öncelikle şunu belirtelim ki, geçmişte tenasühe inanan bazı itrak-ı dâiie [214] tarafından İddialarına destek bulmak için, bu konuda de­lîl olarak ortaya konulan ve burada öncelikle ele alacağımız âyetlerin sayısı, günümüzde özel bir reenkarnasyon anlayışına sahip olanlarca[215] österilenlerin aksine, çok azdır, beş-on taneyi geçmez. Bir kıs­mı günümüz reenkarnasyoncularıncada dile getirilen bu âyetlerden birincisi, "Onların ciltleri cehennem ateşinde pişip kavruldu­ğu her seferinde, azabı tatsınlar diye yeni ciltlerle (derilerle) değişiriz" (Nisa, 56) âyetidir. [216]
Bu âyette açıkça cehennem azabından ve cehennem azabının şid­detini ifâde etmek için, kavrulan bedenlerin yenilenmesinden bahse­dilirken, âyette zikredilen cehennemin bu dünya hayatı olduğu iddia edilerek, bu âyet insanların ruhlarının bedenlerinden ayrıldıktan son­ra başka bedenlere girip dünyaya gelmelerine işaret sayılmış, beden içinde olgunlaşamayan ruhun azap çekmek için başka bedenlere gire­rek bir cehennem olan şu dünya hayatına geri dönecekleri söylenmiş­tir.  [217]
Tamamen bâtınîlik kokan, cehennemi bu dünyada arayan bu gö­rüşün ne derece sakat ve bâtıl olduğu açıktır.
Geçmiş tenâsühçüierden bazıları da, "Ey İsrail oğulları! Size in'âm ettiğim nimetleri hatırlayın..." (Bakara, 40) ve benzeri âyetlerden [218] hareketle, âyette hitap edilenlerin bizzat o zamanki ya-hudîler olduğu, ölüp, çürüyüp, aradan uzun zaman geçtikten sonra, Allah'ın kendilerine olan nimetlerini unuttukları için onlara hatırlatma yapıldığını iddia etmişlerdir. Halbuki, Arapça'da böyie bir üslûp yay­gındır. Bir kimseye dedesi ve ataları kasdedilerek, ona söylüyormuş gi­bi hitap edilebilir. [219]
Ayrıca bu âyetlere dikkat edildiğinde iltifat sanatı yoluyla sık sık gayb sigasından (üçüncü çoğul şahıs/ onlar) muhataba (ikinci çoğul şahıs/ siz), muhatap sigasından gayba geçildiği görülür. Hitap hep muhatap sigası üzere oisaydı, böyle bir vehim ve tereddüt söz konusu olabilirdi. Ancak durum böyie değil. Örneğin, genelde yahudilerîe il­gili olan, Bakara, 40-147 âyetler arasında iltifat yoluyla, bu üslup kul­lanılarak, sık sık gayb'dan muhataba muhatabdan gayb'a geçilmiştir. Hatta bazen bir âyet içinde dahi aynı duruma şahid olunabilmektedir. Şu âyet gibi: "Hani siz, ey Musa! Biz bir tek yemekle yetine-meyiz, Rabbine duâ et de bizim için yerden biten şeyler­den; sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercime­ğinden, soğanından bize çıkarsın demiştiniz de Musa'da size, iyi olanı düşük olanla mı değiştirmek istiyorsunuz?! O halde şehre inin! Zira orada istedikleriniz vardır de­mişti. [220] Onların üzerine aşağılık ve miskinlik damgası vurul­du ve Allah'tan bîr gadapla döndüler. Tüm bunlar, onların başına, Allah'ın âyetlerim inkâr etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, İs­yanları ve haddi aşmaları sebebiyledir' (Bakara, 61).
Nitekim, "Bunlar bir ümmet idi gelip geçtiler. Onların ka­zandıkları onlara, sizin kazandıklarınız da sizedir. Onların yaptıklarından sorumlu tutulmazsınız" (Bakara, 134, 141) âyeti de reenkarnasyonu kesin bir dille reddederek, İsrail oğullarıyla asr-ı saadetteki insanların birbirlerinden ayrı kimseler olduğunu, birbirleri­nin yaptıklarından hesaba çekilmeyeceklerini açıkça ifade ediyor.
Benzer bir değerlendirme de -fakat tam tersi bir şekilde- Katar-lar [221]'ın şu sözlerinde görülmektedir: "Musa'nın dediğine göre, İsrail kavmi Mesih'in sözlerini duyacak ve dinleyecektir. Şu halde Mesîh'i dinlemiş olan insaniar, Musa devrinde yaşamış ve ölmüş, daha sonra da bedenden bedene geçe geçe Mesih devrine ulaşmış insanlardır." [222] Burada da İsrail kavminin torunlarının Mesîh'i görecekleri ifâde edil­mişken. İsrail kavmi, sadece bu söze muhatap olan kimselermiş gibi, böylesine yanlış bir değerlendirme yapılmıştır.
"Yer yüzündeki bütün hayvanlar ve gökte kanat çırpıp uçan bütün kuşlar sizin gibi bir ümmettir (toplu halde yaşayan canlılardır)" (En'âm, 38) âyetinde de tenâsühçüler, bu âyetin yer yü­zündeki hayvanların ve kuşların bizim emsâİİmiz olduğuna delâlet et­tiğini, mümâseletin (benzerliğin) bütün zatî sıfatlarda bulunmasını ge­rekli kıldığını söyleyerek, bu sebeple âyetin tenasüh ifâde ettiğini iddia etmişlerdir. [223] Onlara göre, bu misliyet bilkuvvedir, bilfiil değildir. İn­sanlar da hayvanların bilkuvve mislidir. [224] "Her ümmete mutlaka bir nezîr (cehennemle uyaran) gelmiştir" (Fâtır, 24) âyetinden hareketle de, önceki âyette ümem olarak tavsif olunan bu hayvan topluluklarının her birine Ailah tarafından birer resul gönderildiğini sa­vunmuşlardır. [225]
Âyette ifâde edilen benzerliğin, ümem olmada, yani toplu halde yaşama hususunda olduğu açıktır. Çünkü âyette bu nokta yani ümmet olma (toplu haide yaşama) nazara verilerek, benzerliğin burada oldu­ğuna işaret ediliyor. Nitekim karınca, arı gibi hayvanlarda bu durum daha açık olarak görülmektedir. Bu benzerliğin bütün zatî sıfatlarda ol­ması için ise, hiç bir sebep yoktur.
Bazı tenâsühçüler de, kâfirlerin cehennemde ebedî kalacaklarını ifâde etmek maksadıyla zikredilmiş olan, "Ayetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmaya tenezzül etmeyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremeyeceklerdir... (A raf, 40) âyetinden hareketle, kötü ruhluların bedenden bedene intikâl ederek safiyet ka­zanacaklarını, bunun sonucunda, deve bedeninde olan bir insanın, iğne deliğinden geçebilecek bir meyve kurdu bedenine intikâl edeceğini söylemişlerdir. [226] Aslında bu âyetts anlatılmak istenen şey çok açıktır. Devenin iğne deliğinden geçmesi mümkün olmadığı gibi, kâfirlerin de asİa cennete giremeyecekleri böyle güzel ve belîğ bir temsille anlatıl­mış ve bu işin imkânsızlığı âyeti okuyan ve dinleyenin gözieri önünde canlandınlmıştır. Özetle bu, mecazî bir ifadedir. Ama ne yazık ki, me­cazî ifadeler bazı cahil veya art niyetli kişilerin eline düşünce, hakikat gibi değerlendirilmekte ve böylece bir sürü hurafelere kapı aralanmak­tadır. Burada bunların bir örneğini gördüğümüz gibi, geçmişte ve gü­nümüzde de boş yere, Allah deveyi iğnenin deliğinden geçirmeye kadir midir, değil midir? diye, avam arasında lüzumsuz tartışmalar yapılmakta, bu sözün hangi makamda ve ne için kullanıldığı unutul­maktadır.
Ey insan! Seni Kerîm olan rabbine karşı aldatan nedir? O rab ki, seni yarattı, azalarını düzgün ve dengeli kıldı. Di­lediği surette terkib etti...." (İnfitâr, 6*8} âyetleri de, bu gruplarca tenasühe delii gösterilmiş, son cümle farklı canlılar suretinde yaratma olarak değerlendirilmiştir. Haİbuki bu ifâdeyle, İbn Hazm'ın da belirt­tiği gibi, insanın kısalık, uzunluk, güzellik, çirkinlik, beyazlık, siyahlık gibi, yaratıldığı suret ifâde edilmektedir. [227] Ayrıca bu âyette, Allah'ın insanı yarattığı eşsiz güzellikteki suretine, şekline dikkat çekilmekte, bu şekil ve suret vermenin ne kadar güzel olduğu, hayrete çağıran bir üslupla sunulmakta, insanoğlu bu suret üzerinde tefekkür etmeye davet olunmaktadır.
Keza, "Size kendi cinslerinizden eşler kıldı. Hayvanlara da eşler kıldı. Sizi onun sebebiyle (onda) çoğaltır (zer' eder)..." (Şûra, 11) âyetinde de, onda ffîhi) ifadesindeki zamir, hay­vanlara da raci kılınarak, insanların hayvanlarda da çoğaltıldığı şeklinde değerlendirilmiştir. Halbuki, âyette bu hususta bir delil yoktur. İn­sanlar kendi türlerinden olan kimselerden türemektedir, hayvanlar da yine kendi türlerinde türemektedirler. [228] Âyetteki fîhi (onun sebebiy­le/onda) den maksat, o tedbirde yani tezvîc'de demektir. Âyette bihi (o tedbir /tezvic sebebiyle) yerine, fîhi denmesinin sebebi, bu tedbir'in yani insan ve hayvanların çift çift yaratılmasının, bu çoğaltma için bir menba ve maden görevi görmesinden dolayıdır. [229] Zamirin tekil olarak gelmesi de bu iddianın doğru olmadığını gösteriyor. Eğer öyle olsaydı, çoğul olarak fîhâ (onlarda) şeklinde kullanılması daha uygun olurdu.
Şu âyet de, geçmişte tenasühü, günümüzde ise reenkarnasyonu savunanlar tarafından iddialarına delîl olarak gösterilmeye çalışılmıştır: "Size her ne musibet dokunursa, kendi ellerinizle kazandığı­nız şeyler sebebiyledir. Allah pek çoğunu da affeder' (Şûra, 30).
Bu âyetten hareketle, çocukların (ve hayvanların) [230] başına gelen belâ ve musibetlerin onların daha önce yaptıkları hata ve isyanlarının bir cezası olduğu söylenmiştir. Çünkü, bu iddia sahiplerine göre, ço­cuklar (ve hayvanlar) masumdur, böyle cezalan hak ettirecek işler yap­mamışlardır [231]
Aslında bu âyette muhatap olan kimselerin çocukluk çağını geç­miş, mükellef kimseler olduğu açıktır. Çünkü yapılanlarla muaheze edilmek, sorumlu tutulmak ancak mükellefler için geçerlidir. Hem bu durum, Kur'ân'ın bütün emir ve yasaklan için böyledir. Muhatap dâ­ima âkıl-bâliğ olan mükelleflerdir. Dolayısıyla çocuklara isabet eden musibetlerin, sadece yapmış oldukları şeyler sebebiyle olduğu söylene­mez.
Hem sadece bu âyete dayanarak hüküm vermek doğru olmaz. Ni­tekim bir başka âyette, zaman zaman masumlarada musîbetin doku­nabileceğinden bahsedilmiştir. "Sadece sizden zalim olanlara de­ğil, herkese dokunacak olan fitneden sakının!" (Enfâİ, 25) âye­tinde, günahların toplumun büyük kesimi tarafından işlenmesi veya kabul görmesi sebebiyle, bazen musibetlerin umumî olarak gelip, her­kesi kuşattığı ifade edilmiştir. Bu durum, dünyanın bir imtihan alanı ol­masından kaynaklanmaktadır. Aksi halde, insanlar zorunlu olarak İman etmek durumunda kalırlardı. Umumi olarak gelen musibetten sonra, Allah, onİar içinde suçsuz olanları ayrıca mükâfatlandıracaktır. Böylece bu tür insanların can ve mallan sadaka hükmüne geçer. Ço-cukiarın başına gelen belâ ve musibetler babalan için bir imtihan ve­silesi, [232] kendileri için de manevî terakki veya uhrevî sevap vesilesi ola­bilir. Sonra, hayır ve şer nisbî şeylerdir. İnsan kendisi ve çoluk çocuğu İçin neyin hayır, neyin şer olduğunu tam anlayamaz. Kerih gördüğü bir şey kendi hayrına olabileceği gibi, hayır olarak gördüğü bir şey de kendi aleyhine olabilir. [233] Ayrıca, böyle bir iddianın doğruluğu farz olunsa bile, bu cezanın o çocuğa daha çocuk iken değil de büyüdüğü zaman çektirilmesi gerekmez miydi?
'Kendinizi ve aile efradınızı yakacağı insan ve taşlar olan bir ateşten koruyunuz" (Tahrîm, 6) âyeti de tenasüh hususunda delil gösterilmiştir. Buna göre, cüz'î nefs, insanlık mertebesinde kendi kemâlini elde etmez de dört ayaklı hayvanlar gibi yaşarsa, beden kalıbından ayrıldıktan sonra, hangi hayvanın sıfatı onda galip gelirse o hayvanın kalıbında haşrolur... Zaman olur hayvan mertebesinden bitki mertebesine döner. Zaman olur, bitki merte­besinden cansızlar mertebesine döner. Madenler suretinde haşro-Jur [234] Bu izahlardan sonra, yukardaki âyete işaret edilerek, âyetin bu manaya delâlet ettiği belirtilmekte ve âyette geçen taşlardan maksa­dın tenasüh yoluyla bu derekeye düşen insanlar olduğuna imâ edil-inektedir. Halbuki, bu âyette taşların zikredilmesi, azabın şiddetini be­lirtmek içindir. Çünkü, içinde taşların tutuşup yandığı bir ateş, şüphe­siz çok dehşet vericidir. Nitekim, bir taş cinsi olan kömürün ateşi de, oduna göre daha güçlü ve yakıcıdır. Ayrıca, âyette taşlarla ifâde edilen diğer bir husus da, "Siz ve Allah'tan başka taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Oraya gireceksiniz" (Enbiya, 98) âyetin­de belirtildiği gibi, insanların Allah'ı bırakıpda kendilerine İbadet et­tikleri putlardır. Böylece, o putlar bir taraftan cehennem malzemesi olarak kullanılırken, bir taraftan da, cehennemde yakılmaları suretiy­le, onların batıl şeyler oldukları gösterilecektir. Nitekim, bir sonraki âyette, "Eğer onlar ilâh olsalardı oraya girmezlerdi" buyrularak, bu manaya işaret edilmiştir.
"Biz emâneti göklere, yere ve dağlara arzettik de, onlar kabul etmeyip yerine getirememekten korktular...' (Ahzâb, 72} âyeti de, daha önce belirttiğimiz gibi, Kahtî tarafından tenasühü çağrıştırır bir şekilde yorumlamıştır. Çünkü onun açıklamalarına göre, henüz insan olmamış varlıklara mükellefiyeti Allah arzetmemiş, aksi­ne onlar derecelerinin yükseltilmesini ve birbirlerine üstünlük sağla­mayı isteyince, Allah da onlara böyle bir şeyin ancak teklîf ve imtihan­la olabileceğini, mükellef olup da isyan edenlerin de cezayı hak ede­ceklerini söylemiş, onlar da bunun üzerine imtihana tabi tutulmak is­tememişlerdir. Gerçi Kahtî bu ifadesiyle cansız varlıkların tenasüh ge­çirdiğini söylemiş olmuyor ama, cansız varlıkların derecelerinin yük­seltilmesi için böyle bir talepte bulunduklarını söyleyerek, bunun mümkün olabileceğine işaret ediyor.
Halbuki, yukarda geçen âyette böyle bir anlayışa dâir asla bir işa­ret yoktur. Âyette belirtilen sadece, onların böyle bir mükellefiyetten kaçınmalarıdır. Yani Kahtî, kendi yanlış anlayışını âyete tatbik etmek İstemiştir. Yoksa, âyetten böyle bir mana anlamak mümkün değildir. Ayrıca, bu âyette ifâde edilenin temsilî olduğunu söyleyen müfessirler de vardır. Meselâ Alûsî, bu âyeti açıklarken, ifâde olunanların hakiki manada olduğuna hiç değinmeksizin, âyette temsil yoluyla, şer'î tek­liflerin büyüklüğünün ve ağırlığının dile getirildiğinin keza, İnsanın mü­kellef tutulmasının kendi kabul ve iradesiyle olduğunun ifâde edildiği­mi söyleyerek âyete şöyle mana verir: Bu emânet öyle büyük ve ağır-c*ır ki, faraza, şuur ve idrâk sahibi oldukları kabul edilerek, güç ve kuvvet hususunda misâl olarak zikredilen bu büyük varlıklara ona riâyet etmeleri teklif edilseydi, onu kabul etmekten kaçınır ve böyle bir şeyi yüklenmekten korkarlardı. Mananın daha iyi kavran­ması için farazi şey gerçekmiş gibi ifâde edilmiştir. [235] Keza, Razî'nin de belirttiği gibi, âyetteki gökler ve yer'den maksat, orada bulunan canİı varlıklar da olabilir. Bu görüşe göre, âyette bir izmâr söz konusu olup takdiri şöyledir: Biz emâneti göklerde ve yerde bulunan kimselere arzettik de... [236]
Geçmişte tenâsühçüler, günümüzde ise reenkarnasyon taraftarla­rı Allah'a dönüşü ifâde eden, "... ve O'na döndürülürler' (Bakara, 46), "... ve bize döndürüleceksiniz" (Enbiyâ, 38} Keza, "O gün sevk yeri Rabbine'dir' (Kıyâme, 30) gibi âyetlerden hareketle, âyetlerdeki rucu' (dönüş) ifâdelerinin daha önce, Allah katında var olunan bir mekâna dönüşü ifâde ettiğini, dolayısıyla ruhların ezelî oldu­ğunu söyleyerek tenasüh/ reenkarnasyona delil getirmeye çalışmışlar­dır. [237]
Bir kere, bu kelimeden hareketle insanın, döneceği noktada daha önceden de bulunduğu manasını çıkarmak doğru değildir. Burada kas-dolunan, insanın, eninde sonunda varacağı yerin Allah'ın huzuru ol­duğudur. Nitekim, bu dönüş bazen varılacak veya sığınılacak yer ma-nasındaki masîr, meâb [238] gibi başka kelimelerle de ifade olunmuştur. Ayrıca, 'her şeyi yarattı' (Furkan, 2), "her şeyin yaratıcısıdır" (En'âm, 12; Ra'd, 16; Zümer, 62; Gâfir, 62) gibi her şeyin yaratıldı­ğını bildiren âyetier ve Allah'ın her şeyden önce bulunduğunu bildiren çeşitli hadîsler de, [239] Allah'ın dışında hiçbir varlığın ezelî olmadığını göstermektedir.
Geçmişte tenasühe delîl olarak sunulan az sayıdaki bu âyetlere karşılık, günümüzde reenkarnasyonu savunanların, görüşlerini destek­lemek gayesiyle belirttikleri âyetlerin sayısı insanı şaşırtacak derecede çoktur! Bazıları bu hususta, pek çoğu birbirine benzeyen, aynı manâ-yi ifâde eden elli civarında âyet sıralamıştır. [240] İlginçtir ki, bu âyetler­den bir kısmı çîa, açık bir şekilde dünyaya dönüşün olmayacağını ifâ­de etmektedir! Aslında, günün birinde bu âyetlerin sayısını yüzlere ka­dar çıkardıklarını görmemiz hiç de uzak değildir! Çünkü onlar, yukar­da olduğu gibi. her türlü dönüş bildiren âyeti ve aşağıda geleceği üze­re, öldükten sonra dirilmeyi bildiren ba's, haşr, neşr gibi ifadeleri, hep reenkarnasyon manasında değerlendirmektedirler. Özetle onlar, Kur'an'da anlatılan dirilişin kendi anlayışları olan reenkarnasyon oldu­ğunu iddia etmektedirler! Şimdi bu fikri savunanların pek çoğu tara­fından takdîm edilen âyetleri inceleyelim.
Günümüzde reenkarnasyonu savunan ve Kur'ân-ı Kerim'de bu inanca yer verildiğini iddia edenlerin pek çoğunun ilk fırsatta delîl ola­rak belirttikleri, şu âyettir: "Sizler ölü iken (ölü varlıklar halinde iken) sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz?! Sonra sizi öldürecek, sonra tekrar diril­tecek, sonra da O'na döndürüleceksiniz" (Bakara, 28).
Bu âyette reenkarnasyonun dile getirildiğini iddia edenlerin hare­ket noktası, âyette zahirde, iki Ölüm ve iki diriltmenin olmasıdır. On­lara göre âyetteki ve kuntum emuâten (halbuki siz ölü varlıklar halin­de idiniz) ifâdesi, insanların ömürlerini tamamladıktan sonra Öimeleri manâsındadır. Âyetin yanlış değerlendirilmesinde rol oynayan ifâde budur. Dolayısıyla bu ifâdeden ne kastedildiği açıklığa kavuşunca, me­sele de kendiliğinden hallolacaktır. [241]
Geçmişte yazılmış bir çok tefsîre göz attığımızda bu âyetin hiç bir müfessir tarafından, hatta tenasüh iddiasında olan gruplar tarafından dahi, bu şekilde, yani reenkarnasyon ifâde ediyor veya bu âyet dün­yaya bîr kaç defa gelmekten bahsediyor şeklinde anlaşılmadığına Şahid oluyoruz. Çünkü eğer böyle bir iddia mevcut olsaydı, bu fikri ka-bûî etmeyenler tarafından reddedilecek, tefsirlerde bu hususta cevap bulunacaktı. Böyle bir şeye rastlanmaması, tenasühe inanan fırkalarında bu âyetlere değinmemeleri, geçmişte bu âyet hakkında böyle bîr id­dianın bulunmadığını göstermektedir denilebilir.
Tefsirlerde ve kuntum emvâten (halbuki siz ölü varlıklar halinde idiniz) ifâdesine, insanın doğmadan önceki durumlarını bildiren, çeşit­li manalar verilmiştir. [242] Buna göre bu âyetteki emuât tabirine, hiç bir şey değildiniz, [243] Adem ve zürriyyetinden misâk alındıktan sonra­ki ölü halinizdeydiniz, toprak idiniz, [244] babalarınızın sulbünde nut­fe halinde idiniz, [245] ana rahmine nutfe olarak İntikâl etme anında Ölü varlıklar idiniz, [246] zikredilmeyen kendisinden bahsedilmeyen varlıklar idiniz [247] gibi manâlar verilmiştir ki, bu manâlar insanın dün­yaya gelmeden önceki hallerine delâlet ediyor. Dolayısıyla âyette, bu devrelerden biri veya bir kaçının kastolunması mümkündür. Emvâten "ölüler, ölü varlıklardın çoğul olarak gelmesi de, buna işaret sayılabi­lir. Nitekim bazı müfessirler bu devrelerden bir kaçını birden zikrede­rek, âyete manâ vermişlerdir. [248] Razî, alimlerin bu ifâdenin.beyanı  hakkında, "toprak ue nutfe idiniz" şeklinde ittifak ettiklerini [249] söyle­miştir.           ,;
İbn Aşûr bu ifâdeyi şöyİe izah ediyor: "Sizler ölü varlıklar iken sizi diriltti" âyeti delâlet ediyor ki, bu icâd bedî (eşsiz) bir şekildedir. Zira insan emvât yani kendinde hayat olmayan bir çok şeylerden meydana gelmiştir. Çünkü insanın zerreleri havada, toprakta dağınık halde bulunan unsurlardan alınarak gıdalarda bir araya toplanmıştır ki, bu da ikinci bir ölü varlıktır. Sonra o gıdalardan kan ve başka bile­şikler hulâsa edilmiştir ki, bunlar da ölüdür. Sonra bunlardan kadın ve erkeğin nutfeleri hulâsa edilmiştir. Sonra bunlar imtizaç ederek alaka sonra mudğa olmuştur. Bütün bu tavırlar insanın var oluşundan önce­dir ve birer ölü varlıklardır. Daha sonra rûh nefhedilerek, ölünceye ka­dar hayat sahibi olmuştur. Kâfirlere düşen, bu durumu Ailah'ın uluhiy-yette tek olduğuna delîl olmakta yeterli görmeleriydi''. [250]
Nitekim, Öldükten sonra dirilme hakkında şüphe içinde olanlara, bu şüphelerini gidermek için zikredilen, insanın anne kamında geçir­diği evreleri anlatan Hacc ve Mü'minûn sûrelerindeki âyetlerde bu du­rum daha geniş bir şekilde ele alınmış ve bu âyetteki emvât'm bir açı­lımı* takdim edilmiştir: 'Ey İnsanlar eğer öldükten sonra dirilme hakkında bir şüphe İçindeyseniz, düşününüz, biz sizi toprak­tan, sonra nutfeden sonra alakadan, sonra belirli ve belirsiz bir çiğnemlik et parçasından yarattık..." (Hacc, 5), "Andolsun sizi süzülmüş bir çamurdan yarattık. Sonra onu sağlam bir yerde nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka yaptık, ar­dından alakayı mudğa'ya (bir çiğnemlik et parçasına) çevir­dik, mudğayı da kemik yaptık, kemiklere de et giydirdik. So­ra onu yeni bir yaratılışla inşa ettik..." (Mü'minûn, 12-14}. [251]
Böylece, bu âyetlerde tenasüh veya reenkarnasyonu hissettiren bir durum olmadığı açıkça görülmektedir.
Bu âyette çoğul olarak geçen meyyit (ölü) tabirinin cansız varlık­lara nisbetinin hakikat mı yoksa mecaz mı olduğu hususunda ise. alim­lerin çoğunun tercîh ettiği ve Razî'nin de doğruya daha yakın buldu­ğu görüş, mecaz olduğudur. Çünkü meyyit kendisine mevtin indiği şeydir. Dolayısıyla o şeyin âdeten hayat sahibi oiması gerekir. Cansız­lara hakiki manada meuât denir, meyyit denmez. Dolayısıyla bu kul­lanışta teşbih yoluyla, biri diğeri yerine kullanılmıştır. [252] Zemahşerî, Sekkakî gibi pek çok lügat alimleri de mevtin, hayatın varlığından son­ra yok olmasına dendiğini söylemişlerdir. [253]
Meyyitin cansız varlıklar hakkında hakiki manada kullanılabilece­ği ise, Katade'den mervidir. Delîl olarak ta, "O'dur ki, ölümü ve hayatı yarattı..." (Mülk, 2) âyeti gösterilir. Buna göre, hayattan ön­ce zikrolunan mevt, meuât halidir. Dolayısıyla mevâta meyyit demek hakiki manâda sabittir. [254] İbn Aşûr da, bu ifâdenin hakiki manâda olmasa da, hakikate denk sayılabilecek derecede meşhur, Kur'ân'da çokça kullanılan mecazî bir ifâde olduğunu söyler. [255]
Cansız varlıklar hakkında meyi tabirinin kullanılması, sadece bu âyette görülen bir durum değildir. Başka âyetlerde de aynı durum gö­rüldüğü gibi, Arap kelâmında da misâlleri çoktur. Beldeten meyten (Ölü belde) (Kâf, 11), el-ardu'1-meytetu (ölü arz) (Yâ-sîn, 33), fe-ah-yâ bihi'1-arda ba'de meutihâ (ve o su ile Ölümünden sonra arzı dirilt­ti) (Bakara, 164) emuâtun ğayru ahyâ (diri olmayan ölü şeyler) (Nahl, 21) gibi Kur ânî ifâdelerde [256] bu ifâdenin cansız varlıklar için kullanıl­dığı açıktır.
Arap kelâmında meyt veya meyyit'in mecazî manâda kullanılma­sına misâl ise, hazâ emrun meyyitun (ölü İş; fayda getirmeyen ma­nâsında), hözihi sil'atun meyyitetun (ölü mal; taîepsiz ve arayanı ol­mayan manâsında), fulânun meyyitu'z-zikr (zikri Ölü adam; kendisin­den bahsedilmeyen, aranıp sorulmayan kimse manâsında) ifâdeleri­dir. [257]
Geçmişte böyle bir manâ anhşiimasa da, bugün böyle bir ma­na anlayabiliriz. Geçmişte yapılan tefsirler bizi bağlamaz diyebil­mek için ise, ortaya ikna edici sağlam deliller koymak ve geçmişteki İzahların yanlış olduğunu ispat etmek gerekir. Halbuki bu fikri savu­nanların böyle desteklerden mahrum olduğu açıktır.
Bu âyet istidlal makamında zikrolunduğu. Allah'ın varlığı, kudreti ve dirilişin mümkün olduğu ispat edildiği için, insanın dünyaya gel­mezden önceki hali hakkında, emvât tabiri uygun görülmüş ve istid­lale ve kuntum emuâten "Ölüler idiniz" ifadesiyle başlanmıştır. Böy­lece öidükten sonra dirilişin bir benzerinin insanın dünyaya gelmesiyle gerçekleştiğine işaret edilmiştir. Ayrıca, ölen insan da tekrar toprak haline gelir. Böylece, bu benzerlikleri görenin âhireti inkâr etmemesi gerektiğine dikkat çekilmiştir.
Âyette dünya hayatına gelmezden önceki halimiz ve dünyadan göç edişimiz, ölüler sözcüğüyle ifâde edilerek, daha kolay karşılaştır­ma yapmamız sağlanıyor: ölüydünüz dirildiniz, yani yoktunuz yaratıl­dınız. O halde bunu gerçekleştiren Allah'ın, ölümünüzden sonra sizi diriltmeye de gücü yeter. [258] Böylece bu ifâdeyle, fe-ahyâkum "... sizi diriltti" İfâdesine bir hazırlık yapılmış ve daha sonra gelen, "sonra sizi öldürecek, sonra diriltecek' ifâdeleride akla yakınlaştırılmış-tır. [259]
Bu âyetteki, "sonra sizi diriltecek, daha sonra O'na döndü­rüleceksiniz" ifâdesine dayanarak, bunlar meşhûd, gözle görülen şeyler mi ki, Allah'ın varlığına istidlalde bulunulsun? [260] diyerek âyetin istidlal makamında zikrolunmadığını söylemek de doğru değil­dir. Çünkü İbn Aşûr'un da izah ettiği gibi, âyetin bu kısmı istidlale dahil değildir. İstidlal peşinden zikrolunan bir tefri'dir (dallandırma/ ek biigi'dir}, delîl değildir. Ya da, âhiret hayatı bilinmese de, bu hayata dâ­ir delîllerin kuvvetinden doiayı, insanlar tarafından bilinen bir şeymiş gibi zikrolunmuştur. [261] Bu ifâdeyle, fikrî teselsülün bu şekilde devam etmesi gerektiğine de işarette bulunulmuş olabilir. Yani fikren önceki merhaleleri düşünen bir insan, bu merhalelere de intikâl edebilir.
Aslında bu âyetin istidlal makamında zikredildiği açıktır. Çünkü âyet, "Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz ki..." diye başlayınca pe­şinden gelen ifâdelerin birer delîl sadedinde zikrolunacağı derhal an­laşılır. Ayetin istidlal makamında zikrolunduğu anlaşılınca, ve kuntum emvâten (sizler ölü varlıklar halinde idiniz) ifâdesinden kastolunan manânın da, insanın nutfe vs. etvârı olduğu daha iyi anlaşılır. Çünkü Cenâb-ı Hak bize görüp bildiğimiz şeyleri delîl olarak zikretmektedir. Öldükten sonraki ahvâlimiz ise, bizce meçhuldür. Bilmediğimiz şeyle­rin deiî! olarak zikredilmesi düşünülemez. İşte bu yüzdendir ki, reen-karnasyona delîl gösterilmek için, âyetin bu yönü, yani istidlal maka­mında zikredildiği, kabul edilmek istenmemiştir.
"Allah sizi yerden bitki bitirir gibi bitirdi, sonra sizi tek­rar oraya îâde edecek, sonra tekrar çıkaracak (Nûh. 17-18) âyetinde de, benzer durum söz konusudur. Bu âyette de insanların ka­birlerinden çıkarılarak diriltilmeleri akla yakmlaştırılmak için, ilk yara­tılışlarına dikkat çekilmiştir. İlginçtir ki, bu âyet de reenkarnasyona de­lîl olarak sunulmak istenmiş, Hz. Nuh'un muhataplarının müşrikler ol­duğundan hareketle, suçluların cezalarını çekip olgunlaşmaları için, yeniden topraktan çıkarılıp dünyaya gönderilecekleri söylenmiştir.
Burada sormak gerekir ki, acaba Hz. Nüh; onların müşrik olarak öleceklerini biliyor mu ki, böyle hitapta bulunsun, sizi tekrar dünya­ya getirecek desin! Aslında bu âyette -yukarda belirttiğimiz gibi- Al­lah'ın ölüleri diriltmeye olan kudreti dile getirilmiş, bu işin Aİlah için çok kolay olacağını ifâde etmek için de, insanları, başlangıçta bitkile­ri topraktan çıkarırcasına kolay bir şekilde yaratan Allah'ın, onlan öl­dükten sonra da böylesine kolay bir şekilde dirilteceği bildirilmiştir. Başka bir ifâdeyle, insanın yaratılması ve öldükten sonra tekrar diriltilmesi, tohumun topraktan çıkarılmasına benzetilmiştir.
Ayrıca reenkarnasyon nazariyesine göre, insanların topraktan çı­karılmaları diye bir şey yoktur. Çünkü bu iddia sahiplerine göre, dün­yaya tekrar gelişler kıyamet kopmadan Önce gerçekleşecektir. İnsan­ların diriltilerek topraktan çıkarılmaları ise, kıyamette vuku bulacaktır. Dolayısıyla âyetteki topraktan çıkarma işi reenkarnasyonla alakalı oiamaz. Bilakis reenkarnasyon aleyhinde bir ifâdedir.
Aynı şekilde, Sizi topraktan yarattık, yine oraya iade ede­ceğiz ve bir kere daha ondan çıkaracağız" (Tâ-hâ, 55) âyetinde de benzer bir istidlal söz konusudur. Bu âyette de, insanın ilk yaratıl­dığı unsur olan toprağa dikkat çekilmiş, böylece onun ölüp tekrar top­rak haline geldikten sonra diriltilmesinin çok kolay olacağı zihinlere yaklaştınlmıştır. Yani ilk olarak nasıl topraktan yaratıldıysanız, ikinci olarak da öylece diriltileceksiniz. Birinciyi yapan ikinciyi de yapacak­tır denilmektedir. Öztürk de, bu âyeti bu şekilde anladığını şöyie dile getiriyor: "Bu âyetler insanın yaratılış sırrına dikkat çekerek onu Hakk'ın kudreti üzerinde düşünmeye çağırıyor. Bizim anladığımız bu­dur.1 Ancak, ifâdelerine devamla şöyie diyor: "Bu âyetlerden reenkar­nasyon anlayan bilginler de vardır. Muhyiddin İbn-i Arabî bunların ba­şında gelir. Müfessir Süleyman Ateş de âyetleri bu yolda yorumlamıştır..." [262] Süleyman Ateş'in, Tefsirinde bazı âyetler hakkında ihtimalli olarak -kesin olarak değil- reenkarnasyon anlaşılabileceğine dair ifa­delerine biz de rastladık. Ancak, bu konudaki fikri sorulduğunda böy­le bir şeyi asla kabul etmediği şeklindeki kesin açıklamaları [263] bu ih­timali -doğru olmasada- akla gelebilecek çok zayıf bir düşünce olarak değerlendirmeyi uygun kılmaktadır. Fakat Muhyiddin-i Arabî'nin böy­le bir iddiada bulunduğunu söylemek doğru olmasa gerektir. Çünkü, onun eserleri hakkında geniş araştırmalarda bulunan Nihat Keklik, onun kesinlikle böyle bir inanç taşımadığını, aksine buna şiddetle kar­şı çıktığını şöyle ifâde ediyor: "İbnu'l-Arabî'den nakledilen misâllere bakarak, o ruhların tecessüdünden [264] bahsederken, bir nevi tenasüh (rnetempsychose)'a mı temayül ediyor diyebiliriz. Böyle bir inancın Is-lamî inançlar arasında yeri olmadığı gibi, İbnuİ-Arabî de böyle bir na­zariyeyi asla kabul etmemektedir. Hatta, bu akideye sapanların yanlış yolda olduğunu söylüyor. Böylelerinin felsefe yüzünden bu inancı be­nimsediğini hatırlatıyor. Ancak, Îbnu'l-Arabî, tenasühe inananların âhireti inkâr etmedikleri takdirde kâfir sayılmayacaklarını, sadece da­lalete düşmüş olacaklarını, âhireti inkâr ettikleri takdirde kâfir olacak­larını söyler... Tenasüh (metempsychose), hulul (incarnation) ve ittihad gibi konularda İbnu'l-Arabî asla töhmet altında tutulamaz. Nitekim el-îsfâr an Netâici'l-Efkâr adlı eserinde hulul ve ittihad meselesini aya­ğı kaydıran bir ilim olarak vasıflandırır. Fütuhat''ta da şöyle diyor: Hu-lût'e kail olanlar muuahhid değildir" [265]Tedbirat-ı İlahiyye adlı ese­rinde de şöyle der: "Bazı kimselerin zannettikleri gibi ruh, cisimden alakasını kat' ettikten sonra diğer bir cisme taalluk etmez. Bu fikr-i te­nasüh batıldır." [266] Fuad Köprülüde aynı kanaati paylaşmakta olup İbn Arabi, Celaleddin Rumi ve onlara tabi olan İbrahim Hakkı'nın hiç bir zaman tenasüh nazariyesini kabule meyilli olmadığını belirtir. [267]
Tasavvuftaki devir nazariyesini de tenasühle karıştırmamak gere­kir. Devir nazariyesinde insan ruhunun defalarca dünyaya gelmesi, başka varlıklara taalluku söz konusu değildir. "Biz Allah'a aidiz ve ona dönücüyüz" (Bakara, 156) ayetinin ışığı altında ortaya atılmış olan bu tasavvufi görüşe (devir) göre, varlıklar Allah'tan gelmişlerdir (O'nun yaratmasıyla var olmuşlardır ve O'na aittirler) ve yine O'na dönecek­lerdir. [268]
Başka İslâm alimleri ve müfessirler hakkında da benzer ifadeler bu tür iddialar Öne sürülmüştür: "Nitekim Fahrettin er-Razî'den Elmalılı'ya kadar bir çok müfessir getirdikleri açıklamalarla ikinci manâyı ortaya koymuş, ancak geleneksel kabule uyarak reenkarnasyondan bahset­memişlerdir... " [269] Ancak bu iddianın aksine biz, Razi ve Elmalılı dahil, pek çok tefsirde bu ve benzeri âyetlerin manâsı hakkında söylenenlere bakmamıza rağmen böyle bir şeye şâhid olmadık. Hatta rûh çağırma­ya İnanan ve tefsirinin çeşitli yerlerinde bu konuya yer veren Cevheri dahi böyle bir iddiada bulunmadığı gibi, bu iddiayı şu ifadeleriyle açık­ça reddetmiştir: "Kur'ân, ölümden sonra insanın yeni bir bedene veya kendi bedenine dönmesinden bahsetmemiştir'' [270] Kanaatimizce bakış açısının bu tür değerlendirmeler yapmadaki rolü büyüktür. Kur'ân âyet­lerini, bu manada yorumlandıktan sonra bir takım başka sözleri de -bunlar ister İslâm alimlerinin sözleri, isterse başka kimselerin sözleri ol­sun- bu manaya hamletmek, garipsenecek bir durum değildir.
Bir başkası tarafından, Mevlana'nın şu beyti hakkındaki değerlen­dirme de, bu durumun en ilginç örneklerindendir:
Kudâm dâne furû reji der zemin ki ne-rust Çerâ be-dâne-i insanet în gümân bâşed
Bu beytin ilk satırı aslına uygun bir şekilde "Hangi kabiliyetli bir dane, kabiliyetli oian bir yere düştü de tekrar büyümedi" şeklinde ter­cüme edildikten sonra, "Niçin İnsan tohumu için de böyle bir şey uzak görülsün!" manasındaki ikinci satır ise, reenkarnasyonu çağrıştıracak bir şekilde yorum da ilâve edilerek şöyle tercüme ediliyor: "Toprakta saklanan kıymetli ve liyakatli bir insan ve Öyle mukaddes bir dane için sen, bu tekrar zuhur ve kemâle ermek keyfiyetini niçin imkânsız zan­nediyorsun" ve ardından şu iddiada bulunuluyor: ''Mevîana bu beyt ile reenkarnasyonu, yani tekrar dünyaya gelişi kabul etmiş ve bunu açık bir şekilde ifâde etmiştir."(!) [271]
Aslında Mevlana burada öldükten sonra dirilişin gerekliliğini anlat­maya çalıştığı açıktır. Demek istiyor ki, bu kadar mükemmel bir varlık olarak yaratılmış olan insan, ölüp bir daha dirilmemek üzere toprağa karışamaz. Allah'ın hikmeti böyle bir şeye müsaade etmez. Onu bu Şekilde yaratan, ölümünden sonra tekrar diriltecektir. Aksi halde insa­nın boş yere yaratıldığı sonucu çıkar ki, böyle bir şeyden Allah münez-2ehtir__
Yine Mevlanâ'mn, insan bedenindeki hücrelerinin, insan hücrele­ri topraktan bitkilere, oradan hayvanlara, oradanda insana geçtiğini ifade eden sözleri de bu manada değerlendirilmiştir. [272]
Önceki iddialarla benzerlik arzettiği için değinmeyi uygun gördü­ğümüz bu iddialar ve hakkındaki değerlendirmemizden sonra, diğer âyete geçebiliriz.
'Dediler ki, Rabbimiz bizi iki kere öldürdün iki kere di­rilttin artık günahlarımızı İtiraf ettik. Çıkış İçin bir yol varmı?" (Mü'min, 11) âyetinin de çoğu müfessir tarafından Bakara, 28. âyetin bir benzeri olduğu söylenmişse de, bazılarına göre ise, bu âyet Bakara, 28. âyetten farklı oİup, bu âyette kabir azabına işaret edil­mektedir. Çünkü bu âyette, kâfirler iki ölümden bahsediyorlar. Bunlar­dan birisi dünyada müşahede olunan öİüm olduğuna göre, diğer öiü-mün kabirde olması gerekir. [273] Razfye göre buradaki ölüm, Bakara, 28. âyette olduğu gibi, nutfe, alaka vs. olamaz. Çünkü âyette Yüce Allah'ın onları öidürmesinden (imâte)'âen bahsediliyor, öldürme ise, hayatın varlığına bağlıdır. Eğer ölüm önceden hâsıl olsaydı, bunun öl­dürme (imâte) olması muhal olurdu. Tahsil-î hâsıl {ölünün öldürülme­si) lâzım gelirdi ki, bu da muhaldir. Bakara, 28. âyette ise, durum böy­le değildir. Orada onların emvât-(ölüler) olduğundan bahsediliyor, imâ-teden yani Allah'ın onları öldürmesinden, canlarını almasından bah­sedilmiyor. [274]
Ancak Zemahşerî, onların ölü maddeler halinde yaratılmalarına imâte (öldürme) tabirinin Arap dili açısından kullanılabileceğini söyle­yerek şu misâlleri veriyor: Sivri sineğin cismini küçülten ve filin cis­mini büyülten Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim (subhâne men sağğara cisme'1-baûdati ve kebbere cisme'1-fîl) ifâdesindeki kü­çültme ve büyültmeden maksat, sivri sineğin cismini büyük iken kü­çültmek ve filin cismini küçük iken büyültmek manâsında değil de, on­ların bu şekilde yaratıldığı olduğu gibi, âyette de durum böyledir. Öl­dürmeden maksat, ölü halde olmadır. Bir başka misâl de, hafriyatçıya hitaben kuyunun ağzını daralt, altını genişlet (dayyık feme'r-rukye-ti ve vessi' esfelehâ) ifadesidir. Bu ifâdede de zahirinden anlaşılabilenceği gibi, kuyunun ağzının genişken daraltılması, alt tarafının da. dar iken genişletilmesi değil, ağzının geniş, altının dar yapılması istenmek­tedir. İşte âyette de aynı durum söz konusudur. [275]
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, bu âyet, ya Bakara, 28. âyetin ifâde ettiği manâyı, ya da biri meşhudumuz, diğeri de kabirde meleklerin suâlinden sonra vuku buian Ölümü ifâde ediyor. Bu her İki hal de, reenkarnasyonİa alakalı değildir. Hem âyette kâfirlerin bu söz­lerini cehennemde iken söyledikleri açıktır. Çünkü oradan çıkmak is­tediklerini söylüyorlar. Reenkarnasyon ise, iddia edenlere göre, ölü­mün ardından bu dünyada, yani kıyamet kopmadan gerçekleşecektir.
Bu âyetin manasını şöyle de düşünebiliriz: Bizi bir dünyada öldür­dün, bir de burada (âhirette) cehenneme sokmakla öldürdün. Yani mahvettin, azaba duçar ettin... Çünkü cennetlikler Duhân, 56. âyette bildirildiği gibi bir kere ölmektedirler.Yani ikinci öiüm cehennemde azap çekme manasında mecazidir. [276] Sıkıntılı, istenmeyen bir hayatın mecazî olarak, ölüm diye vasfedilmesinin çokça kullanıldığı dikkate alındığında, bu mananın muhtemel olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Ni­tekim, bir âyette de, cehennemliğin hali tasvir edilirken, "orada ne Ölür, ne de yaşarlar" (A'lâ, 13) buyrularak, cehennem hayatı Ölü­me benzetilmiştir.
Yukarıdaki âyetlerin yanında bu âyetlere benzer başka âyetler de, aynı anlayışla, reenkarnasyona delil gösterilmeye çalışılmıştır. Meselâ, "O size hayat verdi. Sonra sizi öldürecek, sonra da dirilte­cek... "' {Hacc, 66); Allah size hayat veriyor. Sonra sizi öldü­rüyor. Sonra da sizi kıyamet gününde bir araya toplayacak (Câsiye, 26} ıO Allahtır ki, sizi yarattı sonra size rızık verdi. Sonra sizi öldürecek, sonra da diriltecektir. Allah'a ortak koştuğunuz şeyler içinde bunlardan birini yapacak var mı!? Allah, onların ortak koştukları şeylerden münezzeh ve yüce­dir" (Rûm, 40); "Ölüden diriyi diriden ölüyü çıkarır' (En'âm, 95; Yûnus, 31; Rûm, 19) âyetleri böyledir.
"Onları biz yarattık ve yaratılışlarını sapasağlam yaptık. Dilersek onların yerine benzerlerini de getiririz" (İnsan, 22) âyeti ve bu âyete benzeyen, îsrâ, 98-99; Vakıa, 60-62; Meâric, 40-41. âyetler de, reenkarnasyona delîl getirilmeye çalışılmıştır. Bu âyet­leri reenkarnasyona delîl gösterenler, âyetîerdeki misi kelimesinin ço­ğulu olan emsal (benzerleri) kelimesinden hareketle, böyle bir ipucu yakalamaya çalışmışlardır.
Aslında bu âyetler dikkatle incelendiğinde, bir kısmının öldükten sonra tekrar dirilmeye deiîl olarak zikredildiği görülür. Yani sizi bir ke­re yaratan sizi Ölümünüzden sonra da tekrar yaratır, benzerlerinizi ve­ya aynınızı yeniden yaratabilir, manasını ifâde etmektedir. [277] Yukarda zikrettiğimiz ve reenkarnasyona delîl getirilen, İnsan, 28; İsrâ, 98-99; Vakıa, 60-62: Meâric, 40-41 âyet-i kerîmeleri böyİedir. Bu durum şu âyette daha da açıktır: Gökleri ve yeri yaratan onların (insan­ların) benzerlerini yaratmaya kadir değil midir?!.."' (Yâ-sîn, 81). Diğer âyetlerde ise, inkarcı kavimler kendilerinin helak edilerek yerlerine kendi nevilerinden olan başka insanların, başka kavim ve milletlerin getirileceğiyle tehdit edilmişlerdir. İnsan, 28; Meâric, 40-41. âyetler bu manâda da anlaşılabilir. "Onları günahları sebebiy­le helak ettik ve onlardan sonra başka kavimler yarattık" (Enam, 6) ve "Eğer cihada katılmazsanız, sizi elim bir azap ile cezalandırır ve yerinize başka bir kavim getirir..." (Tevbe, 39) âyetleri de bu hususta güzel bir Örnektir.
Nitekim, müfessirler de, âyetlere bu doğrultularda manâlar ver­mişlerdir. Meselâ, "Gökleri ve yeri yaratan onların (insanların) benzerlerini yaratmaya kadir değil midir?!.." (Yâsîn. 81) âyetin-deki m'ıslehum (misillerini) âhiretteki dirilişin ya misliyle, ya da enfu-sehum (kendilerini) manâsında kinaye kabul edilerek, aynen İadeye delâlet edebileceği söylenmiştir. [278] "... Dilerse, sizi götürüp, sizi başka bir kavmin zürriyetinden yarattığı gibi, yerinize dilediği kimseleri getirir" (En'âm, 133), [279] "Dilersek onların yerine benzerlerini getiririz (İnsan, 28). ... Şüphesiz onların yerine daha hayırlılarını getirmeye gücümüz yeter ve kimse bizim Önümüze geçemez" (Meâric, 40-41) âyetleri ise, Allah'ın o insanla­rı helak edip, yerlerine daha hayırlı, kendisine itaat eden. isyan etme­yen, böylece amelde onlara muhalif olan kimseleri getirmeye kadir ol­duğu şeklinde tefsir edilmiştir. [280]
Razî, İnsan sûresi 28. âyet-i kerîmenin tefsirinde, bu gerçeği şöy-İe ifâde etmektedir: "Yani eğer istesek, onları helak eder, benzerlerini getirir, onlarla değiştiririz." Bu âyet, "sizi benzerlerinizle tebdil et­mede ve bilmediğiniz bir keyfiyette yaratmada önümüze ge­çilenler değiliz..." (Vakıa, 60-61) âyeti gibidir. Âyetten maksat, on­lara hiç muhtaç olunmadığını ifâde etmektir. Sanki şöyle deniyor: Bi­zim, şüphesiz hiç bir mahlûka ihtiyacımız yok, faraza olsa bile, bu ka­vimlere muhtaç değiliz, çünkü onları yok edip yerlerine benzerlerini icâd etmeye kadiriz. "Ey insanlar Allah isterse sizi götürür, baş­kalarını getirir" (Sebe, 133) ve "Allah isterse sizi götürür ve yeni yaratılmışlar getirir" (İbrahim, 20) âyetleri de bu manada­dır..." [281]
Görüldüğü gibi, bu nevi âyetlerde bir tehdit olarak, isyancıların yok edilip yerlerine başka insanların getirilmesinden bahsediliyor. Eğer yine aynı insanlar getirilseler, bu tehdidin manâsı kalmaz. Üslûp böyle bir mana çıkarmaya müsait değildir. Buradaki mana, bir âmirin, işini doğru dürüst yapmayan memuruna, işini iyi yap, yoksa seni atar yerine başka birini alırım! demesi gibidir. Bu âyetlerde, müşrik­lerin âhireti inkâr etmelerine cevap verilmektedir. Onların, yeniden dünyaya gelmeye bir itirazları söz konusu değildir ki, âyetlerin ifâdele­ri o manada değerlendirilsin. Ayetlerin hangi makamda ve ne için zik-rolunduğuna dikkat edildiğinde böyle yanlış anlamalara mahal kalma­yacaktır.
Vakıa, 61. âyette geçen ve "bilmediğiniz bir keyfiyette" diye ter­cüme ettiğimiz, "fî-mâ lâ ta'lemûn" ifâdesi, tefsirlerde, öldükten sonraki hal, [282] bilmediğiniz hey'et ve keyfiyette, [283] bilmediğiniz vasıf­larda ve zamanda, [284] dilediğimiz şekilde, farklı bir surette veya mesh yoluyla maymun, domuz gibi hayvanlara çevirmek suretiy­le [285]şeklinde izah edilmiştir. Bu açıklamaların bazıları tenasüh veya re-enkarnasyonu çağrıştırıyor gibi görünse de, dikkatle bakılınca böyle ol­madıkları açıktır. Çünkü, mesh ile tenasüh arasındaki farklarla İlgili açıklamalardan hatırlanacağı üzere, bu dünya hayatında insanların bir takım hayvan şekillerine sokularak (mesh edilerek) cezalandırılmaları­nın tenasühle bir ilgisi olmadığı gibi, kıyamet gününde bazı inkarcıların kötü amellerine münasip bir tarzda, çirkin ve hakîr suretlerde veya bir takım hayvan suretlerinde hasrolunmalarının da tenasühle bir alakası yoktur. Çünkü her iki durumda da dünyaya tekrar geliş söz konusu değüdîr. Bu ifâdeyle kastedilen, İbn Aşûr'un da belirttiği gibi, icmalî bir şe­kilde, insanların bilmediği cismanî dirilişin keyfiyetidir. Dolayısıyla, bu âyetten, kemâl bulmadan Ölmüş insan ruhunun, bilinmeyen bir za­manda ve bilinmeyen bir biçimdeki yeni bir bedene sokulup, be­densel hayata getirilebilir [286] manasını çıkarmak doğru değildir.
Reenkarnasyon iddiâcılarınca bu hususta delil olarak gösterilen bir diğer âyet ise, "Sizden kimisi de, bilirken hiç bir şey bilmez hale gelmesi için erzel-i ömre ulaştırılır" (Nahl, 70) âyetidir, öz-türk. bu âyetteki erzel-i ömr [287]ifâdesinin ihtiyarlık ve bunaklık ola­rak manâlandırılmasının âyetin bütün esprisini yok ettiğini söyledikten sonra, şöyle devam eder: "Bir kere, erzel-i ömre atılmaktan veya itil­mekten değil geri götürülmekten bahsediliyor. Yureddu fiili itilmek, atılmak gibi pejoratif bir manâ ifâde etmez. Bir geri çevirme ve başa döndürme ifâde eder. Buna göre erzeli'l-Ömr Ömrün başlangıcı, yani tekâmül sürecinin en düşük noktası demek olur. İkincisi, insanın ileri yaşlara kadar yaşatılması, elinin ayağının tutmaz, hafızasının gereğin-ce İşlemez hale gelmesi insan için bir rezillik ve düşüklük neden olsun? İnsan ömrünün o noktasında fıtrat kanunları açısından en saygın ve olgun dönemdedir. Allah kulunu kendisine en yakın bir dönemde böy­le kötü bir sıfatla anmaz." [288] Sonuç olarak, öztürk bu âyetin, muci­zevî bir üslûbla yeniden bedenlenme yani reenkarnasyon ifâde ettiği­ni söylemektedir.
Kanaatimizce, yuraddu fiili ister atılmak, itilmek, isterse geri çe­virme, başa döndürme manâsı ifâde etsin, bir tek kelimeden hareket­le reenkarnasyona delîl aramak doğru değildir. Yaşlılık dönemi, insa­nın çocukluk devrine çok benzediğinden bu benzerliğe delâlet etmesi için bu fiille ifâde edilmesi tabii bir şeydir. Ayrıca, "Kıyametin vakti O'na aittir (yuraddu)"' (Fussilet, 47), ''ve kıyamet gününde en şiddetli azaba maruz bırakılırlar (yuraddûne)" (Bakara, 85) gibi âyetlerde, bu fiilin başa döndürme, geri çevirme manâsında kullanıl­madığı açıktır. Dolayısıyla yukardaki âyette de, bu manada kullanılma­mış olabilir.
Erzeî-i ömr'ü, ömrün başlangıcı, tekâmül sürecinin en düşük nok­tası diye vasıflandırmak da doğru değildir. Çünkü bu İfâde, böyle bir yaklaşıma müsait değildir. Zira erzel, bayağılığından, adiliğinden dola­yı kendisinden yüz çevrilen şey [289] demektir. Ömrün başlangıcından veya tekâmül sürecinin en düşük noktasından neden hor görülüp de yüz çevrilsin. Sonra burada erzel durumu, İbn Aşürun da dediği gibi, sıhhatteki rezalettir, rûh haletiyle bir alakası yoktur. [290] Yani bu âyette yaşlılar için bunak, rezil tabirleri kullanılmıyor, ömrün o devresi için böyle bir tabir kulianılıyor ki, böyle bir devre de vardır. Bazı yaşlıların çocuklardan daha âciz bir vaziyete düşmeleri, Allah'ın takdiriyle olan bir durum değil midir? O halde böyle bir durum neden yadırgansın? Zaten âyette bu durumun bazı kimseler için vaki olduğu minkum (ba­zınız) tabiriyle ifâde edilmiştir. Bütün yaşlılar için mevzu bahis değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.v)' in de bu duruma düşmekten Allah'a sı­ğınarak, "Erzel-i ömr'e düşmekten (en uradde) sana sığınırım" [291]
şeklinde duâ etmesi de gösteriyor ki, erzel-i ömr; yaşlılığın istenmeyen zor günleridir. Âyetteki, "bilirken hiç bir şey bilmez hale gelmesi için!" ifâdesi de bunu gösteriyor. Çünkü bir şey bilmez duruma gelmek, akıl zafiyetinin, yaşlılığın alâmetidir. Eğer reenkarnasyon ifâde edilseydi, bundan Aliah'a sığınmanın manası kalmazdı. Bilâkis istenilen bir şey olurdu. Ayrıca âyetin reenkarnasyon ifâde ettiği kabul edilirse, o za­man insanın yeniden dünyaya getirilmesinin gayesi, bir şey bilmez hale getirilmek gibi garip bir durum olur. Keza, âyetteki, "'sizden ki­mi vefat eder, kimi de erzel-i ömr'e döndürülür" İfâdesi gösteriyor ki, erzel-i ömre düşen kimse henüz ölmemiştir. Reenkarne olacak kimse­nin ise ölmesi gerekir.
'Sonra onu aşağıların en aşağısına çevirdik (redednâ)' (Tîn, 5) ifâdesi de reenkarnasyonu savunanların anladığı manada dü­şünülürse, tam aksi bir manayla karşılaşırız. [292] Çünkü bu âyette terak­ki değil tedenni söz konusu... Dolayısıyla bu âyetleri, yeni bir beden­de dünyaya germek değil, bu dünya hayatımızdaki yaratılışımızda meydana gelen maddî ve manevî değişmeler olarak değerlendirme­miz gerekir.
"Bilirken hiç bir şey bilmez hale gelmesi için' ifâdesi de, müfessirlerin verdiği manâyı tekid ettiği gibi, aynı zamanda reenkar­nasyonu reddetmektedir. Çünkü eğer insan bir şey bilmez bir vaziyet­te tekrar dünyaya getirilecekse bunun ne faydası olur? Bu şekilde, bir terakkî sağlanması mümkün müdür? Hem insan, önceki hayatındaf!) işlediği suçun ne olduğunu bilmiyorsa, yeniden doğuşta ceza görme­nin, ne faydası olabilir? Yine, bu âyet-i kerîmede, "bilirken hiç bir şey bilmez hale gelmesi için"' buyrulurken başka bir âyette de, "Allah sizi, annelerinizin karnından hiç bir şey bilmez bir va­ziyette çıkardı" (Nahl, 78) buyrularak insanın anne karnından dün­yaya çıktığı zaman, hiç bir şey bilmediğinin ifâde edilmesi de gösteri­yor ki, önceki âyetteki yuraddu'dan kasdedilen, insanın ilk haline, ya­ni bebeklik dönemindeki gibi hiç bir şey bilmez hale getirilmesidir.
İzahına çalıştığımız bu âyet gibi, "kimin de Ömrünü uzatırsak, onu yaratılışta baş aşağı çeviririz" (Yâsîn, 68) âyeti de aynı şekilde, kendilerine verilen süre zarfında imkânlarını iyi kullanmayarak bu süreyi heder edenlerin baş aşağı çevrilerek erzel-i ömr'e. çevrildiği şeklinde değerlendirilmiştir. [293]
Aslında bu âyette bahsedilen baş aşağı çevirmenin {nunekkishu) insan ruhuyla alakalı olmayıp, bedeniyle, maddî yapısıyla alakalı oldu­ğu açıktır. Çünkü âyette fi'l-halk (yaratılışta) buyuruluyor. Ayrıca bu âyette, ömürlerini değerlendirmeyen I erden us. bahsedilmiyor, öm­rü uzatılan, yaşlılık dönemine ulaşan bütün insanlardan bahsediliyor. Keza, âyette defalarca dünyaya gelip tekâmülün tamamlanmasına da­ir bir işaret olsaydı, "ömür verdiğimizi baş aşağı çeviririz'' yerine, "te­rakkî ettiririz..." gibi bir ifâdenin kullanılması gerekirdi...
Saffât sûresinde cennettekilerin durumu anlatılırken, cennetlikler­den birinin, dünyada iken âhireti inkâr edip, kendisiyle alay eden ce­hennemdeki arkadaşına, onun dünyada iken kendisine söylediklerini hatırlatarak, alaycı, İğneleyici bir tavırla söylediği, "(Bak), biz ilk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek, azaba da uğratıl­mayacak değil miymişiz?!" (Sâffât, 58-59) âyetinin de, reenkar-nasyona delîl olarak gösterilmesi gariptir. Öztürk bu âyetleri, "Biz cen­netlikler tekrar ölecek miyiz? hayır yaînız ilk ölümümüz ve biz azaba da uğratılmayacağız. Gerçekten de bu büyük bir başarının tâ kendisi­dir" şeklinde tercüme ettikten sonra, görüldüğü gibi âyetlerde cennet ehli yani tekâmülünü tamamlamış olanların tekrar öldürül­meyecekleri söylenerek cehennem ehliyle bir farklarının da bu ol­duğuna dikkat çekilmektedir [294] demektedir.
Bir kere bu hâdisenin nerede vuku bulduğu unutulmuş gibidir! Ar tık âhiret âlemi başlamış, cennetlikler cennete, cehennemlikler cehen neme dolmuşken, arz başka bir arza, gökler başka göklere tebdil edil­mişken, hangi dünyaya dönüşten bahsediliyor? Hem, cennetliğin böy­le bir ifâdesi cehennemliğin tekrar ölüp diriltileceğine delâlet etmez. Sonra, Öztürk'ün âyete verdiği mana, her ne kadar pek çok müfessir tarafından verilmiş manaya uygun olsa da, kanaatimizce bu mana bi­raz uzaktır. Âyetin akışına uygun olan mana, yukarda zikrettiğimiz ve
Sabunî'nin tefsirinde, [295] Çantay'm da mealinde ifâde ettiğidir. [296] Bu­na göre, âyetteki efemö nahnu bi-meyyitîn, illâ meutetene'1-ûlâ ifâ­desi, cennetliğin cehennemliğe hitabının bir devamıdır. Bu ifâdelerle, cennetlik cehennemliğe onun inkarcı sözlerini alaycı bir üslupla hatır­latmakta, onun, "bîr kere öldükten sonra artıkdirilmeyeceğiz, azap da edilmeyeceğiz" iddiasının gerçekleşmediğini bildirmektedir. Nitekim bir âyette âhireti inkâr edenlerin şöyle dedikleri nakledilmektedir: Sadece ilk ölümümüz vardır. Biz diriltilecek değiliz (Duhân, 35). İşte yukardaki âyette cennetliğin alaycı bir tavırla anlattığı şey de, kâfir arkadaşının dünyadayken alaycı bir tavırla söylediği bu nevi söz­leri kendisine hatırlatarak, iddiasının boşa çıktığını bildirmektir.
Ateş ise, cennetliklerden bahsedilirken, "Orada ilk ölümden başkasını tatmazlar" (Duhân, 56) âyetinden hareketle, bu âyette cennetliklerin ölmeyecekleri vurgulanırken, cehennemlikler hakkında böyle bir açıklama yapılmadığını söylemekte, böylece -belki de- onla­rın bir kaç kere ölebileceklerini, yani dünyaya dönebileceklerini ifâde etmekte ve bu hususa, cehennemliklerin, azabın şiddetinden dolayı, helak olma arzularının yerine getirilmeyeceğini belirten ve onları kına­mak ve onlara acınmayacağım belirtmek için sevk olunan, böylece onlar için bir helak ve ölüp kurtulma ümidini kökünden kesen, "Bir tek helak değil bir çok helak çağırınız' (Furkân, 13-14) âyetini de bu sadedde zikretmektedir. [297] Aslında bu ifâde, arzusunun yerine getirilmesini isteyen bir kimseye ne kadar yalvarsan da bu arzun gerçekleşmeyecektir. Boş yere yalvarma! manasında sevk olunmuş bir deyimdir. Burada da âyetin hangi makamda ne için sevkolunduğu unutulmuş veya unutulmak istenmiştir.
Ayrıca, kıyametten sonra tekrar dünya hayatının olacağını söyle­mek, kıyametin de tekerrürünü gerektirir [298] ki böyle bir şey de tena­sühü kâinatın ve devirlerin bilâ nihaye devam ederek, her devirde bir önceki devrin mümasili hâdiselerin vuku bulacağını söyleyen bir kısım tenâsühçülerin [299]görüşlerine yaklaşmak olur.
Cehennemliklerin ölümsüz oldukları hakkında bir açıklamanın bu­lunmadığı iddiasına gelince, böyle bir iddia doğru değildir. Kur'ân-ı Kerim'de cehennemin ve cehennemliklerin ebediliği açık âyetlerle ifâ­de edilmiştir. Nitekim, pek çok âyette cennet ve cehennemden bah­sedilirken, "orada ebedî olarak kalacaklar" (Nisa, 57; Maide, 119; Ahzab, 65; Cin, 23...) ifadesiyle, cennetin yanında, cehennem hayatının da sonsuz olduğu ifâde edilmiş, yine, "... Ona her taraf­tan ölüm gelir fakat ölmez" (İbrahim, 17), 'İnkâr edenlere de cehennem azabı vardır. Öldürülmezler ki Ölsünler, cehen­nem azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez.." (Fâtır, 36) gi­bi âyetlerde de cehennemde ölüm olmadığı, orada ölümsüz olarak ka­lınacağı, açık bir şekilde belirtilmiştir.
"Biz ölüleri diriltiriz ve onların yaptıkları her işi ve geri­de bıraktıkları izlerini yazarız. Her şeyi Levh-i Mahfûz'da sa­yıp dökmüşüzdür (Yâ-stn, 12) âyetinde ise, insanların yaptıkları­nın kaydedilmesinin, ölüleri diriltiriz ifâdesinden sonra zikredilmesin­den hareketle Onbulak, âyetteki ''tekrar dirilme'"nin tefsirciierin iddi-aiarınin aksine, kıyamet günüyle ilgili olmayıp dünyada yeniden be-denlenme ile ilgili olduğunu söylemiş ve şu gerekçeyi ileri sürmüştür: "Zira kıyamet günü, eser ve hareket ve bunların levh-i mahfûz'a yazıl­ması günü değiî, levh-i mahfûz'a yazılmış olan eser ve hareketlerin he­saplarının Allah'a verilmesi günüdür.' [300] Görüldüğü gibi, burada apa­çık bir göz boyama söz konusudur. Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok örne­ği bulunan takdim-tehir sanatını böyle yorumlamak, Kur'ân'ı tanıma­mak veya körü körüne bir taassuptan başka bir şey değildir. Benzer bir yaklaşımla, "O'dur ki, ölümü ve hayatı yarattı"' (Mülk, 2) âye­ti de, ölümün hayattan önce zikredilmesinden hareketle böyle bir yo­ruma tabi tutulmuştur. [301]
'Allah, gökten yere, her işi düzenleyip yönetir. Sonra, si­zin saydıklarınızdan bin yıllık bir günde ona yükselir (Secde. 5) âyetini reenkarnasyona uygun bir şekilde tevil etmek de, bu teville­rin en ilginçlerinden biridir. İddia sahibi, bir takım parantez içi ilave­lerle bu âyete şu manayı veriyor: (Allah yaratma) işi(ni) gökten yere düzenler (yaratmayı gökten yere indirir. Ruh yere İnerek çeşitli varlık­larda görünerek gelişir). Sonra sizin saydığınız (yıllar)dan bin yıl kadar süren bir günde Ona çıkar. (Yaratma adım adım gelişerek inkişâf eder. Hayat çeşitli varlıklarda görünür. Ruh olgunlaşır. Sonunda insan­lara göre binlerce milyonlarca yıl sayılan, ama Allah'a göre bir andan ibaret olan bir günde Allah'a yükselir). Âyete bu şekilde mana verdik­ten sonra, artık, bu âyet tekâmülün nasıl olduğunu çok açık bir şe­kilde açıklıyor. Rûh'un Yer'e inip çeşitli varlıklarda geliştiğini, yüz­yıllarca süren tekâmül ile Allah'a ulaştığını açıklıyor [302] iddiasında bulunmak çok kolay oluyor.
İnsanın çeşitli merhaleler geçireceğine işaret eden şu âyet hakkın­da da aynı iddia öne sürülmüştür: [303] "Tabakadan tabakaya/ hal­den hale mutlaka geçeceksiniz" (İnşikâk, 19). Bu âyet, Kur'an'ın mana yüklü cami1 âyetlerinden biri olup, lafzının kısalığına rağmen, pek çok manayı bir araya toplamıştır. Maverdî ve İbnu'i-Cevzî bu âyet hakkında sahabe ve tabiinden, şu görüşleri nakleder:
 1. Halden hales yani, bebeklikten çocukluğa, gençlikten ihtiyarlığa geçmek,
 2. Du­rumdan duruma, yani, bolluktan darlığa, darlıktan bolluğa, fakirlikten zenginliğe, zenginlikten fakirliğe, hastalıktan sağlığa, sağlıktan hasta­lığa geçmek,
3. Bir işten başka birine intikal etmek,
4. Sema'dan se-ma'ya geçmek,
5. Zor bir durumdan bir başkasına geçmek, hayattan ölüme, ölümden dirilişe, dirilişten hesap vermeye intikal etmek,
6. Dünyadan âhirete göçmek,
7. Menzileden menzileye, yani, bir kısım insanların dünyada alt tabakalarda iken âhirette yüksek derecelere na­il olmaları, bazılarının da, bu dünyada yüksek makamlarda iken âhi­rette, en alt derecelere düşmeleri,
8. Daha önceki milletlerin yoluna tabi olmak, bugün bir halde iken yarın başka bir halde olmak.
Görüldüğü gibi, bu âyetin manası hakkında, dünya hayatının zıt­lıklarla dolu olduğunu ve insanların farklılıklar arzeden[304] durumlarıyla il­gili birbirine yakın tefsirler yapılmıştır. Şüphesiz bu açıklamalar ve de­ğerlendirmeler yapılırken Kur'an'ın diğer âyetleri de gözönünde bu­lundurulmuştur. Reenkarnasyon ise, hiçbir âyet ve hadis'te ifade edil­mediğine göre, böyle cami' ve kapalı bir ifadeyi bu manaya hamlet­mek kesinlikle doğru değildir. Aksi halde her kapalı sözü istenilen ma­naya çekmek mümkün olur.
Reenkarnasyona delîl olarak sunulan daha başka âyetler de var­dır. Meselâ, "... Sonra ona yolu kolaylaştırdı. Sonra canını al­dı ve kabre soktu. Sonra dilediği vakitte onu yeniden diril­tir" (Abese, 20-22) âyeti, mazî sigalar (geçmiş zaman kipleri) dan ha­reketle reenkarnasyon manasında yorumlanmıştır. [305] Aslında, Kur'ân-ı Kerim'de misâline çokça rastlanan bu durum, yani ilerde vu­ku bulacak bir hadiseyi, geçmiş zaman kipiyle anlatmak tekid içindir, hâdisenin mutlaka vuku bulacağını, âdeta olmuş gibi kabul edilmesi gerektiğini ifâde etmek içindir. Bu gerçeği, iddia sahibi de tefsirinin başka bir yerinde vurgulamaktadır. [306] Hatta, kıyamet günü karanlık­lar içinde kalıp, bir ışık arayan kâfirlere ışık arama yerinin dünya ha­yatı olduğunu ve artık bunun da muhal olduğunu ifâde etmek için kı-nayıcı ve istihza edici bir tavırla söylenen, "Onlara denildi ki, ardı­nıza (dünyaya) dönünüz de orada ışık arayınız!" (Hadîd, 13) âyeti dahi reenkarnasyona delîl sadedinde sunulmak istenmiştir. [307]
Ölen insanların bedenlerinin çürüyüp, ufalanıp dağılan kemik par­çaları haline geldikten sonra, tekrar diriltilmesin! akıllarına sığdırama-yarak bu yüzden âhireti İnkâr edenlere karşılık cevap olarak, değil çü­rümüş kemik parçalan, hatta taş, demir ve insanlara göre diriltilmesi daha imkânsız olan şeyler bile olsalar, Allah'ın onları diriltebileceğini ifâde eden şu âyetler dahi, reenkarnasyona delil olarak gösterilmeye çalışılmıştır: [308] Ve dediler ki, biz kemik ve toprak haline gel­dikten sonra mı yeni bir yaratılışla diriltilecek miyiz?! De ki, ister taş olun, isterse demir. İsterse sizce yeniden diriltil­mesi imkânsız görünen başka bir varlık! Diyecekler ki, bizi kim tekrar dirîltecekmiş? De ki, sizi ilk defa yaratan! Başla­rını alaylı bîr şekilde sallayarak şöyle diyecekler: Ne zaman-mış o? De ki, yakın olsa gerek!" (İsrâ, 49-52). Keza, yine öldük­ten sonra dirilmeye inanmayana verilen cevap niteliğindeki şu âyetler hakkında da aynı iddia gündeme getirilmiştir: [309] ''İnsan der: Ben Öldükten sonra mı tekrar diriltilip, kabirden çıkarılacak mı-şım? İnsan, onu biz daha önce hiç bir şey değilken yarattığı­mızı hatırlamıyor mu?!" (Meryem, 66-67). Benzer ifâdeler taşıyan diğer âyetler için de durum böyledir. [310]
İlginçtir ki, insanlara öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğu­nu göstermek için mucizevî bir tarzda ve genelde peygamberler zama­nında meydana gelmiş bir takım Öldükten sonra dirilme hadiseleri de. reenkarnasyona delil olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Halbuki, bu kıs­salarda ölenler, yine aynen kendi bedenleriyle diriltilmiş, böylece kıya­met günündeki dirilişe Örnek gösterilmişlerdir. Meselâ, "Hani siz, Yâ Musa Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız demiştiniz de, bakıp dururken, sizi yıldırım yakalamıştı. Sonra şükredersiniz diye ölümünüzün ardından sizi tekrar dirilttik" (Bakara, 55-56), İneğin bir parçasıyla ona (maktule) vurun dedik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir...' (Bakara, 73), "Ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkan binlerce insa­nın haline bak! Bunun üzerine Allah onlara ölün! dedi, sonra diriltti..." (Bakara, 243) âyetleri, keza Hz. Üzeyr'in eşeğiyle bir­likte yüz yıl ölü olarak bekletildikten sonra diriltilişini anlatan Bakara, 259. âyet ve Hz. İbrahim'in ölülerin nasıl diriltildiğini görmek isteme­sine mukabil, Allah'ın emriyle, dört kuşu kesip parçalarını çeşitli tepe­lere koyup ardından çağırınca yeniden diriltilip yanma gelmelerini an­latan, Bakara, 260. âyetleri hakkında da bu tür iddialar gündeme ge­tirilmiştir  [311]Bilindiği gibi, mu'cizeler, peygamberlerin doğruluğunu ıs­lat için, Allah tarafından meydana getirilen harikulade olaylardır. Her zaman olan ve görülen, tabiî şeyler değildir. Ayrıca reenkarnasyonda bedenlerin değişmesi esasına dayanan bir terakki anlayışı vardır. Bu olaylarda ise, böyle bir şey yok. Ölen kimseler aynı bedenlerinde tek­rar diriltiliyorlar.
Allah'ırı ölü varlıklardan canlı varlıkları yarattığını ve canlıları da ölü varlıklara dönüştürdüğünü ifâde eden ve küre-i arzın her tarafında aralıksız bir şekilde tekrarlanan bu kanunu dile getiren "... Ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın...77 (Âl-i İmrân, 27) ve benzeri âyetler  [312]de bu konuda ileri sürülen âyetlerdendir. [313]
Allah'ın mutlak adaletini, asla zulmetmeyeceğini ifâde eden bazı âyetler de reenkarnasyona delil gösterilmiştir. Çünkü onlara göre, Al­lah'ın adaleti ancak bu yolla sağlanabilir. Meselâ, "Allah zerre ka­dar zulmetmez..." (Nisa, 40), "Allah insanlara asla zulmetmez. Fakat insanların kendileri zulmediyorlar' (Yûnus, 44), "... Ve onlar (insanlar) zulme maruz kalmazlar' (Müminûn, 62) âyetle­ri hakkında bu tür iddialarda bulunulmuştur. [314] Bu konu, yani reen-karnasyonun Allalrın adaletine uygun düştüğü iddiası, ilerde aklî de­liller başlığı altında ele alınacağından, cevabını oraya bırakıyoruz.
Keza, Allah'ın mahlukatı ilk defa nasıl yarattığını görme­diler mi? Sonra onu iade edecektir. Bu Allah için çok kolay­dır" [315] (Ankebut, 19),   O yaratmayı ilk olarak (yoktan) yapıp sonra iade edendir" (Yûnus, 4, 34; Burûc, 13), "Sizin yaratılma­nız ve diriltilmeniz, ancak bir tek kimsenin yaratılıp diriltil­mesi gibidir" (Lokman, 28) gibi âyetlerdeki [316] iade, ba's ve nuşûr gibi öldükten sonra dirilmeyi ifâde eden kavramlar, hep reenkarnas-yon manasına hamİedilmiştir. [317] Halbuki birinci âyetin devamına ba­kılsa bu ifâdenin öldükten sonra dirilmeyi ifâde ettiği görülecektir. Ayetin devamı şöyle: "... imân edip salih amel işleyenleri ada­letle mükâfatlandırmak İçin. Kâfir olanlara gelince, inkârla­rından dolayı onlar için kaynar sudan bir içecek ve elim bir azan. vardır." Keza, aynı iddiayla gündeme getirilen, [318] "Onu tek-rai- yaratmaya (rec'a) da kadirdir" (Târik, 8) âyetini takip eden âyetier de bu olayın âhiret günü olacağını açıkça gösteriyor: "O gün sırlar ortaya çıkarılır..." İade ve ba's kavramlarına bu anlayışla yaklaşanların, artık İslâm dininin temel esaslarından biri olan ve Al­lah'a imândan sonra ikinci sırada yer alan âhiret inancını dünyaya dö­nüş olarak yorumlamaları ve Öldükten sonra tekrar dünyaya dönme­nin imanın şartlarından olduğunu söylemelerine şaşmamak gerekir. İş­te böyİelerinden biri şöyle diyor: "Amentu'ya göre de, ba'su ba'de'i-meut'e yani, ölümden sonra vazife İle tekrar gönderilmeye inan­mamız gerekmektedir." [319] Artık böyle bir iddiada bulunan kimsenin, bu ifâdeyi ve bu manadaki âyetleri Kur'ân'ın anlattığı gibi anlayan ve yorumlayan müfessirleri kınamaktan başka bir çaresi yoktur. Nitekim devamla şöyle diyor: "İnsan vazi% ile ancak dünyaya gönderilmekte
olduğuna göre, sınırlı bir anlayış ve dayanıksız bir inançla yapılacak tefsirlerle bu dirilişin kıyametteki, yani hesap günündeki dirilişe işaret olduğunu iddia eylemek, yanlış ve hakikate tamamiyle aykırı olur." Böyleleri için, âhiret; ruhlar alemi, sırat ise; dünya hayatı sırasında geçilen ve böylece insanlık mertebesine ulaşılan bir köprüdür. [320] Ba's ve cehennem hayatı hakkında -muhtemel- kaydıyla- yapılan şu değer­lendirmelerin de isabetli olmadığı ortadadır: "... Bu takdirde ba's ola­yı kemâl bulmamış ruhlara mahsus olabilir. Kemâl bulmuş ruhlar huld cennetine gittiklerinden bedensel hayata dönmezler. Ba's, kemâl bul­mamış ruhların, kemâl bulmak üzere bedensel hayata getirilmesidir ki, bedenden bedene geçen ruh, bu bedenler içinde dünyanın ızdırabını sıkıntılarını çekerek olgunlaşır. İşte bu gelip gitmeler ruhu olgunlaştı­racak olan cehennem hayatıdır. Her bedensel hayatta yapılanlar ru­hun daha sonraki hayatının mahiyetini çizer. Kötülüklerden korunan ye Allah'a ibadetle olgunlaşan rûh, ebedilik cennetine girer ve bir da­ha gerçekte azap olan bu bedensel hayata dönmez..." [321] Âhiret te­rimi hakkındaki yapılan şu yorum da öyle: "Bir Kur'ân terimi olarak, Ölüm sonrası hayat ve âlem demek olan âhiret, geniş çerçevesiyle içinde bulunduğumuz ânın ardından gelen zaman ve içinde bulundu­ğumuz boyutun üstündeki boyut anlamındadır. O halde her ân bir ön­ceki âna göre âhirettir.... O halde sonsuz sayıda âhiret vardır. Oluşun ve insanın tekâmül aşamaları sonsuzdur. Kur:an burada şu sonsuz prensibi getiriyor:. Her sonraki ân senin için her önceki ândan daha üstündür (Duhâ, 4)" [322] Bu ifâdelerde, âhiret kavramı, reenkarnasyona da uyumlu olacak bir şekilde açıklanmış görünümündedir. Bunun için önce, âhiret, reenkarnasyonu da içine alacak bir şekilde "Ölüm sonrası hayat ve âlem" olarak tarif edilmiştir. Bu tarifin Kur'ân'da an­latılan âhiret;i belirtmede yetersiz ve eksik olduğu ortadadır. Çünkü, ölüm ötesi hayat hemen her toplumda ve her dinde rastlanan bir inanç olup, her türlü ölüm ötesi inancı içine alır. Ölümden sonra ru­hun baki kaldığına inanan fakat hesap, cennet, cehennem gibi İs­lam'ın bildirdiği âhiret hayatına ilişkin gerçekleri kabul etmeyenlerin bu inancı da bir ölüm ötesi hayat inancıdır. Keza, ruhun başka be­denlere intikâl ederek bu dünyaya döndüğüne inananların bu inancı da bir ölüm ötesi hayat inancıdır. Hatta Allah'a İnanmayanların dahi böyie bir inanca sahip olması, yani ölümden sonra ruhun baki kaldı­ğına inanması mümkündür... Kur'ân'ın anlattığı âhiret ise, belli Özel­likleri olan bir inançtır. Bu özelliklerin başında ise, dünyaya tekrar dö­nüşün olmaması, dirilişin cismanî olması ve cennet ve cehennem ha­yatının ebedî olması gelir. Daha sonra, âhiretin lügat manasına dikkat çekerek, her ân'ın bir önceki ân'a göre âhiret olduğu söylenmiş ve böylece âhirefin terim manası bir kenara bırakarak bu kavram, günü­müz reenkarnasyonculannın anlayışına uygun bir zemine kaydırılmış­tır... Takdim edilen âyete de bu anlayışa uygun mana veriliyor: "Her sonraki ân senin için her Önceki ândan daha üstündür (Du-hâ, 4). Halbuki bu âyetteki û/â ve âhiret kelimelerini ister lügat ister­se ıstılahı manada ele alalım, böyle bir anlam vermek doğru değildir. Çünkü, ıstılahı manada âyetin anlamı, "Âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır", lügat manasına göre ise, "son (sonuç) senin için ilk halden daha hayırlıdır"' şeklinde olur. [323]
Keza, Allah'ın emirlerine karşı gelmenin bir cezası olarak, İsrailo-ğullarından ve başkalarından bazı kimselerin mesh yoluyla maymun, domuz gibi hayvanlara dönüştürülmeleri [324] de reenkarnasyonu savu­nan bazı kimselerce, ileri sürdükleri kendi nazariyeleriyle çelişmesine rağmen, tenasühe örnek gösterilmiştir. [325] Mesh'in tenâsühden tama­men farklı bir şey olduğunu daha önce belirtmiştik.
Görüldüğü gibi, Kur'ân kesinlikle dünyaya dönüşü reddetmekte­dir. Aksini savunanların iddiaları ise, tutarlı olmayıp, sağlam hiçbir de­lile dayanmamaktadırlar. [326]

İKİNCİ BÖLÜM


REENKARNASYONU İSPAT ETMEK İÇİN ÖNE SÜRÜLEN TECRÜBÎ VE AKLÎ DELİLLERİN TENKİDİ


REENKARNASYONU İSPAT İÇİN ÖNE SÜRÜLEN TECRÜBÎ ve AKÜ DELİLLER


.

I. Tecrubı Deuller


Bu bölümde öncelikle, günümüzde reenkarnasyonun ispatı İçin baş vurulan diğer yollar, yani tabiî ve tecrübî (deneysel) tezahürler ve bunların bilimsel güvenirlikleri üzerinde duracağız. Tabiî tezahürler, daha önce de dünyaya geldiğini hatırladığını iddia edenlerin anlattığı hikâyeler ve bu hatırlamanın daha karmaşık şekli olarak kabul edilen fobiler, deja-vü'ler, harika çocuklar, içgüdüler (sevk-İ tabiîler)... dir. Tecrübî tezahürler ise, hipnoz ve spirtizma yoluyla elde olunduğu id­dia edilen şeylerdir. [327]

a. Doğum İzleri (Signe de Naissance)


Bazı İnsanların doğumla birlikte bedenlerinde görülen bir takım le­ke ve izler, reenkarnasyona delil olarak sunulmuş, bu izlerin daha ön­ceki hayattan tevarüs edildiği iddia edilmiştir. [328]
Aslında reenkarnasyon ruhun başka bir bedene intikali olarak an­latılırken, sanki aynı beden sürdürülüyormuş gibi, delil için böyle bir yola baş vurulması, çelişkili bir durumdur. Kanaatimizce, bu tür iz ta-Şiyan insanlar varsa, bu izler reenkarnasyon olduğuna bir delil değil­dir. Aksine, bu tür izlerin görülmesi, o insanlarda böyle bir düşünce­nin ortaya çıkmasına yol açmış olabilir. Meselâ vücudunda bıçak izine
benzer bir iz gören kimse, bu izden hareketle çevresinin de etkisiyle, bu izin Önceki hayatındaki bıçaklı bir saldırıdan kaldığını düşünebilir... Reenkarnasyon konusundaki araştırmalarıyla meşhur Stevenson, bu tür oiaylara dair örnekler anlatmış ve şu değerlendirmede bulun­muştur: "Bu vak'aların çoğu reenkarnasyona inanan kişiler arasında geliştiği için, vakalarıyla ilgili olarak, tanıkların bunları kendi inançla­rına uygun örnekler olarak yorumlamaları beklenebilir ki. sıklıkla yap­tıkları da budur." [329] Stevenson'un bu olayların açıklamasına dair anlattığı bir başka yorum da, maternal etki adı verilen şu durumdur: "'Bu fikre göre, Ölmüş kişinin yaralan konusunda bilgi sahibi olan hamile bir kadın, hamilelik sürecindeki embriyo ve fetüsü etkileyebilmekte ve bu surette Öimüş kişinin yaralarına karşılık gelecek bir form ortaya çık­maktadır... Eski ve yeni yayınlanmış bazı vakalar, hamile bir kadının zihninin olağan dışı uyarımları iîe daha sonra doğacak çocuğun ola­ğan dışı doğum izi ya da doğum kusurları arasında dikkat çekici bir benzeşim sergiler. Ayrıca, 113 yayınlanmış vaka üzerinde çalışarak, ben de, 80 vakada uyarımın, annede gebeliğin ilk üç ayı içinde ger­çekleştiğini gördüm." [330]

b. Harika Çocuklar (Enfant Prodige)


Küçük yaşta büyük işler beceren, yüksek kabiliyetli ve zeki çocuk­lar da reenkarnasyonun bir delili olarak sunulmak istenmiştir. Meselâ, küçük yaşlarından itibaren müzikte büyük başarılar sağlayan Mozart ve Paganini bu tür çocuklara örnek gösterilmektedir. [331] Bu iddiaya gö­re, küçük yaştaki bu beceri ve başarıların kaynağı önceki hayatta edi­nilen tecrübelere dayanmaktadır.
Aslında yüksek zekâ ve kabiliyette izah edilebilecek bu durumdan böyle bir sonuç çıkarmak oldukça yanlış bir değerlendirmedir. İnsan­ların zeka ve kabiliyet seviyelerinin çok farklılık arzettiği, bir kısmında zirve noktalarda seyrederken, diğer bir kısmında ise çok gerilerde bu­lunabildiği bilinen bir gerçektir. Eğer böyle bir şey olsaydı, toplumlarda devamlı bir şekilde bu tür çocukların sayısının ve becerilerinin art­ması gerekmez miydi? Keza müzik, satranç oyunculuğu gibi bir takım kabiliyetler tecrübeyle alakası az olan sanatlardır. Bu konularda kabiliyeti olmayan çocuklar doğumlarından ölünceye kadar bu sanatlar üzerinde çalıştırılsalar dahi, usta derecesinde bir başarı sağlayamazlar. Dolayısıyla bu konularda geçmiş hayatların tecrübesinden bahsetmek doğru olamaz. Ayrıca bazı kabiliyetli çocuklar, geçmişte olmayıp gü­nümüzde bulunan bilgisayar programcılığı gibi yeni sahalarda üstün başarı göstermektedir. Bu durum gösteriyor ki harika çocukların bu özelliği, yüksek zekâ ve kabiliyetlerle donatılmış olmalarından kaynak­lanıyor. Yani insanların doğuştan getirdikleri kabiliyetler gelecek nesil­lere miras bırakılıyor, Öğrendikleri bilgiler değil. Ayrıca, günümüzde de zaman zaman gündeme gelen, böyle üstün zekâlı çocukların bizzat kendilerinin reenkarnasyon iddiasında bulunduklarına şahid olmuyo- [332]

c. İçgüdüler (İnstİnct) ve İçtepiler (Dürtü/İmpulsion)


Reenkarnasyon taraftarlarına göre içgüdü, geçmiş hayat bilgileri­nin otomatik ve şuursuz olarak şimdiki hayatta belirmesi olup, geçmiş hayatlardan kalan İzlerin en belirsiz şekli bazı içgüdü ve içtepilerdir. Bu anlayışa göre, içgüdü ve içtepilerin çoğu geçmiş hayatlardan kaynak­lanmaktadır. İçgüdülerin oluşumu milyonlarca sene boyunca ruhun deneysel bilgisinden oluşan kesin davranışlara dayanır. İçtepi de içgü­dünün daralmış ve özelleşmiş hali gibidir. İradenin kontrolü olmaks -zın etki yapan bir eğilimdir. Ruhçulukta daha çok medyumun gayr ı iradî davranışları için kullanılır. [333]
Görüldüğü gibi reenkarnasyon taraftarları insanlara ve diğer can­lılara hayatlarını sürdürmeleri ve muhafaza edebilmeleri için Allah ta­rafından verilmiş olan bir takım duygu ve davranışların kaynağını da­hi reenkarnasyona dayandırmaktadır. Bir nevi evrim anlayışını çağrış­tıran bu değerlendirmelerin yersiz ve isabetsiz olduğu ortadadır. Çün­kü bu anlayışa göre, varlıklar başlangıçta bu tür duyulardan yoksun­ken uzun bir zaman süresince bu duygulan geliştirmiş ve bugünkü haline getirmişlerdir. Halbuki bu duygular bütün hayvan ve insanlarda geçmişten günümüze, aynı şekilde idi. Canlıların şekli, genlerinde programlandığı şekilde ortaya çıktığı gibi, bu duygular da bir progra­mın eseridir. Bu duyguların tekâmül ederek geliştiğini farzedecek ol­sak, daha bu gelişmeye fırsat kalmadan o hayvanlar dünya sahnesin­den çekilirdi. İçgüdü denen şey, aslında bütün canlılara hayatlarını ko­rumak ve devam ettirmek için Allah tarafından verilmiş bir ilhamdır, bir sevk-i ilahîdir. Firavun'un Allah'ın varlığına delil istemesi karşısın­da Hz. Musa'nın ona cevaben söylediği, ' Rabbimiz her şeye hil­katini (suretini) verip sonra da ona yol gösterendir' (Tâ-hâ, 50) âyetinde bu duruma işaret edilerek, Allah'ın yarattığı varlıklara kendine mahsûs suretini ve yaşaması için gerekli organları verdiği, on­ları nasıl kullanacağını bildirdiği ve hayatını korumak ve devam ettir­mek için gerekli duygularla donattığı imâ edilmektedir. [334] Allah'ın bala­nsına, bal yapmayı öğretmesi de öyledir: Rabbin bal arısına şöy­le vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler edin. Sonra her türlü meyveden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollardan git..." (Nahl, 68-69). Tüm bunlar yaratılışlarıma beraber canlılara verilmiş özellikler olup tekâmül, evrim vs. söz konusu değildir. [335]

d. Fobiler


Bazı insanların bir takım şeylerden, meselâ yüksek binalardan, bı­çaktan vs. korkması da o insanların önceki hayatlarında bu tür şeyler sebebiyle hayatlarının son bulduğu için onlardan korktukları şeklinde değerlendirilmiştir. [336]
Ancak, korkulan şeylerin genelde bütün insanlarda ortak oluşu, bu iddiayı yalanlamakta ve bu duygunun insana bir savunma mekaniz­ması olarak, hayatını tehlikelerden korumak için verildiğini göstermektedir. Bu durum sadece insanlara has olmayıp bütün hayvanlarda hatta küçücük böceklerde dahi görülen ortak bir savunma mekaniz­masıdır. Yırtıcı hayvanlardan herkes korkar, fareden herkes ürker ve bir takım tehlikeli sporlar yapmaktan herkes çekinir... Ayrıca, bazı in­sanların henüz bu asırda icad edilmiş asansör, uçak gibi bazı araçlardan korkması da gösteriyor ki, bu tür fobilerin kaynağını reenkarnas-yonda aramak doğru değildir. Çünkü o insanın önceki hayatında bu tür araçlar yoktu ki onlar sebebiyle hayatı son bulsun da bu yüzden korksun. AİDS gibi bir takım yeni hastalıklara karşı fobisi olanlar için de benzer durum söz konusudur.
Kanaatimizce, insanların bir takım şeylere karşı yaratılıştan getir­dikleri korkular, bazı insanlar tarafından yanlış yorumlanarak böyle de­ğerlendirmelere gidilebilmekte ve bu tür hikâyelerin uydurulmasına kaynaklık etmektedir. Nitekim, Stevenson'un belirttiğine göre, "bir çok vakada çocuktaki fobi, çocuk henüz fobinin kaynaklanır gibi göründü­ğü geçmiş yaşamından bahsetmeye başlamadan ortaya çıkmıştır. " [337] Hatta çocuk genellikle fobiyi erken bebeklik sırasında sergilemeye ça­lışmaktadır. Bu, çocuğun asla ev dışında bulunamayacağı bir zamandır.
Fobiler genelde geçmiş yaşam hikâyeleri anlatan çocuklarda gö­rülmektedir. Boğulmayla son bulan bir hayat hikâyesi anlatan çocuk suya dalma fobisine sahip olabilmekte; bıçaklamayla sona eren bir ha­yat hatırladığını iddia eden bir çocukta da kesici aletlere karşı bir kor­ku bulunabilmektedir. Nitekim, kalp hastalığı nedeniyle uzun bir has­talık devresi geçirerek ölen genç bir kadının hayatını hatırlayan bir ço­cuk, ilaçlara, enjeksiyona ve kana karşı ciddi bir fobi sergilemiş, Ha­san adlı birisi tarafından öldürülmüş birinin hayatını hatırlayan bir çocukda, bu ismi taşıyan insanlara karşı bir fobi sergilemiştir. [338] Bu du­rum gösteriyor ki, bu tür fobilerin kaynağında çocuğun ruhsal durumu yatmaktadır.
Bazı fobilerin kaynağını ise, insanın yaşadığı bir hadise oluşturur. Songar'm anlattığına göre, Bursa'da bir hastası arkadaşıyla beraber yoldan geçerken bir otomobil her ikisine de çarpar. Arkadaşı ağır, kendisi de hafif bir şekilde yaralanır. Ağır yaralanan arkadaşında sonradan bir ruhî belirti görülmezse de kendisinde meydanları, caddeleri geçememe (agorafobi) tarzında bir korku uzun süre devam etmiştir. [339] Bu tür olaylar çeşitli şekilde yorumlanmaktadır. Bunların Önemli­lerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Empoze Edilen Özdeşleşme: "Çocuk ve ilgili ölmüş kişinin ay­nı aile veya köye ait oldukları vakalarda, ölmüş kişinin ailede ya da köyde reenkarne olacağıyla ilgili beklentiler ebeveynin çocuğu bu yönde yüreklendirmesine sebep olabilir. Çocuk böylece belirlenmiş bir rolü kabul edecek olursa, kişide olan ya da bulunması beklenen kor­kulan geliştirebilir. Örnek olarak, Ölmüş kişi yılan sokmasından ölmüş­se, çocuk da bir yılan fobisi geliştirebilir." [340]
2. Kendiliğinden Bir Başkasının Kimliğine Bürünme: "'Bazen çocuklar kendiliklerinden başka kişilerin kimliğine bürünür. Bu kişiler genellikle hayalîdir. Bir çocuk akla yakın bir biçimde, hakkında belli bir bilgiye sahip olduğu ölmüş bir kişinin kimliğine bürünebilir ve bu, çocuğun ebeveyninin yüreklendirmesi olmadan da ortaya çıkabilir. Eğer çocuk, kimliğine büründüğü kişinin ölümü konusunda bilgi sahi­biyse, makûl görünecek bir biçimde, ölüm şekliyle ilgili bir fobi de ge­liştirecektir." [341]
3.  Sembolizm: ''Bir çok psikiyatrist, bir fobinin görünürdeki uya­ranını, bir başka uyaranın sembolü şeklinde ele almıştır. Yani çocuğun korkusu gerçekte bu gizli gerçek olayla ilgilidir." [342]
4.  Genetik Hafıza: Lorenz (1939), Gibson ve Walk (1960) ve di­ğer bilginlerin hayvanlar üzerinde yaptıkları bir takım deneyler, hay­vanların bazı hallerde yumurtadan yeni çıkmış kazlara yırtıcı bir kuşun gölgesinin gösterildiği benzeri spesifik uyaranlara korkuyla karşılık verme kapasitesini genetik olarak aldıklarını kuşkuya yer bırakmaya­cak şekilde ortaya koymaktadır. [343] Bu tür deneyler gösteriyor ki, ha­yatlarını sürdürmeleri için, sakınacakları şeyler canlıların genlerine ön­ceden programlanmıştır.
5. Paranormal Yorumlar: Stevenson, bazı fobileri açıklamak için paranormal bir izaha ihtiyaç olduğunu belirtmekle beraber, şu açıkla­mada bulunuyor: "Paranormal yorumlar içinde, ilk akla gelen olmak­la birlikte, reenkarnasyon kesinlikle tek makûl açıklama değildir... Bu vakaların en iyi açıklamasının reenkarnasyon olduğu konusunda hiç bir şekilde ısrar etmemekteyim/ [344]

e. Antİpati, Sempati


Fobiler hakkındaki değerlendirmenin benzer bir şekliyle, iki insan arasındaki sempati veya antipati de, o insanların evvelce geçirmiş ol­dukları müşterek hayata bağlanmak istenmiştir. [345] Halbuki insanlar ya­ratılışları gereği sempatik veya sevimsiz olmaktadırlar. Sevimli insan­lar genelde herkes tarafından sevilir. Sevimsizler de öyle. Bazı küçük çocuklarda daha belirgin olarak görülen bu durum, Allah tarafından verilmiş bir özellikten başka bir şey değildir. Nitekim Firavun Hz. Mu­sa'ya zarar vermesin diye, Allah onu çok sevimli bir bebek olarak ya­ratmıştır. Âyette bu durum şöyle bildirilir: "... Senin üzerine tara­fımdan bir sevgi bıraktım..." (Tâ-hâ, 39). [346] Bir grup insan yer yü­zünde uzun bir yolculuğa çıkıp pek çok kimselerle görüşseler, sonra da kimlerden hoşlandıklarını kendi aralarında konuşsalar, büyük ihti­malle sevilen veya sevilmeyen insanlar herkesçe aynı olacaktır. Böyle bir şey için, reenkamasyonla izah getirme yerine, bazı ruhların birbir­lerine meyilli olarak, bazılarının da soğuk olarak yaratıldıklarını düşün­mek daha doğru olacaktır. Nitekim, bir hadîs-i şerifte, ruhların bir or­dudaki bölükler gibi farklı özellikler taşıdıkları, bunlardan birbirine ya­kın olanların karşılaştıklarında ülfet edip uyum sağladıkları, uzak olan­ların ise uyum sağlamadıkları ifade edilmiştir. [347]

/. Deja-Vü'ler (Dejâ-Vu)


Hatıraların uyanışı (reveil de souvenirs), önceden görmüşlük duygusu, sanki görmüşlük olarak da isimlendirilen ve insanın karşı­laştığı bir şeyi, yer veya şehri daha önceden gördüğü hissine kapılma* sı olarak özetleyebileceğimiz bu görüşe göre, bu durum reenkarnas-yondan kaynaklanmaktadır. Yani insanın daha önce hiç gitmediği bir şehre veya köye gittiğinde, orayı daha önce görmüş gibi hissetmesi­nin altında önceki hayatında o bölgede yaşamış olması veya oraları gezip görmüş olması yatmaktadır. Bu görüşü savunanlar, bu konuda pek çok örnek anlatarak İddialarını güçlendirmeye çalışmaktadır. [348]
Bize göre bu durum, pek çok şeyden kaynaklanabilir. Mesela, in­sanın görüp de sonradan unuttuğu rüyalar daha sonra gerçek hayat­ta karşısına çıkınca böyle bir hisse kapılabilir. Hatta o insan kendisini biraz zoriasa, daha önce görmüştüm zannına kapıldığı şeyin aslında rüyada gördüğü şeyler olduğunu hatırlayabilir. Guenon da bu ihtimal üzerinde durmakta ve haberci (premonitoires) olarak adlandırılan bu tür rüyaların çokça yaşandığını söylemektedir. [349]
Kitaplarda bir yer veya bölge hakkında anlatılanlar, tafsilatlı tasvir­ler de hayal dünyamızda bir şekil oluşturur ve bunlar hafızamıza kay­dedilir. Daha sonra o bölgelere gidince, zihindeki bu hatıraların can-lanmasıyîa böyle bir hisse kapılabiliriz. Çağrışımların da bu hususta önemli rolü olabilir. Hayatımız boyunca gezip gördüğümüz yerlerdeki binalar, manzaralar hafızamıza kaydedildiği için, daha sonra, önceden hiç gitmediğimiz bir yere uğradığımızda, oralarda gördüğümüz bazı manzaralar ve şekiller eski hatıralarımızı çağrışım yoluyla uyandırır. Biz de aradaki benzerliklerden dolayı oraları daha önce gördüğümüz hissine kapılabiliriz. Aslında, bir nevi hafıza yanılması yaşamışızdır. Hiss'i kable'l-vuku olarak tarif edilen duyu da böyle bir şeyde rol oy­nayabilir. İnsan, bu his sayesinde yakınındaki pek çok şeyleri hissede­bilir. Örneğin yıllardır görüşmediğimiz bir arkadaş bize yakın bir yer­dedir, biz onun varlığından habersiz olarak, içimizde o tarafa doğru bir gezme ve dolaşma hissiyle kalkıp gidince o arkadaşımızla karşılaşırız veya sözünü ettiğimiz kimse az sonra kapıyı çalıp yanımıza geliverir. Çoğu zaman ne güzel tesadüf diye değerlendirdiğimiz bu tür hadise­lerde, aslında bu hissin önemli rolü olduğu söylenebilir Gezip görece­ğimiz yerlere dair de böyle bir his söz konusu edilebilir. Guenon da bu durumun, telepati vb. diğer olaylarla da açıklanabileceğini belirte­rek, [350] bu hisse işaret etmektedir.
Burada şunu da belirtelim ki, bu konuda anlatılan olaylarda, bir yerle karşılaşıp da orasını aynısıyia daha önceden gördüğü hissine ka­pılanlar, gördükleri yerlerin günümüzdeki şekilleri karşısında böyle bir hisse kapılmaktadırlar. Halbuki, o insanın daha önce oralarda yaşadı­ğını farz etsek dahi, şimdi gördüklerini daha önceki hayatında görme­si mümkün değildir ki sonradan hatırlasın. Çünkü o şehrin eski hali. cadde, sokak vs. özellikleri kaybolmuş, yerine yeni bir şehir kurulmuş­tur. Şehrin bugünkü halini hatırladığını zannettiğine göre, bu durumun Önceki haliyle bir ilgisi olamaz. Eskiden orada yaşamış olsaydı, mutla­ka o bölgede değişiklikler olduğunu farkederdi. Aynen öyle olduğunu hatırlamazdı.
Guenon, bu durumu açıklamada, oldukça ilginç gelebilecek şu de­ğerlendirmede bulunuyor: Bu tür durumlar, özellikle, orada başına şu veya bu olayın gelmiş olduğu, ölmüş olduğu fikrine az ya da çok net olarak katıldığı durumlar olup, aslında kendi başına geldiğini zannetti­ği olay gerçekte, aynı yerde onun az ya da çok eski bîr atasının başı­na gelmiştir. Bu durum, psişik öğelerin kalıtım yoluyla atadan torun­lara intikalinden yani bir tür hafıza intikalinden kaynaklanmaktadır. Bu durum, atavik hafıza (memoire ancestrale) deyimiyle ifade edilir. Söz konusu hatıra, ortaya çıkmak için uygun bir fırsat kollayarak, o zamana kadar atıl ve bilinç dışı bir halde kalmıştır. Olayı yaşayan kişi o yere gitmeseydi, diğer hatıralarımızda olduğu gibi, bu hatıra da yi­ne atıl vaziyette kalacaktı. [351]
Yukarıda bu görüşü savunanlara yönelttiğimiz tenkidi, Guenon'un bu açıklamalarına da yöneltebiliriz. Şöyle ki, faraza, atalardan toruna intikal eden hatıralar söz konusuysa da, bu hatıraların canlanmasını
ortaya çıkaracak haricî şartlar pek ender görülebilir. Çünkü insanın çevresi devamlı değişiyor. Dedelerimizin yaşadığı ortam büyük deği­şiklikler geçiriyor... Yine de bu açıklamalar, reenkarnasyon iddiasın­dan akla daha yakındır diyebiliriz.
Deja-vü'lerin çoğunlukta bir hastalık öncesi, yorgunluk halinde meydana gelmesi. [352] bu durumun normal bir hadise olmayıp, duygu­sal ve psikolojik boyutlu olduğunu da akla getirmektedir. [353]


g. Reenkarnasyon Hatıraları


Reenkarnasyonun varlığı konusunda delii olarak Öne sürülen iddi­aların en yaygın olanı ve başta geleni -çoğunluğu çocuklar olmak üze­re- bir takım insanların anlattığı geçmiş yaşam hikâyeleridir. Bu konu­da kitaplar dolusu hikâye bulmak mümkündür.
Bu sahada kitap yazmış olan Moody. bu hikâyelerin şüpheyle kar­şılanması gerektiğine dair, kendi başından geçen şu olayı anlatır: "Ço­cukken benden bir kaç yaş büyük olan ağabeyime, bir önceki haya­tımda bir yetişkin olarak nasıl yaşadığımı anlatırdım. Hikâyelerden ço­ğu Amerika'da geçiyordu. Sonraları Aztekler'in bir kitabında küçük­ken anlattığım hikâyelerin aynısını bulmuştum." [354] Gerçekte, hemen hemen tüm sözde geçmiş yaşam hikâyeleri otomatik olarak ölüm sah­nesine dönmektedir. Çocuk, ölmüş kişi hakkında çeşitli yollarla bilgi edinip, daha sonra bunları geçmiş bir yaşam fantezisi olarak geliştire­bilmektedir. [355] Reenkarnasyon vakalarındaki öiüm şekilleri genelde bir cinayete kurban gitme şeklindedir. Aslında ölen insanların ancak bin­de biri bu şekilde ölürken, anlatılanların cinayet üzerine olması önem­li bir za'f noktasıdır. Reenkarnasyon taraftarları, bu açığı kapatmak için ilginç bir yorum yaparlar. Onlara göre, şiddete maruz kalarak ölen kişiler doğal biçimde (normal olarak) ölenlerden daha hızlı bir biçimde tekrar doğuyor olabilir [356]
Görüldüğü gibi, okunan veya dinlenen ya da seyredilen bir hikâ­ye, zamanla yaşanılmış gibi zannedilebilmektedir. Bu tür hikâyelerin daha çok çocuklar tarafından anlatılması da, bunların temelinin hayellere dayandığına dair ip uçlarıdır. Hatta bu tür hatıralar anİatan çocuk­lar, ilerki yaşlarında artık böyle şeyler anlatmamaktadır. Çünkü çocuk­ların hayal dünyası çok zengindir. [357] Bu çocuk bir de, bu tür hikâyele­rin bolca anlatıldığı ve yaygın olduğu bir bölgede yaşıyorsa, onun da böyle hikâyeler anlatması kuvvetle muhtemel olacaktır.
Bu tür olayların anlatılmasında çevre faktörünün bilhassa ailenin çok büyük rolü vardır. Nitekim, reenkarnasyon olaylarının, ölümden sonra yeniden hayata gelineceğine inanılan ülkelerde daha çok orta­ya çıktığı tesbit edilmiştir [358]Reenkarnasyona inanan, Lübnanlı Dürzî-İer ve Kuzey Amerikalı bazı yerlilerde bazen bir aile içinde iki veya da­ha fazla reenkarnasyon vakasına rastlanması [359]bu iddiaların ortaya atılması konusunda ailenin önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Reenkarnasyon iddiasında bulunan ABD ve Hindistanlı çocuklar üze­rinde yapılan araştırmaların sonucunun ortaya koyduğu bir gerçek de, yörelere göre, anlatılan vakaların farklılık ve değişik özellikler arzet-mesidir. [360] Bu durum da, çevre faktörünün Önemini vurgulamaktadır. İnsanlar bu tür hikâyeleri dinleye dinleye, zamanla kendilerinin başın­dan da böyle şeyler geçmiş olabileceğini düşünmekte, acaba ben de bu tür şeyler yaşadım mı? diye tereddüte düşmekte, bu konuda ha­yal dünyaları da onlara yardım etmektedir.
Bazen görülen bir rüyanın unutulup, sonraları bir takım çağrışım­larla gerçekten yaşanmış gibi algılanması da mümkündür. Nitekim Stevenson bu hatıraların değişik şartlar altında oluşabileceğini belirte­rek, bazı uyuşturucuların kullanımı ve meditasyon esnasında tekrarla­nan rüyalar şeklinde oluşabildiğini belirtmiştir. [361]
Bilhassa Batı'da, sırf şöhret ve para kazanmak maksadıyla bu tür­den veya hipnoz hatıralarını içeren, hayalî ve temelsiz pek çok kitap yazıldığını da hesaba katmak gerekir. [362] Çünkü bu tür konular insanlar tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmaktadır. 1956'da Bernstein'de yayımlanan Bridey Murphy'yi Arayış adlı kitap bir milyon üzerinde satış yapmıştır. Bir çok bakımdan hatalarla dolu olan aynı türden ki­tapların yayımı durmaksızın devam etmiş, 1970 sonlarında bu ilgi do­ruk noktasına ulaşmıştır. [363]
Reenkarnasyon hikâyelerinin tarihin bazı dönemlerinde yoğunla­şıp, bazı dönemlerinde silinmeye yüz tutması [364] da çevre faktörüyie izah edilebilir. Çünkü, bu tür olayların sıkça anlatıldığı dönemlerde pek çok kimse, bu akıma kapılarak bu tür hikâyeler uydurabilmekte­dir. Bu tür hikâyelerin, genelde hikâyeleri anlatan insana yakın bölgelerle iigili oluşu da dikkat çekicidir.
Bazen de insan, olmak istediği kişiliği hayal ederek, bu tür hikâ­yeler uydurabilmektedir. Hatta Papus dahi bu durumu yadırgayarak şöyle diyor: Reenkarnasyonu bilen insan derhal olmak istediği ki­şiliği hayal etmekte ve tesadüfen de, nedense bu kişi hep dünya­da önem kazanmış ve yüksek mevkiden birisi olmaktadır. Ruhçu toplantılarda genelde, reenkarne olmuş katillere, ayyaşlara ya da eskinin manavlarına, oda hizmetkârlarına pek az rastlanır. Reen­karne olmuş kişiler genelde şunlardır: Napolyon, Büyük Frederik, büyük bir prenses, bazı ünlü firavunlar... İşte bunlar, bu büyük şahsiyetler olduklarım hayal eden o iyi insanların bedenlerinde re­enkarne olmuş olarak karşımıza çıkıuerirler. Papus bu durumu alay­cı bir tavırla eleştirerek şöyle der: Bu şahsiyetler açısından dünya üze­rine bu şartlar altında dönmüş olmak oldukça büyük bir ceza olurdu! Papus, bu durumun çokça görülen beşeri bir eğilim olduğunu belirterek, bu konuda bir de geçmişten misâl verir: Bir zamanlar Fisagor'un öğrencileri de bu sırrı öğrenmişler ve dünyaya son gelişlerinden önce hepsi de kendilerinin bir vakitler büyük bir tiran ya da ünlü bir kral ol­duklarını hayal edip buna inanmışlar ve kendilerinin hüküm sürmekte olduklarına inandıkları o dönemde Üstad'ın ne yapmakta olduğunu kendisine sorduklarında Fisagor gülümsemiş ve şöyle demişti: Sizlerin Öylesine güçlü olduğunuz ve insanların da sizin otoritenizden tir tir titredikleri zamanlar, ben bir horozdum! [365]
Anglo-Sakson ülkelerindeki reenkarnasyon karşıtı spiritler bu çıl­gınca hayallerle alay etmekten geri kalmamışlardır. Nitekim Douglas Home şöyle der: "... Doğmadan önce büyük adam olduklarına ve öldükten sonra da yine büyük adam olacaklarına inanmaları, şim­diki yaşamlarında birer hiç olan bu insanlara teselli vermektedir... Ben en az onik'ı iane Marie Antoinetta, altı-yedi tane Marie Stu-.art, bir yığın Aziz Louis, yirmiye yakın İskender ve Sezar ite tanış­mak onuruna erdim..." [366] Papus da, şöyle der: "... Bir yığın kaçık kendilerinin İsa'nın yeryüzündeki reenkarnasyonu olduğunu söy­lemektedir."
Yeniden dünyaya geldiğini iddia edenlerin pek çoğunda görülen bu durum, yani iddia ettikleri önceki hayatlarında daha büyük insan­lar olup, içinde yaşadıkları hayatta ise daha küçük ve kötü durumda olmaları, hatta bir kısım akıl hastalarının bu tür iddialarda bulunup kendilerinin meşhur tarihî şahsiyetler olduklarını iddia etmeleri, aslın­da, reenkarnasyonu savunan kimselerin iddialarını da yalanlamakta­dır. Çünkü onlara göre reenkarnasyonda devamlı bir terakkî ve te­kemmül söz konusudur. Halbuki, bu tür iddialarda bulunanlarda ise -faraza, doğru ise- tam aksi bir durum gözleniyor. Ayrıca, Randles-Ho-ugh'un belirttiği gibi, tarihî bir kişiliği bir önceki kişiliğim diye sunan insanların söyledikleriyle bu kişi arasındaki tarihler çoğu kez birbirine uygunluk göstermemektedir. [367]
Psikiyatri uzmanı Yargıç, hipnoz altında hiç bir yönlendirme ol­maksızın yahut uyanıkken kendiliğinden ortaya çıkan kimlik değişik­likleri, yani kişinin kendisini farklı bir kişi olarak tanıtmasının dissos-yatif bozukluk adı verilen psikiyatrik rahatsızlığın belirtisi olduğunu söylemektedir. Bu hastalığın en şiddetli biçimine çoğul kişilik (dissos-yatif kimlik bozukluğu) denilir ve hasta farklı zamanlarda farklı kimlik­lere bürünür. Ülkemizde yapılan bir araştırma, toplumun binde dör­dünde bu tür rahatsızlıklar olduğunu ortaya koymuştur. Bu kişilerin kendileri dahi genellikle hastalığının farkında değildir. Hasta, içinde farklı birisinin yaşadığını, hatta zaman zaman davranışlarını onun kontrol ettiğini hissedebilir. Bu hastalıklar genellikle çocukluk çağı psi­kolojik travmalarının (cinsel taciz, aşırı dayak yeme, ihmal edilme gi­bi) sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu tür olayları reenkarnasyona kanıt olarak göstermek, hiç bir bilimsel temeli olmayan bir aldatma­cadan ibarettir. [368]
İbn Haidun bu tür hikâyelerin uydurulmasında rol oynayan bu du­rumun felsefeciler tarafından şa'ueze veya şa'beze diye isimlendirildi­ğini belirtir. Buna göre, hayal gücünün etkisiyle hayal aleminde çeşit­li hayalî manzaralar, hikâyeler canlanır. Daha sonra bunları haricî alemde varmış gibi düşünüp görmeye başlar. Halbuki bu şeylerin ha­riçte bir varlıkları yoktur. [369] Bu tür hikâyelerin izahı sadedinde şu görüşler de ortaya atılmış­tır: [370]
a. Çok kişiiiklilik: Bu görüşe göre, insan psikolojik bir nedenle başka kişilerde yapılaşmış ruhunun iç tabakalarına girebilmekte ve böylece o insanlara ait hayat hikâyelerini kendisine aitmiş gibi anlata­bilmektedir.      
b.   Kehânet: bu görüşe göre ise, medyumların iddia ettiklerine benzer bir yolla, ölü bir kimsenin zihninden bilgi almak mümkündür.
c.  Genetik bellek: Bu görüşe göre, bellek de ırksal zincir yoluyla taşınabilir.
d.  Kollektif bilinç: Bu görüşe göre ise, insanlar daha büyük bi­linç içindeki bilinçlerdir ve hepimizin benliğinde daha önceki insanlar­dan parçalar vardır.
Bu görüşİer tatminkâr olmasa bile, reenkarnasyon iddialarından daha makûldür. [371]


h. Ksenoglosi (Xenoglossİe, polyglotte)


Bu kelime öğrenilmemiş olan bir yabancı dili konuşabilme yetene­ği anlamına gelmektedir. [372] İddiaya göre, bir takım insanlar ana dille­rinin haricinde, bir gayret sarfedip Öğrenmeden, başka bir dil konuşa­bilmektedir. Reenkarnasyon taraftarlarına göre bu dil o kimsenin ön­ceki hayatında konuştuğu dildir.
Bu konuda araştırmaları olan Stevenson sonuçta bu tür olaylar karşısında reenkarnasyon ya da obsesyon [373] (cin çarpması) ihtimalinden bahsetmekte, ancak obsesyon ihtimalini çok daha muhtemel gör­mektedir. [374] Bizce de, böyle şeyler olmuşsa, bu tür olaylar cin çarpma­sıyla, yani cinin o insan bedenine hakim olarak, onun ağzından baş­ka bir dille konuşmasıyla izah edilebilir. İlginçtir ki, reenkarnasyon ta­raftarları bu İşİerde cinlerin parmağı olabileceği ihtimalinden şiddetle kaçınmaktadır. Nitekim Papus şöyle diyor: "Varlıkları ispat olunmadı­ğı sürece ruhları (cinleri kastediyor) işin içine sokmamak gerekir." [375]
Özet olarak sunmaya çalışacağımız şu olay da bu ihtimali destek­lemektedir: Vakanın süjesi olan bayan Uttara Huddar. 194Tde Orta Hindistan'da bir kent olan Nagpur'da doğar. Çocukluğunda bir şey yoktur. Ancak, 32 yaşlarında iken birdenbire Uttara gider ve yerine kendine Sarada adını veren yeni bir kişilik ortaya çıkar. Sarada daha önceki dili olan Marathaca'yı konuşmaz, bunun yerine akıcı bir Ben-galce konuşur. Evli olmamasına karşın, utangaç evli bir Bengalli kadın gibi davranır. Bir kaç hafta sonra Uttara normal kişiliğine döner. An­cak Sarada aralıklı olarak belirmeye devam eder... Şarada'nın belirdi­ği dönemler öncesinde, genellikle bir uyarıcı işaret olur. Uttara, önce başında bir karıncalanma hissi duymakta, bir-iki saat sonra kişilik ola­rak Sarada ya dönüşmektedir. Bazen de, geceleyin ortaya çıkmakta­dır. Uttara olarak yatıp Sarada oiarak kalkmaktadır. Sarada dönemi genellikle bir aarti töreniyle bitiyordu. Bu tören, tanrı ya da tanrıça resminin Önünde kandil ve yağ lambaları dolaştırmak şeklindeydi. Bu törenin sonlarına doğru Sarada esniyor ve Uttara'nın normal kişiliği geri geliyordu. [376] Sarada dönemleri bir günden altı haftaya kadar uza-yabiîiyordu. İki olayın Şarada!nın ortaya çıkmasında rol oynayabilece­ği düşünülmektedir: Birincisi, nefes egzersizleriyle meditasyon yapma-Sı, ikincisi de, Şarada'nın ortaya çıkmasından sonra kuvvetle cezbol-dugunu hissettiği bir erkekte tanışması. [377]
Yukardaki bilgileri anlatan Stevenson ve Pasricha, bu olayı açıkla­mada Uttara'nın Sarada soyundan geldiği ya da Sarada kişiliğinin ge­netik olarak aktarılmış bir hafızanın yansımasını temsil edebileceği ih­timalinin yanında obsesyon ihtimalinin daha kuvvetli olduğunu şöyle ifade etmektedirler: "Sarada dönemlerinin hızlı bir şekilde başlayıp bitmesi ve dönemler değiştikçe gözlenen belirgin kişilik farkîılığı ob­sesyon sendromuyla ilgili vakalarda gözlenen davranışlara da çok ben-zemekte-dir. [378] Şarada'nın önceki dilini unutması da bu olayın bir ob­sesyon vakası olduğunu güçlendirmektedir.
Stevenson bu tür olaylarda, o insanların yabancı bir dili çocukken öğrendiklerini unutmuş ve daha sonra öğrendiklerini hatırladığı halde bunu insanlardan saklamış olabilecekleri ihtimalinden de bahsetmek­tedir. [379] Venn, bu tür olayları yıllarca incelemesinden sonra Steven-son'un, reenkarnasyon ihtimalini zayıf gördüğünü, araştırmalarının sonucunun kendisini de paranormal açıklamaları kabul etmemeye gö­türdüğünü belirtir. [380]
Şu açıklamalar da, yukarda anlatılan kadının durumunu açıklar mahiyettedir: Çeşitli şeytanlar insanlara isabet edip rahatsız ederler, kadınların bünyesi daha zayıf olduğundan daha çok zarar görebilirler. Cin çarpmasına (messu'ş-şeytanî) maruz kalan kimseler bazen sağlık­lı, normal halde olabilirler. Çünkü cin bazı vakitlerde onu terkeder. Böylece sanki hiç bir şeyi yok, ona cin dokunmamış gibidir. Fakat bu mess (dokunma/çarpma) şiddetlenince ibadetten hoşlanmaz bir hale gelir. Çünkü, namazda Kur'ân okumasından dolayı şeytan böyle bir şey yapmasını istemez. Bilakis, insanın küfre düşmesini ister... [381]
Bizce de, gerek bu tür olaylarda, gerekse kendisinin geçmişte ya­şayan başka birinin ruhunu taşıdığını iddia eden kimselerde obsesyon, yani cin çarpması, cinlerin insan bedenine hakim olup o insanın ağ­zıyla konuşması ihtimali hiç bir zaman göz ardı edilmemelidir.
Nitekim İslâm alimleri böyle bir şeyin mümkün olabileceğini belir­terek, [382] sara hastalığının bir türünün -bütün saralılar değil- ervâh-ı ha-bîse denen kötü cinler sebebiyle olduğunu belirtmişlerdir [383]ibn Tey-miyye bu hususta şöyle der: "Cin çarpmış kimsenin {memsûs) diliyle, şeytan bilinmeyen, anlaşılmayan şeyler konuşur. Hatta orada olanlar­dan birinin kalbinden geçenleri anlatabilir. Bazen çeşitli, farklı dillerle konuşur. Ayıhp kendine geldiğinde ise hiç bir şey hissetmez..." [384] Böy­le bir duruma maruz kalmış birisi yaşadıklarını şöyle anlatır: "... Yaşadıklarımın nasıl gerçekleştiğini ben de bilmiyorum. Dilimden bir takım lafızlar dökülüyor. Daha sonra insanlar, söylediklerimin kendi akılla­rından geçenlere uygun olduğunu söylüyorlar. Halbuki ben sadece sa­ğır bir alet durumundayım. Dilim niye hareket ediyor ve ne söylüyor bilmiyorum.'' [385] Mevlânâ da Meb <\ inde bu duruma şu beytleriyle işaret eder:
Cin taifesi insana musallat olursa o insandan insanlık sıfatı kaybolur. O kimse ne söylese, o sözleri cin söylemiştir.
Bu haldeki kimsenin benliği zail olur, cin onun hüviyeti yerine geçer. Bakarsın Arapça bilmeyen bir Türk fasih Arapça konuşur. Tekrar kendine gelince bir tek kelime bilmez. [386]
Hatta cinlerin, Allah'ın onlara verdiği kabiliyet sayesinde, istedik­leri şekle girebildikleri, Asr-ı saadette bunun örneklerinin yaşandığı da anlatılmaktadır. [387] Cebeci, bu tür şeyleri uzak görerek kabul etmek is­temeyenlere cevap mahiyetinde şunları söyler: "Artık günümüzde biz. röntgen ve ultraviole gibi ışınların, gözümüzle görmediğimiz halde, in­sanın bir tarafından girip bir tarafından çıktığını inkâr edemediğimize göre, şeytanın da insanın içine nüfuzunu imkânsız bir şey olarak gör­mememi? gerekir" [388]
Bu konuyla alakalı kitaplarda bedene giren cinne neler okunaca­ğı, naşı! hitap edileceği (çıkması vs.) ve neler sorulacağı (niçin girdiği vs.), hatta cinnin bu sorulara karşılık, verdiği cevaplar anlatılmakta­dır. [389] Balî, messin kısa veya uzun süreli olan, bedenin tümüne veya bir kısmına hakim olan çeşitleri olduğunu söyler [390]Bu konuda, 'Riba yiyenler, (kabirlerinden) şeytan çarpmış kimselerin bu vazi­yetteyken kalkmaları gibi kalkarlar' (Bakara, 275) âyeti ve Pey­gamber Efendimizin, "şeytan insanda kanın aktığı gibi dolaşır" [391] hadîsi bize ışık tuttuğu gibi, bu tür durumlarda O'nun tedavi maksatlı bazı uygulamalarından da bahsedilir. Rivayete göre, böyle birisini tedavi için peygamberimiz cinne hitaben "Uhruc aduvvallah ene Rasu-lullah" [çık Allah'ın düşmanı, ben Allah'ın elçisiyim!) diye hitap et­miş, bunun üzerine cin çıkmış ve o sahabî rahatlamış, daha sonra peygamberimiz onu önüne oturtmuş, su getirterek yüzünü mesh et­miş ve dua etmiştir... Bir defasında da çocuğundan şikâyette bulunan bir kadının çocuğu için yukardakine benzer bir hitapta bulunmuş­tur... [392] İndilerde de, Hz. İsa'nın, benzer bir şekilde, cinli bir çocuğu iyileştirdiği şöyle anlatılır: "Kalabalığın yanına vardıklarında bir adam isa'ya yaklaşıp, O'nun Önünde diz çöktü. Efendim dedi, oğ­lumun haline acı! Çocuk saralı ue çok acı çekiyor. Sık sık ateşe ya da suya düşüyor. Onu senin öğrencilerine getirdim, ama iyileştire-mediler. İsa, ey imansız ve sapmış kuşak dedi. Sizinle daha ne ka­dar kalacağım? Çocuğu buraya, bana getirin. İsa, cini azarlayınca, cin çocuktan çıktı, çocuk da o anda İyileşti. Sonra Öğrenciler tek başlarına isa'ya gelip, biz cini neden kovamadık? diye sordular. Isa, imanınız kıt olduğu için, karşılığım verdi..." [393]

i. Hipnoz Deneyleri (Hypnose)


Reenkarnasyon iddiasında bulunanların geçmiş yaşam konusunda kanıt diye ortaya koydukları şeylerin çoğu, hipnotize edilmiş kişilerden gelmektedir. Bu iddia sahiplerine göre, bu yolla geriye gidilerek, hip­noz halindeki kimsenin geçmişteki hayatı bütün ayrıntıları ile tesbit edilebilir, hatta bu insan ihtiyarlatılarak, ilerde başına gelecek olaylar da günü gününe öğrenilebilir! [394]
Bu iddiaların ne derece çürük olduğunu anlamak için hipnotizma hakkında birazcık bilgi sahibi olmak yeterli olacaktır: "Hipnoz, düşün­ce ve hayallerin gerçek gibi algılanması işlemidir. Üç faktör; doğuştan gelen ve biyolojik olduğu düşünülen bir yatkınlık, kişilik özellikleri ve motivasyon, hipnoz olabilirliği (hipnozibilite) belirler. İnsanların büyük çoğunluğu bu faktörlere bağlı olarak, en hafiften en derine kadar de­ğişen bir derecede hipnoz olabilirler. En derin hipnoz hali somnambu-lizm'dir (hipnoz altında uyur gezerlik)..." [395]
Hipnotik durumlarda bir takım rüyalar oluşturulup insanlar başka gezegenlerde dahi dolaştırılabilir. Bu rüyalar, olağan rüya halinde oiup bitenlerle tamamen benzerlik arzeder. Aralarındaki tek fark, hipnotik durumda deneğin bilincinin bir başkasının, yani deneycinin bilinci ile iletişim halinde olması ve oradaki öğeleri kendi uzantılanymış gibi kendine mal edebilmesidir. Bu nedenle hipnotizmacı deneğe rüyasın­da kullanacağı verilerden bazılarını verir. Bunlar hayaller, simgeler ola­bilecekleri gibi fikirler, reenkarnasyon hipotezleri de olabilir. Denek bunları simgesel hayallere dönüştürmekte gecikmez. Hipnoz denekle­ri kayıtsız bir şekilde, deneycilerinin telkinlerine âmâde durumdadırlar. Hipnoz sırasında dikkatin belÜ bir şeye yoğunlaşması sayesinde hip­noz olan kişi (süje) farklı bir bilinç durumuna girer ve verilen telkinle­ri aynıyla alabilir duruma gelir. Hipnoz, kişinin etkiye çok açık olduğu değişikliğe uğramış bir bilinçlilik halidir. Hipnoz altındaki kişi, almayı istediği ya da en azından reddetmediği, temel inançları ile çelişmeyen telkinleri alabilir. Telkin doğrudan ya da dolaylı olarak verilebilir. Ken­disini sorgulayan kimsenin en küçük bir imâsı cevap almak İçin yeter­lidir. Onu memnun etmek için büyük bir çaba harcar. Deneyci tarafın­dan verilen telkin, başlangıç noktasını oluşturur ve deneğin hayal gücü devamını getirir. Telkin, süjenin bilinç dışı, daha önce yaşadığı, okuduğu ya da seyrettiği şeylerden oluşan birikimine göre şekillenir. Örneğin, hipnoz altındayken o sırada bir bahçede olduğu telkin edi­len süje, kendisini gerçekten bir bahçede gibi hisseder ve beş duyu or­ganıyla o bahçeyi algılayabilir; yani bahçeyi zihinde görür (imajinas-yon), çiçek kokularını ve kuş seslerini duyabilir. Sadece bahçede oldu­ğu söylenen süjenin zihninde çocukluğunda ya da filmlerde vs. gördi'-ğü birikimlere göre bir bahçe canlanır. Ona bir hayvan olduğu dahi telkin edilse, o hayvan gibi davranabilir. Hipnotizmayla uydurma bir ateş edilme gecesine götürülen bir kişinin belleğine, bu olayda ateş seslerini duyduğu anısı yerleştirilebilmektedir. Bir deneyde 13 yaşında bir kız uyutularak bir koluna iğne batırıldığı halde bunu hissetmemiş, fakat diğer kolu telkinle fevkalade hassas bir duruma getirildiğinden, yalnızca iğne ucuyla dokunulmasına rağmen, müthiş bir acı duymuş­tur. Başka bir deneyde ise sağlam bir adam telkinle kötürüm hale so­kulmuştur. Ayaklan tutmayan bu adam, ancak tekrar uyutulup yapılan ikinci bir telkinden sonra kendine gelebilmiş ve tekrar yürüyebilmiştir. Denek uyandığında, normal bilincinde söylediklerinden hiç bir hatıra bulunmaz. Bu örneklerde olduğu gibi, hipnoz altındaki süjeye "geçmiş hayatına döndüğü"' ya da "doğumdan öncesine gittiğinin söylenmesi" de reenkarnasyon telkinidir ve zaten bu beklenti ile hipnoz olan ya da en azından buna karşı gelmeyen süje, bilinç dışının, fantezilerinin ya da hipnozla daha da güçlenen hayal dünyasının yardımıyla bu doğ­rultuda bazı şeyier yaşamakta olduğunu hisseder ve bu yaşantıyı beş duyu organıyla gerçekmişçesine algılayabilir. Yapılan araştırmalar, yüksek oranda hipnotize edilebilen kişilerin genelde uydurmaya eği­limli olduklarını göstermiştir. Bu yüzden mahkemelerde, hipnotizma yoluyla elde edilen kanıtlar geçerli kabul edilmez. İşte sonuçta reen-karnasyonculann kuramlarının lehine olarak getirebilecekleri ve haki­katte hiç bir bilimsel değeri olmayan bu deneysel kanıtın (preuve ex-perimentale) yani sözde geçmiş yaşamların temaşasının mahiyeti bun­dan ibarettir. [396]
Hipnotik durum normal olarak hareketsiz kalan bütün hatıra tür­lerinin hareketlenmesini kolaylaştırır. Bunlar, okunmuş olan kitapların, seyredilmiş filmlerin veya dinlenilmiş olan radyo ve TV programlarının unutulmuş hatıralarını kapsayabilir. [397] Nitekim bu şekiide uyutulan bir kadın, kendisini XIV. asırda Hindistan'da yaşamış Sumandini adlı bir kadın sanmış, deneyi yapan, daha sonraları şehrin eski bir deposunda tozlar içinde, L'Histoirede L'înde isimli bir kitapta, süjenin uykusun­da söylediği vakaların mühim bir kısmına rastlamıştır. [398] Bu tür hatırla­malar, bir hayata duyulan özlemin veya okunup etkisinde kalınan, hay­ran olunan bir şahsiyetle özdeşleşmenin bir sonucu da olabilir.
Venn, Hipnoz deneylerinden yola çıkılarak yayımlanmış çok sayı­daki kitap ve deneylere ilişkin şu eleştirilerde bulunur:
1. Çoğunlukla bu yazarlar, profesyonel dergilerde hiç bir yazı ya­yınlamamıştır. Eğer böyle yapmış olsalardı, kendi fikirlerini eleştiriye tabi tutmuş olacak ve bunun sonucunda bulguları gözden geçirilecek ve olaylardan bazıları çürütülecekti.
2. Çok defa bu yazarlar hipnozdaki çağdaş teori ve araştırmalar­dan habersiz görünüyorlar. Gözledikleri fenomenlerin açıklamaların­da, telkin edebilmeler, kişilik çözülmesi, role bürünme, çekincenliğin kaybolması, hipnotizörü mutlu etme isteği göz ardı edilmiştir.
3. Bir çok yazar, bu regresyonların dramatizasyonundan etkilen­miş ve tarihsel gerçeği yeterli bir şekilde araştırmaksızın, bunları doğ­ru sözler diye kabul etmiştir.
4. Geçmiş yaşam kimliğini teyid etmek üzere bir girişimin yapıldı­ğı olayların çoğunda, sadece bir veya iki pozitif bilgi verilmiş ve hiç bir negatif bilgi verilmemiştir. Bu yazarlar Stevenson örneğini takip etme­mişlerdir. Bilindiği üzere Stevenson, hem pozitif hem de negatif veri­yi sunmuştur. Eğer sadece pozitif bulgular sunuîursa, her olay inandı­rıcı görünebilir.
5.  Bu eserlerde istatistik! ve mantıkî hatalar vardır.
6. Olayların çoğu, süjelere nisbeten yapay bir ilişkiye dayanır. Ör­neğin, VVambach, celselerini grup çalışması şeklinde gerçekleştirmiş, olayların sadece 11'inde açık tutarsızlık kanıtı göstermiştir. Daha kap­samlı görüşmeler yapsa, belki de daha çok tutarsızlıklar bulabilirdi.
7. Bu yazarların celseleri esnasında kullandıkları üsiup, daha ön­ce var olmayan geçmiş yaşam fantezilerini kolaylıkla teşvik ediyordu. Bunun güzel bir örneği, Bernstein'in (1956) Bridey Murphy'yle ger­çekleştirdiği celsedir. Araştırmacı süjesini bîr yaşma kadar geriye gö­türüp, ona şöyle diyor: "Daha da geriye gidebilirsiniz. Zihinde geriye gitmeye devam etmeni istiyorum. Şaşırtıcı, acayip görünmesine rağ­men, hafızanda başka görüntülerin de olduğunu göreceksin. Hafızan­da çok uzaktaki yerlerden diğer görüntüler de var... Birazdan seninle tekrar konuşacağım. Zihnin başka bir görüntü yakalayana kadar gi­derken ve kendini başka bir görüntünün içinde, değişik bir yerde, de­ğişik bir zamanda bulduğunda ve ben seninle yeniden konuştuğumda, sen de bana onu anlatacaksın."
Bu kandırmacaya reaksiyon olarak eğer bir süje, geçmiş yaşam hikâyesi geliştirmişse, bunda şaşılacak bir durum yoktur. Dethtefsen, Wambach ve diğerleri tarafından verilen talimatlar aynı şekilde yön­lendiricidir. Dethlefsen süjelerini embriyo aşamasına kadar geriye gö­türüp, şöyle demiştir: "Lütfen daha geriye gidelim. Daha kesin olarak görüntüieyip tarif edeceğin bir olayla karşılaşana kadar geri gidelim!" Günümüzde daha az emredici bir yaklaşım, reenkarnasyon hipotezini ispatlamaya yardımcı olamaz.
8. Negatif veriler keşfedilmiş, yayınlanmış ve daha sonra da göz ardı edilmiştir. Montgomery 1968'de genç bir kadının olayında bir sü­rü negatif yönleri ortaya koymuştur. Bu genç kadın, hipnoz altında, XIX. yüzyıldaki Sacremento Toplantısındaki metni yazanlardan biri olduğunu iddia etmiştir. Araştırma, bu adamın varlığı konusunda bir kanıt bulamamıştır. Toplantı onun kaydını içermiyordu. Hipnozda ve­rilen isimlerin hiçbirinin izine rastlanmamıştı. İş yerlerinin yeri bulun­muyordu. Gömme merasimi kaydı yoktu. Buna rağmen Montgomery bu olayı, reenkarnasyon hipotezini destekler bir şekilde sunmuştur. Sebebi de, görünüşte bu hipnotik tecrübelerin canlı ve yoğun olması­dır. Eğer daha çok araştırılabilse, olayların çoğunun anlamsız olduğu anlaşılabilirdi... Sonuç olarak Venn, tamamen araştırılmış tek bir ola­yın, binlerce süje ile yapay irtibata dayanan araştırmalardan daha so­nuca götürücü olduğunu söylemektedir [399]
Sözde geçmiş yaşamlarına götürülen insanların, o anki kişilikleriy­le asıl kişilikleri arasında, psikolojik huylar bakımından sadece yüzde 23'lük bir benzerlik bulunmuştur. Burada şöyle bir itiraz yapılmakta­dır: Eğer Öteki benlik Önemli derecede farklıysa, o zaman hangi an­lamda ölümden sonra yaşamış olmaktayız? [400]
Yine hipnoz edilen bir grup insanın, birbirleriyle uyum içinde olan hikâyeler anlatmaları, benzer şehirlerden ve binalardan bahsetmeleri, bazı araştırmacıları bu tür olpyların Cari Jung'un öne sürdüğü kollek-tif bilinçaltı doğrultusunda açıklama yapmaya yöneltmiştir. Jung, bü­tün zihinsel görüntülerin koliekiif bir havuzda toplandığını, bizim de­rin bîr İç düzeyde buna zihinlerimizi daldırıp, resimlerimizi ve sembol­lerimizi buradan çıkardığımızı iddia etmiştir... [401] Jung bütün insanlarla paylaştığımız içgüdüleri, alışkanlıkları ve davranış kalıplarını içerdiğini iddia ettiği bu bilinçaltına ulaşabileceğini düşünüyordu. Ancak bu yo-İu asla bulamadı. [402] Mann bunun sebebini şöyle açıklar: "Çünkü bu büyük bilgi, deneyim ve anlayış ansiklopedisine ulaşmamız ya engellenir, ya ulaşım yolu çok bulanıktır ya da bu olay nadiren gerçekleşir. " [403]Çok kişüilik, kehânet, genetik beilek de bu konular hakkında çözüm Önerisi olarak sunulmuştur. [404]
Hipnoz halinde olan bir insana cin musallat olması ve uyutulan İn­sanın cin vasıtasıyla konuşturulması da muhtemel görülmektedir. [405] Bunu normal bir uykudaki kimsenin şeytanî rüyalar görmesine benze­tebiliriz.
Reenkarnasyon taraftarları normal rüyalarda da insanların geçmiş yaşamlarına ait şeyler gördüklerini iddia etmekte ve bu konuda da çe­şitli hikâyeler anlatmaktadır. [406]

j. Spirtizma Yoluyla Elde Edildiği Söylenen Tecrübe­ler:


Bir takım özel metodlar kullanarak, öîmüş kimselerin ruhlarıyla ir­tibat kurduklarını ve onlardan dinî ve dünyevî konularda tebliğ adını verdikleri çeşitli mesajlar aldıklarını söyleyen, ruhçuluk, tahdîr-i er­vah olarak da isimlendirilen ve günümüzde bir takım çevrelerce ade­tâ çağdaş bir din olarak takdim edilen bu akım, hakikatte yeni olma­yıp, kökü çok eskilere dayanır. Eski Hind'de, Mısır'da, Çin'de, Yunan­lılarda ve Romalılar'da bu akımın olduğu söylenmektedir. [407] Ancak geçmişte yapılanlara daha çok cincilik, cindarlık, hüddâm ilmi denmiş­tir. Ruh çağırmayla hüddâm ilmi arasında önemli bir fark olduğu be­lirtilmektedir. Buna göre, ruh çağırmada cinlerle temasa geçenler on­lara mahkûm durumdadır. Hüddâmcılıkta ise aksine, genelde insan ci­ne hâkimdir [408]Günümüzdeki ruhçu çevreler ise ısrarlı bir şekilde cin­leri ağızlarına almaktan kaçınmakta ve ruh adını verdikleri şeylerin ha­kikatte cinler olabileceğini düşünmek dahi istememektedirler. Bu konuda Papus'un cinleri kasdederek söylediği, varlıkları ispatlanmadı­ğı sürece ruhları bu işin içine sokmamak gerekir şeklindeki sözünü daha önce nakletmiştik. Günümüz parapsikologian arasında da cinle­rin pek popüler olmaması [409]bu tür olayların açıklanmasında zorluk­lara ve yanlış değerlendirmelere neden olmaktadır. Böylece şeytan, kendi varlığını inkâr ettirerek de insanları daİaîete sürüklemektedir.
Guenon, spiritlerin bu konudaki kararlılıklarını (inat da diyebiliriz) şöyle anlatır: "Şayet spiritler Lüsifer [410]ya da Şeytan imzalı bir tebliğ alsalar dahi, bunun şakacı bir ruhun işi olduğunu düşünürler. Zira şey­tanın varlığına inanmazlar ve bu yadsımaları gerçek bir kesinlik taşır. Onlara şeytandan söz edildiğinde, sadece küçümsenmek değil, fakat daha çok bir kızgınlıkla karşılaşmak söz konusudur... Gerek spiritlerin, gerekse okültist ve teozofistlerin, şeytanın varlığına ilişkin, sayısız yad­sımaları vardır. Kardec. şeytanın, kötülüğün istiareli bir biçimde kişi-İeştirilmesinden başka bir şey olmadığım söyler. Bu akımların etkisiy­le, bugün Batı'da pek çok rahibin dahi, şeytanı sadece bir simge ola­rak gördükleri söylenir." [411] Guenon, ruhsal tebliğlerin pek çok ahlakî öğelerle, teselli ve moral verici yüksek ve güzel şeylerle dolu olduğu iddiasından hareketle, bunların şeytan sözü olamayacaklarını söyle­yenlere şu cevabı verir: "... Şeytan tannbilimci olabildikten sonra, haydi haydi ahlakçı da olabilir. Bu, Önceki kadar zekâ da gerektirmez. Hatta, burada onun kılık değiştirerek insanları daha iyi aldatıp onlara yanlış öğretileri öğrettiği bile düşünülebilir. Sonra bizce bu teselli edi­ci ve moral verici öğütler en aşağı düzeydendirler ve bunları yüksek ve yüce bulmak için gözlerin bazı ön yargılarla körelmiş olması lazım­dır..." Guenon daha sonra, hem bu cevabın bir devamı hem de sipi-ritlerde görülen ahlak dışı davranışlardan haber vererek şöyle devam ediyor: "Ahlak hayranlarının, şayet iflah olmaz bir tarafgirlikle gözie-ri kararmamışsa, spirit çevrelerde olup bitenlere bir göz atmaları hoş-İarına gitmeyecek pek çok şey görmeleri için yeterli olacaktır. Bu çev­relerde bulunmuş olan bazı kişilere göre, bu çevrelerin iç yüzleri çok kirlidir... Eğer isteseydik, Amerika, İngiltere, Hindistan ve Fransa'da yapılan karanlık materyalizasyon celselerinde olup biten her tür deh­şetengiz olayları ayrıntılarıyla anlatabilirdik..." [412] Bir başkası, spirit cel-selerindeki bir takım hoş olmayan ahlak dışı davranışlara değindikten sonra şöyle diyor: "Bunlar bir spirtizm ve psişizm mucizesinden çok bir erotizmi ifade ediyor. Bence, gerçekten ruhlar gelmiş olsalardı, başka türlü davranırlardı." [413] Tüm bu anlatılanlar, ruh çağırma celsele­rine gelenlerin daha önceleri yaşamış insanların ve büyük zatların ruh­ları olmayıp, şeytanların işi olduğunu teyid ediyor.
Ruhçuluğa Göre Kur'ân Öğretisi adlı eserin yazarı Çaycı'nın Kur'ân'da geçen cin kelimesine yaklaşımı da oldukça ilginç olup, bu kelimeye karşı duyduğu antipatiyi gözler önüne sermektedir. Şöyle di­yor: "Cin sadece bir kelimedir. Tüm kelimeler gibi, bir sembolden iba­rettir. Gökten inmemiştir. Bir ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıkmış, başka bir deyimle bulunmuş ya da uydurulmuştur. Bu kelimenin yeri­ne istediğiniz başka bir kelime veya işareti kullanınız. Kur'ân'da cin kelimesinin kullanılış yeri ve biçimlerinden, yeryüzünde dahi, henüz bizim beş duyumuzla açıkça görüp farkedemediğimiz ve esasen far-ketmemiz de gerekmeyen başka buutlar/boyutlar ve bu boyutların içi­ce oluşturduğu alemlerde yaşamakta olan insandan başka zeki varlık­ların da bulunduğu anlaşılmaktadır." [414] Onbulak'da şu ifadeleriyle bu tür varlıkları kabul etmediğini belirtiyor: "Peri, cin ve şeytan diye ayrı bir takım varlıklar mevcut değildir. Bunlar meleklerin aksine, tekâmül­lerini ikmâl etmemiş, dünya hayatlarına, yaşadıkları yerlere bağlı kal­mış, kinlerini ve intikam hislerini unutmamış bir takım geri varlıklar­dır. Âhirette hem melekler hem de şeytanlar bulunmaktadır. Fakat bunlar, insan varlıklarından fazla bir şey değillerdir. Vaktiyle hepsi in­san olarak dünyada yaşamışlardır. Bir kısmı geri kaldıklarından, şey­tanlık derecesine sükût etmişler, diğerleri ise, tekâmül ettiklerinden melekliğe yükselmişlerdir." [415]
Bu akım (Ruhçuluk), Batı'da milyonlarca insanı etkilemiş, bir ta­kım büyük âlimler dahi bu akıma kapılmıştır. Bu konuyu işleyen ve yaymaya çalışan yüzlerce dergi ve gazete yayın hayatına atılmıştır. [416] Hatta, İslâm alemine de etki etmiş ve bazı ciddi alimlerce kabul gör­müştür. Ferid Vecdî, Dâiretu'l-Maarif''inde savunduğu gibi, Cevheride tefsirinde bu akımı Kur'ân âyetleri ışığında ele almaya çalışmakta­dır. Ona göre, bu ilim kanalıyla ruhlardan elde edilen bilgilerle İslâm hakikatleri daha açık bir şekilde ortaya çıkacaktır. [417]
Ölmüş kimselerin ruhlarıyla görüşülüp görüşülmeyeceği, İslâm alimleri arasında tartışmalı bir konudur. Burada, bu geniş konuya gir­meyeceğiz. Ancak, ruhlarla görüşmek mümkünse, bunun yolu her halde karanlık odalarda, garip araç gereçler vasıtasıyla olmasa gerek­tir. Bu konuda tecrübeli olan ve ruh çağırma celselerine katılan bazı âlimler, geldiğine inanılan şeylerin cin ve şeytanlar olduğunu anlamak­ta gecikmemişlerdir. Meselâ Arap âleminde eserler vermiş olan Ah-med el-Beyanunî ve eş-Şeyh Yasin bunlardan olup, birincisi uzun tec­rübeler sonunda bu işin bir yalan ve aldatmaca olup, şeytanların oyu­nundan başka bir şey olmadığını belirtmiş, ikincisi ise başından geçen şu olayla bu işin ne derece tehlikeli bir oyun olduğunu özetlemiştir: "Ben, bizzat, SOO'den fazla ruh çağırma celsesi gerçekleştirdim... Bir defasında bir rûh gelerek, ben Ahmed ei-Bedevî'nin ruhuyum dedi. Bir başkası, ben Hüseyn b. Alî'nin ruhuyum dedi. Bir defasında da bir rûh gelerek, ben vahiy meleği Cebrail'im dedi. Bu konuşmalardan an­ladım ki, bu sözlerin hepsi boş ve asılsız şeylerdir. Ve gelenler ancak, cin ve şeytanlardır." [418] Kırca, bu ihtimali daha kuvvetli ve dinî anlayı­şa daha uygun bularak şeytan ve taifesinin ruh çağırma ve hipnoz se­anslarını elbette en iyi biçimde değerlendirmeye çalışacaklarını belir­tir. [419] Ahmed Emin de, bir takım cinlerin insanları dalalete düşürmek için, onların İsteklerini yerine getirmeye çalıştıklarından bahsederek bu tehlikeye işaret eder. Emin, bu tür zarar ve tehlikelerinden dolayı, rûh çağırmanın İslâm dininde büyük günahlardan sayıldığını söyler. [420]
Şu âyetlerde cin ve şeytanların zararları belirtildiği gibi, bu tür iş­lere de işaret edilmiş gibidir: ;iDe ki Rabbim şeytanların kışkırt­malarından sana sığınırım. Onların yanımda bulunmaların­dan da sana sığınırım' (Mü'minûn, 97-98), "İnsanlardan bazı erkekler cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da, onlar da onların azgınlığını artırırdı' (Cin, 4)
Şeytanların insanları dalalete düşürmede kullandıkları metodlarm başında, rûh çağırma seansları vasıtasıyla, kendilerini büyük bir zatın ruhu olarak takdim edip, daha sonra çeşitli yanlış bilgiler vermeleri, bu arada reenkarnasyonun bir gerçek olduğunu bildirmeleri gelir. Bu akımın dinlere, İslâm'a, Kur'ân'a, peygamberlere, meleklere, kadere, cennet ve cehenneme müslümanların inandığı tarzdan çok farklı bir bakış açılan vardır.
Ruh çağırma seanslarında geldiği söylenen şeylerin, ölülerin ruh­ları değil de, cinler olduğunu veya medyumların, ruhlarla görüşüyoruz diyerek çeşitli hilelerle insanları aldattığını söyleyenlerin ileri sürdükle­ri çeşitli deliller vardır.
İnsanın rûh dünyası hala keşfedilmemiş bir muamma olarak önü­müzde durmaktadır. Günümüzde ruhun bedenden sıyrılarak uzak yer­lere gidip bilgi alması hakkında çeşitli deneyler yapılmıştır. Medyumla çalışan dezankerne zihinlerin, kitaplıkta duran bir kitaba giderek, onu kapalıyken okuyarak, doğru bilgiyi medyum aracılığıyla iletmek üzere geriye döndüğü söylenmektedir. Keza, dezankarne zihinlerden geldi­ği düşünülen ifadelerin, ölmüş kişilerden gelen haberlerden çok, dün­ya dışı algılamadan (telapati) dolayı olduğu önerisi çokça taraftar bul­muştur. [421] Ayrıca, bu tezahürlerin medyumun kişiliğinin bastırılmış yönleri, genetik hafızanın daha derin düzeyleri veya henüz bir açıkla­ması bulunmayan bir fenomen olabileceği de söylenmiştir. [422]
Buraya kadar anlattıklarımızdan şu sonucu çıkarabiliriz: Naklî de­lillerinde olduğu gibi, reenkarnasyonu savunanların ileri sürdükleri tecrübî delilleri de bir hakikate dayanmamakta, güvenilirlikten uzak olup bilimsel bir nitelik taşımamaktadır. Mann'ın da belirttiği gibi, günümüzde bir çok İnsanın yeniden doğuş kavramını bilimsel yöntemler­le açıklamaya ya da modernleştirmeye çalışmışlar ama pek başarılı olamamışlardır. [423]

Iı. Akli Deliller


Reenkarnasyonu savunanların aklî (felsefi) delil olarak ortaya kcy-dukları iddialarının başında, reenkarnasyonun ilahî adaleti gerçekleş­tirdiği, -onlara göre- bu dünyada görülen adaletsizliklere tam bir çö­züm olduğu iddiasıdır. Bu iddiaya göre, reenkarnasyonu hesaba kat­mazsak, sosyal hayat büyük bir haksızlık haline gelir, küçük çocuklar arasındaki eşitsizlikleri, sakatlıkları vs. anlayabilmek zorlaşır. Reenkar-nasyon inancına göre ise, -sözde- bu adaletsizlik giderilmiş olacaktır. Çünkü, geçmiş hayatı sırasında kötü hareket etmiş birisi daha sonra­ki bir hayatında cezalandırılacak, böylece adalet yerini bulacak, yani herkes kendi kaderini kendisi belirleyecektir.[424]
Varlıklar arasındaki farklılıklara bu tarzda yaklaşım, geçmişte de tenasüh inancına kapı aralamıştır. Nitekim, Ebu'l-Kâsım el-Belhî şöy­le der: Tenâsühçüler, çocukların, yırtıcı hayvanların ve diğer hayvan­ların karşılaştıkları elemleri ve sıkıntıları görünce, bunların bir imtihan vesilesi ve başka hikmetleri olabileceğini düşünmeyip, ancak daha ön­ceki hayatlarındaki günahlarının bir sonucu olduğunu söylemişlerdir. [425]
Ailen Kardec bu konuda şöyle diyor: "Ruhlar doğuştan ya eşittir­ler ya da eşit değildirler. Eşitseler, bu çeşitli eğilimler niçin? Eşit değil-seler, o zaman da Tanrı onları öyle yaratmış demektir. Fakat niçin ba­zılarına doğuştan bir üstünlük vermiştir? Böyle taraf tutmak onun ada­letine ve tüm yaratıklarına karşı duyduğu eşit sevgiye yakışırmı? Ter­sine, tekâmüle yönelik bir geçmiş varoluşlar sürecini kabul ettiğimizde İse, her şey açıklanmış oluyor. İnsanlar doğarken, edinmiş oldukları eğilimleri de beraberlerinde getirirler. Geçirdikleri yaşam sayısına gö­re, çıkış noktasından az ya da çok uzaklaşmış olmalarına göre, az ya da çok tekâmül etmişlerdir... Tanrı, adaletinde ruhları birbirlerinden farklı tekâmül düzeylerinde yaratmamıştır. Ruhların geçirmiş oldukla­rı yaşam sayısıyla ilişkili -bizim eşitsizlik olarak gördüğümüz- az ya da çok tekâmül etmişlik en kesin bir hakkaniyettir."[426]
Kötülük problemine, ilk bakışta oldukça makul görünen, böyle bir izahın getirilmiş olması, bir çok batılı araştırmacıyı da etkilemiş görül­mektedir. Örneğin, Max Weber, bu doktrin hakkında şunları söyler: "Karma doktrini dünyayı tam anlamıyla rasyonel ve ahlaken sıkıca be­lirlenmiş bir sisteme, bir düzene dönüştürmüştür. O, tarih boyunca şimdiye kadar ortaya konulmuş en tutarlı teodiseyi temsil eder." [427] Arthur L. Hermann ise şöyle der: "Eğer Batı dünyası, kötülük prob­lemine makûl, mantıklı ve tatmin edici bir çözüm getirmek istiyorsa, Hinduizm ve Budizm'deki karma inancı ile ruhun bir bedenden diğe­rine geçmesi anlamına gelen tenasüh fikrini kendi düşünce sistemine kazandırmak zorundadır." [428]
Sorunu kökünden halleder gibi sunulan bu ve benzeri izahlar as­lında hiç bir açıklama getirememekte, problemi çözmeden, olduğu gi­bi yerinde bırakmaktadır. Burada, bu iddiada bulunanlara şu soruyu yöneltmek yerinde olacaktır: Sonuçta ruhlar birbirlerinden farklı değil mi?! Bu farklılık neden kaynaklanmıştır? Tanrı adaleti gereği ruhları eşit yarattı ise, bu farklılık neden ve nasıl olmuştur? İşte bu soruya re-enkarnasyon taraftarları tatminkâr bir cevap verememektedir.
Guenon, onların bu iddialarının boş ve aldatıcı olduğunu İfade edi­yor. Ona göre, başlangıçta bu insanların eşit olmadıklarını kabul eder­sek, onların sorumlu olmadıkları bir eşitsizliği ve bunun sonuçlarını peşinen kabullenmiş oluruz. Yok eğer başlangıçta eşit idiler diyorsak, tekâmüllerinin bir anında eşitsizliklerinin başladığını söylememiz gere­kir. O zaman da, bu eşitsizlik neden başladı, sorusu gündeme gelir. Eşitsizliği ortaya çıkaran farklı davranışlarının neden kaynaklandığı so­rulur. Şayet insanlar baştan beri tam olarak eşit olsaydılar her açıdan birbirlerine benzer olurdular ve bu durum hiç bir zaman bozulmazdı. Eşitsiz hale gelebilmişlerse, bu, açıkça eşitsizlik oluşturabilmek imkâ­nının kendilerinde bulunmakta olmasından dolayıdır ve bu imkân on-lan en baştan beri, en azından gizli olarak eşitsiz haie getirmeye ye­terliydi. Böylece, güçlük yok edilmek İstenirken sadece geriye çekilmiş oluyor ve sonuçta sorun olduğu gibi cevapsız bir şekilde ortada duru­yor. Gerçekte sorun yoktur, sorunun kendisi bir yanılgıdır... Bu tutum, örneğin tamamen anlamsız bir biçimde, neden falanca hayvan türü­nün bir diğer hayvan türüyle eşit olmadığını kendi kendine soran bir adamın tutumu kadar aptalcadır. Bu göreli bakış açısı bir tarafa bıra­kılacak olsa, artık bu tür şeylerde haklılıktan veya haksızlıktan söz et­meye gerek kalmaz... Bir varlık bir diğerinden hiç farklı olmasaydı, o zaman o kendisi olmazdı, diğer varlık oiurdu. Bir varlık çoğulluğunun olması, zorunlu olarak bu varlıkların aralarında farklılıkların da olma­sını gerektirir. [429]
Yitik de, bu konuda benzer eieştiriler yönelterek karma inancının kötülük problemine yani. insanlar arasında -zahirde görülen- adalet­sizlik ve dengesizliklere tatmin edici bir izah getirip getirmediğini şöy­le değerlendirir: "... Bize göre, görünüşte makûl ve tatmin edici olan böyle bir izah tarzı, başlangıçtaki eşitsizliği açıklayamadığı sürece, kö­tülük problemine nihaî bir çözüm olmak şöye dursun, onu daha fazla bir belirsizliğin içine sürüklemektedir. Eğer, karma inancının öngördü­ğü gibi, varoluş sürecinde yer alan her varîık halkasmdaki formlar, içinde yaşanılan sosyal şartlar vb. ondan daha önceki varoluş formla­rında belirleniyorsa, İlk varhk formu neye göre ve nasıl belirlenmiştir? Şu anda değişik formlarda ve statülerde bulunan varlıklar ilk formları ve statüieri itibariyle ilk anda eşit durumda mıydılar? Eğer böyle İse, bu varlıklar arasındaki eşitlik niçin ve nasıl bozuldu? Görebildiğimiz kadarıyla bu ve benzeri soruları ne Hint kozmolojisi anlayışıyla ne de buna bağlı olarak ortaya atılan karma inancıyla cevaplayabilmek mümkündür. Çünkü Hint kökenli dinlerde âlem yaratılmış değil ezelî­dir. Ayrıca onun işleyişine yön veren karma da ezelîdir, yani başlangıç ve sonu yoktur... Bu durumda sonuç olarak denilebilir ki, karmık izah, varlıklar arasındaki farklılıkların nasıl başladığını açıklayamadığı süre­ce, iddia edildiği gibi, kötülük problemine nihaî bir çözüm olarak tek­lif edilemez." [430]
Reenkarnasyon taraftarları, dünyaya bir kaç saat gibi kısa bir müddet için gelip vefat eden çocukların durumunuda, kendi teorileri­ni destekler şekilde yorumlamaya çalışmaktadır. Buna göre bu çocuk­lar, dünya hayatından beklenen tekâmülü sağlayamadıkları için, müte­akip gelişlere lüzum ve zaruret vardır. [431] Aslında böyle bir iddiayla, sa­vundukları reenkarnasyon teorisiyle çeliştiklerini göz ardı etmektedir­ler. Çünkü insan, onların dediği gibi, dünyaya önceki hayatlarında yaptıklarının bir sonucu olarak geliyorsa, kısa zamanda ölmeyip, ya­şamını sürdürmesi gerekirdi. Tekâmül için geldiğine göre, niçin he­men ölmüştür?!
Reenkarnasyon taraftarları bütün ümit ve hayallerini bu teorinin sırtına yüklemişeesine, ondan akla gelmedik şeyler beklemektedir. Böylelerinden birine göre, insanlar gittikçe daha sağlam ve uzun ömürlü olmaktadır. Bu durum devam ede ede sonunda doğum ile ölüm arasındaki zaman açılarak, bu iki uç ortadan kalkacak, insan ölümsüz bir varlık haline gelecektir [432]
Yine reenkarnasyon taraftarlarına göre, her çocuk yeni bir ruh­la doğmuş olsa, öteki dünya aşın kalabalık olur[433]Öyle anlaşılı­yor ki, bu iddia taraftarları âhireti çok küçük bir âîem olarak tasavvur ediyorlar. Bu güiünç iddiayla, herkes bedenleriyle diriltilecek olsa yeryüzünde toprak kalmaz diyerek cismanî haşrî inkâr eden bazı filozoflara benziyorlar.
Yine onlara göre enerji yok edilmeyip farklı şekillere dönüştüğü gibi, iç benliğimizin enerjisi de çeşitli biçimlerde var olmaya devam edecektir. Onlara göre İnsan hayatı, toprağa düşüp buharlaşma yoluy­la tekrar yükselip başka diyarlara düşen bir yağmur damlası gibidir. [434] Sanırız, enerjinin kaybolmamasını, hiç bir şeyin yok edilmemesini âhi-ret inancı daha iyi dile getirmektedir. Bir hardal tanesi veya tohum içindeki incecik iplik kadar, hatta havada uçuşan toz 2erresi kadar da­hi olsa hiç bir hayır ve şerrin zayi edilmeyeceğini bildiren âyetler[435]bu durumu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Görüldüğü gibî, tenasüh veya reenkarnasyonu savunanların aklî delillerinin de sağlam temelleri oİmayıp, aksine tutarsızlıklarla doludur.
Buraya kadar reenkarnasyonu savunanların iddialarını ve tenkid-lerini anlatmaya çalıştık. Geİecek bölümde ise tenasüh ve reenkarnas­yon aleyhindeki delilleri anlatmaya çalışacağız. [436]

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


TENASÜH VE REENKARNASYON ALEYHİNDEKİ NAKLÎ, AKLÎ, AHLAKÎ, TECRÜBÎ VE BİLİMSEL DELİLLER


I. TENASÜH ve REENKARNASYON OLMADIĞINI BİLDİ­REN NAKLÎ DELİLLER (ÂYETLER)


A. AHİRET HAYATININ ÇEŞİTLİ MERHALELERİNDEKİ DÜNYAYA TEKRAR DÖNÜŞ İSTEKLERİNİN REDDEDİLDİ­ĞİNİ BİLDİREN ÂYETLER


Kur'ân-ı Kerim'de, İnsanın yeniden diriitiîişinin kıyamet günü ola­cağı, İade tabirinden insanların kıyamet gününde tekrar diriltilmeleri-nin kasdolunduğu, bu diriltmenin bir defaya mahsus olduğu ve ölüm­den sonra tekrar dünyaya dönüşün asîa mümkün olmayacağı açıktır. Bu hususta pek çok âyet vardır. Bu âyetlerin bazısında Ölüm anında, bazısında mahşer yerinde hesap esnasında, bazılarında cehennemi gördükleri sırada, bazılarında ise, cehenneme girildikten sonra in­karcıların dünyaya tekrar dönme istekleri dile getirilmiş, hepsinde de bu isteklere red cevabı verilmiştir.  [437]

a. Ölüm Anında Dünyaya Tekrar Dönme İsteklerinin Reddedildiğini Bildiren Âyetler


Birinci durum, yani ahiret aleminin giriş kapısı hükmünde olan Ölüm anında dünyaya tekrar döndürülme İsteğinin reddedüişi çeşitli âyetlerde ifade edilmiştir. Bu durum şu âyette çok açık ve kesin bir şe­kilde dile getirilmiştir: "Nihayet onlardan birine Ölüm gelip çat­tığında der ki, Rabbim, beni seri gönderi Tâ ki, boşa geçirdiğim dünya hayatında iyi ameller işleyeyim. Hayır! O, söylediği boş bir laftan ibarettir. Onların arkalarında ise, yenîden diriltilecekleri güne kadar bir berzah [438] vardır" (Mü'mi-nûn, 99-100).
Bu âyet, dünyaya yeniden gelmenin olmayacağım açık ve kesin bîr şekilde ifâde ediyor. Nitekim İkbâl, "Kur'ân-ı Mubîn'de iyice açık­lanmış ve hiç bir fikir kargaşasına yer vermeyecek mahiyette olan üç noktaya dikkat etmemiz gerekir" dedikten sonra ikinci noktada: "Kur'ân-ı Kerîm'e göre bu dünyaya yeniden gelmek imkânsızdır. Bu husus aşağıdaki âyette gayet sarîh bir şekilde açıklanmıştır: ..." [439] diyerek, yukarda takdîm ettiğimiz âyeti zikretmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm dünyaya yeniden dönüş isteğinin boş bir laf oldu­ğunu ifâde ederken, tekid sadedinde "o, söylediği boş bir laftan ibarettir" [innehâ kelimetun huve kâiluhâ) buyurmuş, [440] böylece, Allah'ın böyİe bir va'di olmadığına ve bu yakarışın asla kabul görme­yeceğine işaret etmiştir.
"Onların arkalarında ise, yeniden diriltilecekleri güne ka­dar bir berza* vardır" ifâdesi de, onların diriltilecekieri güne kadar önlerinde bir berzah (dünyaya dönmelerine mani olan bir engel) [441] olup, böylece dünya hayatıyla âhiret hayatı arasında bir hayatta ola­caklarını, dünyaya dönemeyeceklerini belirtmektedir. "Naşı! ki ana rahminden çıkan bir çocuk, yeniden tekrar oraya dönemîyorsa, bu dünya hayatından çıkarak, kabir hayatına giden bir rûh da, oradan çı­kıp geriye tekrar dönemeyecektir." [442] Böylece bu âyetteki berzah keli­mesi, dünyaya tekrar dönüşün kesinlikle olmayacağını bildirmektedir.
Bu apaçık beyândan sonra, "bu âyet ruhun ayrıldığı bedene dön­meyeceğini ifâde ediyor, dünyaya dönmeyeceğini değil [443]veya, bu âyet "reenkarnasyonun olmadığını değil sürekli dünyaya geri gidip açığını kapatmak isteyenlerin bu isteklerinin reddedildiğine delildir" [444] gibi iddi­aların gerçeği yansıtmadığı açıktır. Çünkü âyette, ne eski bedene dön­me isteğine, ne de bu sözü söyleyenin dünyaya bir kaç defa geldiğine dâir bir işaret yoktur. Eğer bu istek dünyaya bir kaç kere geîen bir kim­se tarafından yapılmış olsaydı o zaman cevap olarak, defalarca dün­yaya gönderilmedin mi... gibi bir ifâdeyle söylenirdi... Nitekim buna benzer bir başka âyette, pişmanlığını diie getiren İnkarcıya şöyle cevap verilmiştir: "Size düşünüp taşınacak kimsenin düşüneceği ka­dar bir ömür vermedik mî?! Ve size bir de cehennemle uya­ran geldi" (Fâtır, 37). Bu âyette de, insana düşünüp taşınacağı ve .öğüt alacağı kadar ömür verildiğinden bahsedilmiş, fakat bir kaç kere dünyaya gelmekten bahsedilmemiştir. Bu âyet açıkça reenkarnasyonu reddettiği halde, dünyada 25 yıl kalanla 100 yıl kalanın bir sayıla­mayacağı, böyle bir şeyin Allah'ın adaletine uygun düşmeyeceği, [445] söylenerek tam aksine, reenkarnasyona delîl olarak sunulmaya çalışıl­mış, az yaşayan ve böylece öğüt almak için gerekli süreye ulaşamayan insanların tekrar dünyaya gönderileceği sonucuna varılmak istenmiştir.
Aslında böyle bir iddia, reenkarnasyon nazariyesine de aykırıdır. Çünkü, bu nazariyeye göre, dünyaya yeniden gelmenin sebebi kusur­lu, günahkâr insanların, kendi kusur ve hataları sebebiyle tekâmülleri­ni tamamlayamamalarıdır. Hem insana neden daha bu dünyadayken yeterli bir süre tanınmasın da dünyaya bir daha gelme İhtiyacı doğsun ki! Uzun bir ömür verilerek bir seferde bunu gerçekleştirme imkânı varken ömrü parçalara ayırmaya gerek var mıdır?
Ayrıca, hidâyeti bulma hususunda insanların durumu farklı farklı­dır. Bin yıl yaşayan bir kimse hidâyete erişemeyeceği gibi, bir kaç sa­atlik bir mükellefiyet zarfında hidâyeti bulup vefat etmek de mümkün­dür. Hidâyet için mutlaka belli veya uzun bir süre gerekmez. Her in­sana verilen Ömür, o insanın hidâyeti bulması için yeterli olabilir. Al­lah kimin ne kadar zamanda öğüt alacağını bilir, dolayısıyla ömürleri de ona göre takdir etmiş olabilir. Yukardaki âyet de, bu duruma işaret ediyor. Bu süre o insanın imtihan süresidir ve öğüt almak için yeterlidir. Uzun veya kısa olması önemli değildir. Hatta uzun olması aleyhe de olabilir. Keza, Allah'ın herkese imkânları ölçüsünde, yaşadığı şart­lara ve hayat müddetine göre muamele edip, hesaba çekeceği de mu-hakkaktir. [446] Hem böyle bir iddiaya göre, kıyametten az bir zaman ön­ce dünyaya gelenlerin durumu nasıl izah edilecektir?
Yukardaki âyetin benzeri olan başka âyetler de vardır: "Kendile­rine azabın geleceği ve kâfirlerin Rabbimiz bize birazcık müh­let ver de davetine uyalım ve elçilerine tabi olalım diyecekle­ri gün hakkında insanları uyar...' (İbrahim, 44) "... Rabbim be­ni yakın bir zamana kadar tehir etsen de sadaka versem ve sâlihlerden olsam" (Münafikûn, 10) âyetleri gösteriyor ki, böyle bir şey yoktur. Çünkü, reenkarnasyondan maksat, tekâmülü tamamlamak olduğuna göre, bu kimseye sâlihlerden olma fırsatı verilmeli değil miy­di?! Ancak, bu âyetin devamı olan diğer âyet, böyİe bir şey olmayaca­ğını kesin-bir dille reddediyor: "Allah, eceli gelmiş bir kimseyi as­la ertelemez...', Şu âyet de benzer manadadır: "Allah'ın belirledi­ği vakit geldiğinde artık ertelenmez' (Nuh, 4). Bu ifâdeler reen-karnasyonun olmayacağını çok kesin bir şekilde bildiriyor. Çünkü öl­mek üzere olan kimsenin eceli tehir edilmediğine, ek süre verilmediği­ne göre, öldükten sonra böyle bir şey asla kabul edilemez. Yani böyie bir İstek kabul edilseydi, ölmeden önce gerçekleştirilirdi.
Allah tarafından dünyaya tekrar dönmeye izin verilmediği gibi, in­sanların kendi istek ve çabalarıyla da böyle bir şeyin olmayacağı şu âyetlerle bildirilmektedir: Hele can boğaza dayandığı zaman, o esnada siz bakar durursunuz. (O anda) biz ona sizden daha yakınız ama görmezsiniz. Madem ki ceza görmeyecekmişsi-niz, onu geri çevirsenize! Eğer iddianızda sadık iseniz!' {Va­kıa, 83-87). Bu üslup, dünyaya tekrar dönüş olmadığım ifade etmek­te ve bu yöndeki ümit kapılarını kapamaktadır. [447]

b. Mahşerde, Hesaba Çekilme Esnasında Dünyaya Tekrar Dönme İsteklerinin Reddedildiğini Bildiren Âyet


Mahşerde, hesaba çekilme esnasında dünyaya tekrar dönme ar­zularının reddedilişi ise, şu âyette ifâde edilmektedir: "... Acaba şimdi bizim için şefaatçiler var mı ki, bize şefaat etsinler, ya da dünyaya geri gönderilsek de, yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapsak. Onlar kendilerine yazık ettiler ve uydur­dukları şeyler de kaybolup gitti" (Araf, 53). [448]

c.   Cehennem'i  Gördükleri Esnada  Dünyaya  Tekrar Dönme İsteklerinin Reddedildiğini Bildiren Âyetler


Cehennem ateşini gördükleri sırada dünyaya tekrar dönmek iste­meleri ve red cevabı almaları İse şu âyetlerde ifade ediliyor: "... Ya­hut, azabı gördüğünde, keşke bir kere daha dönme imkânım olsaydı da iyilerden olsaydım diyeceği günden sakının" (Zü-mer, 58), "Onların, ateşin karşısında durdurulup, âh! keşke dünyaya geri gönderilsek de, bir daha rabbimizin âyetle­rini yalanlamasak ve inananlardan olsak! dediklerini bir görsen! Hayır! daha önce gizlemekte oldukları şeyler (gü­nahlar) kendilerine göründü. Onlar dünyaya geri gönderilse-ler bile, nehyolundukları şeyleri mutlaka tekrar yaparlardı. Onlar kesinlikle yalancıdırlar' (En'âm, 27-28), [449] Bu âyetteki, "Onlar dünyaya geri gönderilseler bile, nehyolundukları şey­leri mutlaka tekrar yaparlardı" ifâdesi mevzûmuz açısından çok önemlidir. Çünkü bu ifâdeyle, faraza o insanlar dünyaya tekrar gelse­ler de yine aynı şeyleri yapıp, Allah'ın yasak ettiği şeyleri işleyecekİe-ri bildirilerek, insanların bu dünyaya neden bir kere daha gönderilme­diklerinin gerekçesi ve hikmeti beyân edilmiştir. [450]

d.  Cehennemide İken Dünyaya Tekrar Dönme İstekle­rinin Reddedildiğini Bildiren Âyetler


Cehenneme girdikten sonra, tekrar dünyaya dönmek için yalvar­malarına red cevabı almaları da şu âyetlerde dile getirilmektedir: "Rabbimiz bizi cehennemden çtkar, eğer bir daha döner­sek o zaman gerçekten zalimlerdeniz. Buyurdu ki, susun orada! Konuşmayın!..' (Mü'minûn, 107-108}, Rabbimiz bizi çıkar da yapmadığımız salih amelleri yapalım' (Fâtır, 37), "(Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah! keşke bir kere daha gitseydik de, şimdi onların (kötülerin) bizden kaçıp uzak­laştıkları gibi, biz de onlardan kaçıp uzaklaşsaydıkf İşte böylece Allah onlara, yaptıkları şeyleri pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar ateşten çıkacak değillerdir (Bakara, 167), "Keşke bizim için (dünyaya) bir daha dönüş ol­sa da, müminlerden olsak" (Şuarâ, 102). [451] "Ve yalvardılar ki, ey Mâlik, artık Rab bin bizim işimizi bitirsin! (ölelim!). O da, siz kalıcısınız dedi" (Zuhruf, 77). Bu son âyet, değü onların dünya­ya dönme talepleri, ölme arzularının bile yerine getirilmeyeceğini ve ölümsüz bir şekilde cehennemde ebedî kalacaklarını bildiriyor.
Görüldüğü gibi, bu dört durumda da, dünyaya tekrar dönmek is­teyen günahkâr ve inkarcıların bu istekleri kesin bir dille reddedilmiş, böyle bir şeyin olmayacağı açık bir şekilde belirtilmiştir. Dolayısıyla, bu apaçık âyetlerden sonra, bir takım tevillere girişmenin veya bazı âyet­leri aksi manalara hamletmeye çalışmanın çok yanlış bir davranış ol­duğu ortadadır.
Burada, dünyaya tekrar dönmek muhal olduğuna göre, neden böyle bir temennîde bulunmuşlardır? şeklinde akla gelebilecek soruya Merağî'nin ifadeleriyle şöyle cevap verebiliriz: Onların bu temennile­ri, ya böyle bir şeyin imkânsız olduğunu bilmemelerinden, ya da im­kânsız olduğunu bildikleri halde, aşın derecedeki pişmanlıklarını ifâde etmekten dolayıdır. Çünkü, olmayacak bir şey de temennî edilebilir. [452]
Burada şöyle de düşünebiliriz; onlar her ne kadar dünyaya tekrar dön­menin muhal olduğunu bilseler de, karşılaştıkları dehşetli durumlar karşısında başka hiç bir çareleri olmadığından muhal olduğunu bile bi­le bunu istemek durumunda kalmışlardır. [453]

B. Dünyaya Tekrar Dönüş Olmadığını Bildiren Diğer Âyetler


Yukardaki âyetlerin yanında dünyaya tekrar dönüş olmadığını açık bir şekilde ifade eden başka pek çok âyet vardır. Şimdi de Kur'ân-ı Kerîm'den bu hususta tesbit ettiğimiz bu âyetleri sunmaya çalışacağız.
'Onlardan önce nice kavimler helak ettiğimizi görmüyor­lar mı?! Onlar bunlara tekrar dönüp gelmezler' (Yâ-sîn, 31) âyeti, helak edilen insanların, daha sonra dünyaya tekrar dönmedik­lerini açıkça ifâde ediyor. Helak edilen kavimlerin kusurlu, tekemmül etmemiş insanlar olduğu düşünülürse, bu âyetin reenkarnasyon aley­hinde kuvvetli bir delîl olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bir başka âyette ise, bu manâda, Helak ettiğimiz bir karye ehline tekrar dön­mek haramdır" (Enbiyâ, 95) buyrularak, dünyaya dönüşün kesinlik­le olamayacağı haram tabiriyle tekidli bir şekilde bildirilmiş, [454] dünya­ya dönüş hakkındaki bütün ümit kapıları haramdır yani, yasaktır/ de­nilerek, böyle bir beklenti içinde olanların yüzlerine kapatılmıştır.
Nitekim, Allah dilerse, sizi götürür yerinize başkalarını getirir (İbrahim, 20), Sizi onlardan sonra halifeler yaptıkkî, nasıl amel edeceğinizi görelim" gibi âyetlerde öncekilerden (on­lar) sonra, başkalarının (siz) geldiği, ifâde ediliyor. Sonra sizi ölümü­nüzden veya helak edilmenizden sonra tekrar yeryüzünde halife­ler yaptık gibi bir ifâde kullanılmıyor.
Allah sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmez va­zıyette çıkardı" (Nahl, 78) âyeti de reenkarnasyon aleyhinde kuv­vetli bir delildir. Çünkü bu fikri savunanlara göre, insanın yeniden dün­yaya gelmesi tekâmül içindir. Tekâmülün olabilmesi için ise, önceki hayattaki birikimin mevcûd olması gerekir. Halbuki bu âyet böyle bir şeyin olmadığını, doğan çocukların hiç bir şey bilmez bir halde dünya­ya getirildiğini açık bir şekilde ifâde ediyor.
Cennetükler hakkındaki, "Orada (cennette) ilk Ölümden baş­ka ölüm tatmazlar" (Duhân, 56) âyetinde ölümün bir kereye mah­sûs olarak yaşandığı ifâde edilmiştir. Dolayısıyla bir kaç veya bir çok defa ölümü gerekii kılan reenkarnasyon bu âyetle de reddolunmakta-dır.
Vakıa sûresinin son âyetlerinde de, ölüm anındaki insanların du­rumu tasvir olunduktan sonra: "(Ölen kimse) eğer mukarrebîn-den ise... Eğer ashab-i yemînden ise... Ve eğer yalanlayıcı ve dalâlete düşmüşlerden ise..." (Vakıa, 88-94) buyrularak, öldük­ten sonra, insanların gidecekleri yerler sıralanmış [455] fakat bunlar için­de tekâmül etmemiş, günahkâr ve kusurlu kimselerin tekrar dünyaya döneceğinden bahsedilmemiş, bilâkis yalanlayıcı ve dalâlete düşmüş olanların yerinin cehennem olduğu bildirilmiştir: 'Ve eğer yalanla­yan ve dalâlete düşenlerden ise, ona kaynar sudan bir ziya­fet ve cehenneme giriş vardır" (Vakıa, 92-94).
Şu âyette de kıyametin kopup insanların amellerine göre grupla­ra ayrılmaları anlatılıyor: "Kıyametin koptuğu gün, insanlar bir­birlerinden ayrılırlar. İman edip salih ameller işleyenler cen­net bahçelerinde sevinç içindedirler. İnkâr edip, âyetlerimizi ve âhirete ulaşmayı yalanlayanlar ise, azaba maruz kalacak­lardır" (Rum,14-16). Görüldüğü gibi. bu âyetlerde de dünyaya dö-nüşden bahsedilmiyor.
Şu âyette de benzer bir tablo çizilmektedir: "Kim rabbinin hu­zuruna mücrim olarak gelirse, onun için cehennem vardır.... Kim de mümin olarak, salih ameller işlemiş vaziyette gelir­se, onun için de üstün dereceler vardır: İçinde ebedi kala­cakları, alt taraflarından ırmakların aktığı Adn cennetleri! İşte, nefsini tezkiye edenlerin mükâfatı budur!" (Ta-ha, 74-76). Görüldüğü gibi, insanın ölümden sonraki durumunu anlatan bu âyette de, cennet ve cehennem dışında başka bir yerden, dünyaya dö­nüşten bahsedilmiyor.
"Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürülürler"
{Ankebut, 57) âyetinde de tüm ölenlerin Allah'a döndürülmesinden bahsediliyor. Dünyaya değil.
"Allah insanları yaptıklarıyla muaheze etseydi, yeryüzün­de canlı bir varlık bırakmazdı. Fakat onları belli bir müdde­te kadar erteliyor. O müddetleri geldiğinde ise, ne bir ân ge­ri kalabilirler ne de öne geçebilirler" (Nahl, 61) âyeti de bu dün­yanın mücâzat mahalli olmadığım, insanların yaptıklarının karşılığını tam olarak, başka bir âlemde göreceklerini ifâde ediyor.
Hz. Yahya ve Hz. İsa hakkında zikredilen, "Doğduğu gün, öle­ceği gün ve diriltileceği günde ona selam olsun" (Meryem, 15), "Doğduğum günde, öleceğim günde ve diriltileceğim günde bana selâm olsun" (Meryem, 33) âyetleri de, insan için çok önemli olan üç günden bahsediyor, ancak tekrar dünyaya geleceği bir günden hiç bahsetmiyor.
Müşriklerin Hayat ancak dünya hayatımızdır. Ölürüz, ya­şarız, bizi zamandan başka bir şey helak etmez (Câsiye, 24) şeklindeki sözleri hakkında da, bazı müfessirler, bu sözleriyle inkarcı­ların, müşriklerin akîdesi olan tenasühü ifâde etmiş olabileceklerini söylemişlerdir [456] ki, Cenab-ı Hakk'ın onların bu görüşünü red maka­mında zikretmesi de tenasüh aleyhine bir delîl sayılabilir.
Sudan, beşeri yaratıp, onu akraba (nesep) ve hısım (sıhr) yapan O'dur..." (Furkân, 54) âyetiyle ifâde edilen, insanların akrabalık ve hısımlık (evlilik) bağlarıyla birbirlerine bağlanmış olmaları gerçeği de, reenkarnasyonu reddetmektedir. Çünkü, reenkarnasyon teorisine göre, insanın babası yarın onun çocuğu olarak tekrar dünya­ya gelmekte veya ölen bir çocuk, başka bir ailede dünyaya gelerek, -erkek olarak dönmüşse- kendi kız kardeşiyle, -kız olarak dönmüşse-kendi erkek kardeşiyle evlenebilmektedir! Böyle bir ortamda akraba­lık ve hısımlığın söz konusu edilmesi mümkün değildir.
Ayrıca yahudilerin dünyaya aşırı derecedeki düşkünlüklerini ifade eden, "Onlardan biri kendisine bin sene ömür verilmesini is­ter" (Bakara, 96) âyeti de reenkarnasyon olmadığını bildirmektedir. Aksi halde, bin sene ömür değilde, tekrar tekrar dünyaya gelme isteğinden bahsedilirdi. Âyetin devamı da bu hususta ayrı bir delildir. Çün­kü devamında "Fazla ömür verilmesi onu azaptan uzaklaştırı­cı değildir" buyrularak, reenkarnasyoncuların, dünyaya tekrar dön­mek suretiyle ömürlerinin uzatılmasının insanı terakki ettireceği iddi­ası yalanlanmaktadır. Çünkü, kimse böyle bir garanti veremez. Yani, fazla ömür tekâmülün garantisi değildir. Eğer böyle oisaydı, Allah bu­nu kulundan esirgemezdi.
Kur'ân-ı Kerîm'de kıyametin kopacağını, öldükten sonra dirilme­nin cismanî olduğunu, cehennem hayatının ebedî olduğunu ve kâfir­lerin cezasının affedilmeyeceğini bildiren pek çok âyet vardır. Tüm bu âyetler reenkarnasyonu reddetmekte, bir defaya mahsus olan bu dün­ya hayatının ölümle son bularak, artık ebedî bir hayatın başlayacağını bildirmektedirler. Meselâ. "Sonra sîzi yerden dirîlip kalkmak için bîr çağırışımızda birden kabirlerinizden çıkarsınız" (Rum, 25), "Bir de bakmışsın ki onlar kabirlerinden çıkıp rablerine doğru koşuyorlar'1 (Yâ-sin, 51) gibi âyetlerde dirilişin kıyametin kopmasından sonra, kabirlerden çıkmak suretiyle olacağı, böylece ru­hun başka bir bedene intikal etmeyeceği açıkça ifade edilmiştir. Ben­zer âyetlere bu konunun girişinde işaret etmiştik. Böylece bu tür âyet­ler reenkarnasyon olmadığının açık delilleridir. Çünkü, reenkarnasyon teorisi, bu inançlarla ters düşmektedir. Bu yüzdendir ki, bu teoriyi ka­bul edenler, cismanî dirilişi kabul etmezler. [457] Cehennemin ebedî olma­dığını iddia ederler. Meselâ, bunlardan Deniş, ebedî cehennem görüşünün haksız yere Hz. İsa'ya mal edildiğini ve günümüzde artık böyle bir düşünceye yer olmadığını söyler. [458] Bu düşünceden dolayı böylele-rine Budizm, mensubu olarak göründükleri Hristiyanlık'tan daha se-vimii gelmektedir. Çünkü Budizm, eninde sonunda herkese kurtuluş sözü vermekte, ebedî azaptan bahsetmemektedir.[459]
Kâinatın ezelî ve ebedî olmadığını gösteren kevnî deliller ve âyet­ler de reenkarnasyon aleyhine bir delildir. Çünkü bu İddia sahipleri id­dialarını böyle bir anlayış zeminine oturtmaktadırlar. Onlara göre, bu âlemin başlangıcı olmadığı gibi sonu da yoktur. Yani kıyamet kopma- bu alem sonsuza kadar böylece sürüp gidecektir. Bu iddiayı Kuran âyetleri yalanladığı gibi, bugünkü ilimler de er veya geç kâinat çapında bir kıyametin son bularak, bu düzenin bozulacağını ittifakla haber vermektedirler. [460] Böylece, tenâsühçülerin kendisine bel bağladığı âlemin ezelî olduğu fikri yıkılmış olmaktadır.
Kâfir olarak ölen kimselerin, Allah'ın rahmetinden uzak oldukla­rını, onlara rahmet nazarıyla bakılmayacağını, şefaatlerinin kabul edil­meyeceğini bildiren "İnkâr edip de, inkârları üzere ölenlere ge­lince, işte Allah'ın meleklerin ve tüm insanların lanetleri on­ların üzerinedir. Onlar ebediyen bu lanet içindedirler. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır (Baka­ra, 161-162), "Öyle bîr günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir şey ödemez, şefaat de kabul edil­mez, fidye de alınmaz ve onlar asla yardım görmezler' (Baka­ra, 48) gibi âyetler de dünyaya tekrar dönüşün olmayacağını göster­mektedir. Çünkü bu dönüş, o insanların geçmiş kusurlarını telafi etmek için bir rahmet ve şans tanımadır. Bu ise, âyetlerde nefyedilmiştir.
Kur'ân âyetlerinin yanında, hadîs-i şeriflerde de, reenkarnasyo-nun olmadığını gösteren çok sayıda açıklama bulmak mümkündür. Meselâ, bir rivayete göre, Rasûlullah (s.a.s), babası Uhud savaşında şehid olan Câbir (r.a)'le karşılaşır ve onun düşünceli olduğunu göre­rek, sebebini sorar, Câbir (r.a) da, babasının şehid edilip, geride çoluk çocuk ve borç bıraktığını söyler. Bunun üzerine Allah Rasulü, Allah'ın babanı nasıl karşıladığını söyliyeyim mi? der. Câbir (r.a) evet! deyin­ce şöyle devam eder: Ona, dile benden istediğini vereyim dedi. O da, Bana yeniden hayat ver senin uğrunda bir daha öldürüleyim dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: İnsanların oraya (dünyaya) tekrar dönmeyeceğine dair daha önce benden bir söz çıkmıştır der. [461]
Kabir azabını ve nimetlerini haber veren çok sayıdaki [462] hadîs-i şe-rîf de reenkarnasyonu reddetmektedir. [463] Acaba âhiret âleminin bütün merhale ve safhalarını tafsilâtlı bir şekilde anlatan Peygamberimizin, eğer hakikat olsaydı, reenkarnasyondan da bahsetmemesi mümkün olur muydu? O'nun, böylesine önemli ve itikadî bir meseleye hiç de­ğinmemesi düşünülebilir mi? Hem böyle bir şeyi haber verseydi, bazı insanlar büyük bir müjde, bazıları da ilginç bir haber olarak bunu ya­yıp rivayet etmezler miydi? Bütün bunlar reenkarnasyonun İslâm'da yeri olmadığını göstermiyor mu?
Kabir alemiyle ve kabir azabıyla alakalı çok sayıdaki bu rivayetler reenkarnasyon taraftarlarının işine gelmediği için, ya görmemezlikten gelerek bu rivayetlere hiç değinmemişler ya da tevil yolunu tutarak, kendi teorilerine uydurma yolunu tutmuşlardır. Hacaloğîu'nun kabir azabını tevili bunun bir örneğidir. O şöyle diyor: "îslamın Yüce Pey­gamberi Muhammed biie kabir azabından çekindiğini söylemiştir. Oradaki kabir azabından maksat işte bu teşevvüş halidir. Yani madde aleminden madde dışı oîan dünyanın materyaline geçiş esnasındaki uyum sağlayamamak meselesi, oradaki karmaşa, yani çok kalabalık, çok girift yollardan geçerek, gene çok kalabalık, çok karmaşık bir ge­miye, bir uçağa binmeye çalışan insanın hali gibi nereye oturacağı bel­li değil, nereden gideceği belli değil..." [464]
Şu hadis-i şerif de reenkarnasyonun olmadığına delildir: "insanla­rın en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra onları izle­yenler, sonra onları izleyenler..." [465] Çünkü, reenkarnasyonu savu­nanlara göre. bu iş günahkâr kimseler için geçerlidir. Onlar iyi birer insan oluncaya kadar tekrar tekrar dünyaya dönerler. Kâmil insanla­rın tekrar dünyaya dönmeleri gerekmez. Bu iddiaya bakılırsa, geçmişten günümüze kadar günahkârlar ve kötü kimseler arınmak maksadıy­la tekrar tekrar dünyaya geldikleri için yeryüzü gittikçe temiz insanlar­la dolup, kötülerin sayısı da iyice azalmalıdır. Oysa hiç de öyle görün­müyor. Aksine yukardaki hadîste ifâde edildiği gibi günümüz dünyası ahlakî bakımdan geçmiş asırlardan daha kötü durumdadır...
Cehennemin cin ve İnsanlarla doldurulacağını bildiren âyet [466] ve hadîsler keza, cennetliklerin sayısının cehennemliklere nisbetle çok az olduğu bildiren hadîsler de [467] bu teoriyi yalanlamaktadır. Çünkü, böy­le bir şey olsaydı, kıyamet gününde cehennemlik kimse ya hiç olmaz­dı, ya da çok az sayıda olurdu. Daha doğrusu cehenneme ihtiyaç bile kalmazdı.
Tüm bu âyetler ve diğer deliller gösteriyor ki, Kur'ân-ı Kerim'e göre reenkarnasyon söz konusu değildir. Bu durum tevile kabil olma­yacak bir şekilde açıkça ifâde edilmiştir. [468]

Iı. Tenasüh - Reenkarnasyon Olmadığını Gös­teren Aklî, Ahlakî, Tecrübî Ve Bilimsel Deliller


A. Aklı Deliller


Tenasüh çemberi, başı ve sonu belli olmayan fasit bir dâire gibi­dir. Çünkü bu teoriye göre, insanın insan olabilmesi için, önceki ha­yatında hayvan veya bitki olması; hayvanın hayvan, bitkinin de bitki olabilmesi için ise, önceki hayatında insan olması gerekir. Bu ise ak­lın kabul etmeyeceği bir teselsüldür. [469] Faraza kabul ettiğimizi düşüne­lim, bu durumda, akıl ve fikir sahibi olan insan ruhunun, hayvan be­denine intikalden sonra artık akledemez bir varlık, bir bitkiye intikalin­den sonra ise, hareket dahi edemeyen bir varlık haline geldiğini söylemiş oluyoruz. Böylece bu ruhun o bedenlerde bulunmasının hiç bir manası kalmıyor...[470] Özetle, tenasüh, ruh-beden münasebetine aykırı düşmektedir. [471] Çünkü Allah, her canlının bedenini, ruhuna uygun bir şekilde yaratmıştır. Bir canlının ruhu diğerinde asla rahat edemez. Yır­tıcı bir hayvanın ruhunun koyun bedeninde rahat edeceği düşünülebi­lir mi? Halbuki, rûh ve beden bir bütün gibidir. Tenâsühçüler ruha aşı­rı önem verip bedeni önemsememişierdir. Oysa rûh bedenden ayrı düşünülemez. Her rûh kendi bedeniyle bir değer kazanır. Aksi halde, eli ayağı olmayan kötürüm bir kimseden daha kötü bir duruma düşer. Bir canlının ruhunu başka bedende düşünmek de böyledir. Belki be-densiz yaşamaktan daha tahammül edilmez bir durumdur. Adeta bir hapishane hayatıdır. Ayrıca Allah, sınırsız sayıda rûh yaratmaya ve her canlı için ayrı bir rûh yaratmaya kadirken neden böyle bir şey yap­sın ki?
Tenasüh çemberi ezelî ve ebedî ise bu takdirde, sadece bedenden bedene intikâl eden ve ard arda kalıp değiştiren ruhların ezelî ve ebe­dîliğini değil, aynı zamanda bu kalıpların maddelerinin de ezelî ve ebe­dî olduğunu kabul etmek gerekir. [472]
Bu inanç, hindûlann kabul ettikleri kast sistemine de aykırıdır. Çünkü, kast sistemi ırk ve kan bağına dayanırken, tenasühte, rûh bir tabakadan diğerine, hatta bazan insandan hayvana intikâl eder. [473] Ke­za, İslâm'ın esaslarından olan ferdî hesap verme inancına zıttır. Çün­kü farklı bedenlerde yaşamış olan bir rûh hangi bedenle dirilecek ve hangisinin hesabını verecektir? Değişik kişilerde değişik kişiliklere sa­hip olan ruh, acaba hangi kişiliğiyle hesap verecektir? Müslüman oia-rak mı, kâfir olarak mı? [474] Keza bu düşünce, gaybî meselelerle alakalı bir şey olup, bu tür meselelerde aklın bir yetkisi yoktur. [475] Dolayısıyla bu iddiada bulunanlar bilmedikleri konularda (racmen bi'l-gayb) konu­şuyorlar.
Ruh reenkarne olsaydı; çocuk ruhu, genç ruhu, yaşlı ruhu diye ayırımlar olmaz, herkesin ruhu olgun olurdu. Reenkarnasyon iddiala­rına göre, kötüler dünyaya tekrar tekrar dönerek, terakki ve tekem­mül ederler. Buna göre, zaman geçtikçe yeryüzünde kötülerin sayısı ya hiç ya da çok az olmalıdır. Halbuki durum hiç de öyle gözükmüyor.
Tenasüh veya reenkarnasyon kuramı, pek çok tutarsızlık, akıl ve mantık dışı saçmalıklarla ve gülünç durumlarla doludur. Buraya kadar anlattıklarımızda yeri geldikçe bu tür tutarsızlıklara değindiklerimize ilâve olarak, burada bir kaç gülünç olay ve tutarsızlıktan bahsedeceğiz. Bunlardan biri geçmişte yaşanmış ve İbn Kayyım1 in naklettiği şu olay­dır: Bağdat'ta Ebû Bekr b. el-Fellâs isminde İmâmiyyenin Önderi bir kimseyle görüşüyorduk. Anlattığına göre, bir gün Şiilik taraftan olan daha sonraları da tenasühü benimseyen birisinin yanına varır. Bakarki adam önüne kara bir kediyi almış okşuyor, iki gözünün arasım ova­lıyor. Bu arada şiddetli bir şekilde ağlıyor. Kedinin de kedilerin âdeti üzere gözlerinden yaş akıyor. Ona, niçin ağlıyorsun? diye sorunca şu cevabı alır: Bu kediyi her okşamamda ağladığını görmüyor musun? Bu hiç şüphesiz annemdir. Beni gördüğü için hasretinden ağlı­yor!!.. Daha sonra, kediye sözlerini anlıyor muş çasına bir şeyler söy­lemeye başlar. Kedi de yavaş yavaş miyaviar. İbn Fellas ona şöyle der: O senin ne dediğini anlıyor mu? Evet, deyince bu sefer, peki sen onun miyavlamalarını anlıyor musun? der. Hayır cevabım alınca şöyle der: Öyleyse, mensûh sensin, o ise bir insan! [476]
Guenon, mistik eğilimli bir okültistin, önemsiz görülen fiilierin ür­kütücü sonuçlar doğurmasına örnek olarak, şu öyküyü anlatışına ta­nık olduğunu kaydeder: "Bir ilkokul öğrencisi, mürekkep kalemiyle oynayarak onu kırıp atar. Metalin molekülleri tüm değişimler boyun­ca bu öğrencinin yaptığı kötülüğün anısını muhafaza ederler. Sonuç­ta bir kaç yüz yıl sonra bu moleküller bir makinanın aksamı içinde yer alırlar ve bir gün bir kaza olur ve bir işçi bu makina tarafından parça­lanarak ölür. Bu işçi söz konusu öğrencidir!" Guenon bu kuram'ın tu­tarsızlığına dair şu örnekleri verir: "Spirillere göre, katilin intikamı kurban tarafından bir dahaki hayatta alınacaktır. Bu durumda, bu kez de düşman katil durumuna, katil ise kurban durumuna düşmektedir. Kurban durumuna düşen eski katilin de başka bir hayatta intikamını alması gerekecektir.. Ve bu intikam almalar böylece sürüp gidecektir. Bu türden bir örnek de, bir yayayı ezen arabacının öyküsüdür. Bu ara­bacı ceza olarak, bir sonraki hayatında yaya olacak, ve bu kez araba­cı olan yaya tarafından ezilecektir..." [477]

B. Ahlakî Deliller


Tenasüh, Allah tarafından yeryüzündeki varlıkların halifesi olarak, ahsen-i takvim üzere yaratılmış olan İnsanı küçültmek, hakîr görmek, hatta diğer hayvanların seviyesine İndirmektir.
Tenasühü kabul etmek, aileyi aralarında hiç bir bağ olmayan, bir­birlerini tanımayan ve birbirlerinden bağımsız oian dağınık unsurlar­dan meydana gelmiş bir bina gibi görmek demektir. Bu durum ise, ai­le fertleri arasında görülen ve onların aile bağına delâlet eden duygu ve haz yakınlığına aykırıdır. [478]
Akıl, insanın işlediği hatalara karşılık bir cezanın gerekliliğini ka­bul eder. İslâm, bu konuda en güzel bir yoî tutarak, cezanın kısmen bu dünyada, çoğunlukla ise âhirette gerçekleşeceğini söylemiştir. Hint düşüncesi ise, bu konuda delillendirilmesi hatta anlaşılması zor bir yö­ne gitmiş, ruhun önceki hayatından hiç bir şey hatırlamadığı halde, o hayatta işlenen hataların cezasını çektiğini söylemiştir [479]Öte yandan değişik bedenlerde dolaştığı kabul ediİen bedenlerin özdeşliği konusu da belirsizdir. Halbuki tenasüh Ögretisiyle akla yakın bir çözüm bula­bilmek için, özdeşliğin kesin olarak ortaya konması ve söz konusu ben'in bunun idrakinde olması lazımdır. Aksi halde, önceki ameüerin ceza ya da mükâfat olarak karşılığını gören ben. bu tecrübeleri niçin yaşadığının farkında olmayacaktır. Böyle bir durumda ise, her yeniden bedenlenmenin ruhun tekâmülüne yardımcı olduğunu ileri sürmek an­lamsızdır. Ayrıca, çeşitli bedenlere intikal eden ruhun niçin bir bedeni bırakıp diğerini seçtiği ve bu seçimin nasıl yapıldığı açıklanamamakta­dır...  [480]
Gelecekteki hayatlarımız şimdiki hayatımızın bir neticesi ise, bu durum, kötü amellerimizin sonucunun kötü olmasını gerektirir. Bu kö­tü neticeye ilk hayatımızda ulaşhysak, o halde bu kötü neticeden iyi amellerin meydana gelmesi nasıl mümkün olabilir?! Ancak kötü amel­lerin sûduru gerekmez mi?!.. [481]
Tenasüh bir nevi ceza ise, o haide Hint düşüncesi doğumundan hemen sonra ölen bebek hakkında ne diyecektir?! Çünkü bu çocuğun ruhu henüz dünya nimetlerinden faydalanmış veya bir cezaya maruz kalmış değiidir. Dolayısıyla bu düşünceye göre, doğması ve başka bir ruhu taşıması boş bir şey olur. [482]

C. Tecrübî Ve Bilimsel Deliller


Reenkarnasyon, ilmî gerçeklere ve genetik ilmine aykırı düşmek­tedir. Çünkü bu ilim, çocuğun anne-babasınm bir parçası ve onların bir devamı olduğunu söylemekte, onlara hem bedenen her» de rûh ve kabiliyetler açısından benzediğini belirtmektedir. Çocuk, ebeveynin­den cild, göz ve saç rengini; boy, sıhhat ve hastalık gibi özelliklerini ve çok kere kabiliyet ve ahlâkını miras alır. [483] Keza bir çocuğun kardeşle­riyle gerek fizikî, gerekse ruhî pek çok benzer yönleri vardır. Eğer re­enkarnasyon söz konusu olsaydı, bu tür benzerlikler bulunmazdı.
Tenasüh veya reenkarnasyonu savunanlar, ezelî ve ebedî bir şekil­de tekrar doğuşların yaşandığını söylüyor. Halbuki ilim, bu hayatın bir başlangıcı olduğunu ve mutlaka bir gün sonunun geleceğini söylüyor.
Böyle bir şey olsaydı, rûh başka bedende yaşadığını ve yaşadıkla­rını hatırlardı. Çünkü rûh ile kaim olan hafıza, hatırlama gibi özellik­ler beden şartlarının değişmesiyle değişmez. Zira, rûh bedene bağlı değildir. [484] Tenasüh ve reenkarnasyonu savunanların bu soruya verdik­leri cevaplar ise tatminkâr ve makûl şeyler değildir. [485]
Nüfus artışı da reenkarnasyon iddialarını yalanlamaktadır. Çünkü bu nazariyeye göre, nüfus artışı söz konusu değildir. Ruhlar sabit olup bedenler değişmektedir.
Kriptomnezİ bulguları da reenkarnasyon olmadığını gösteriyor. Şöyle ki, Kriptomnezİ, belleğin zihne giren her önemsiz bilgiyi depo­lama sürecidir. Bunların yüzde doksan dokuzu bilincimizden uzak tutulmaktadır. Aksi takdirde zihinde katlanılması imkânsız olan aşırı bir bilgi yükü olurdu... Zihnimizin derinliklerinde, hakkında hiç bir şey bil­mediğimiz, sorulduğunda hayır dediğimiz konulardaki bilgilere rastla-yabiüriz. Nörolog Dr. Wi!der Penfield araştırması sırasında şaşırtıcı bir keşifte bulunmuştur... Penfield, beynin çeşitli kısımlarını elektrikle uyardığında hastaların aniden, bir "anı'ya geri gittiklerini görmüştür. Bu bir konuşma, bir ses, bir koku olabilmektedir. Bildiğimiz kadarıyla, bu anılar hep şimdiki hayata dairdir. Bu kriptomnezi hakkındaki kanıt­ların bir parçasıdır. Böylece kriptomnezi, reenkarnasyon aleyhine önemli sonuçlar ortaya koymuştur. Örneğin bir kadın, 1190'da St. Mary's Kilisesinin mahzenlerinde öldürülmüş olan Yahudi Rebecca ol­duğunu iddia etmiş, bir araştırmacı, bu anıların kriptomnezi sonucu olduğunu kanıtlayan kesin sonuçlara ulaşmıştır. Ayrıca bir romanda, kadının anlattığı bütün karekterler ayrıntılarıyla bulunmuştur. [486]

D. Tenasüh Ve Reenkarnasyon İnancının Menfî Tezahürleri


Bu inanç sebebiyle geçmişte ve günümüzde, Hindu ve Budistler, çoğu kez, ölmekten çok tekrar doğmaktan korkar, dünya hayatını ka­çınılmaz olarak, ıstırapla dolu ve temelde arzu edilmeyen bir şey sa­yarlar. [487]
Reenkarnasyon görüşü çağımızda pek çok kişinin ruhî dengesinin bozulmasında rol oynamıştır... Bu bağlamda, spirit çevrelerde en çok gözlenen nitelik, özel bir tür megalomanhktır. Bu kişilerin hemen tü­mü kendilerinin ünlü kişilerin reenkarnasyoniarı olduklarını zannedi­yor. Her nedense, büyük adamların ruhları diğerlerinden çok daha fazla tezahür etmek istemektedir. Aynı zamanda diğerlerinden çok da­ha fazla ve pek çok kişide eş zamanlı olarak reenkarne olduklarını da kabul etmek gerekiyor! Sonuçta bu durumun normal megalomaniden bir tek farkı vardır: Spiritler şimdiki zamanda büyük adam olmak ye­rine, bu hastalıklı hayallerini geçmiş zamana yöneltmektedir...[488]
Karma inancı, bilhassa popüler Hinduizm'de katı bir determinizm şeklinde yorumlanmış, bu anlayışın bir sonucu olarak, günümüz Hin-dulannm neredeyse tamamı tarafından, insanın elini kolunu bağlayan, onu, içinde bulunduğu şartlar bağlamında hayatını sürdürmeye mec­bur eden ve ferde irade hürriyeti bile tanımayan bir inanç olarak an­laşılmaya devam etmektedir. [489]
Reenkarnasyona inananlardan kimilerine göre, şayet bir kimse babasına karşı kötü davranmışsa, başka bir seferinde dünyaya sağ ba­cağı sakat olarak gelecektir. Kimilerine göre de, bu tür sakatlıklar ön­ceki hayatlarda geçirilmiş olan kazalarla İlgilidir. Özellikle okültist çev­relerde çok sık görüldüğü üzere, insanlara Önceki yaşamında şu veya bu günahı işlemiş olduğu ve dolayısıyla bunun karşılığı olan cezayı şimdi çekmeye hazır olması gerektiği anlatılır. Er ya da geç, çekecek olacağı bu cezadan kurtulmak için, hiç bir çaresinin olmadığı, hatta geciktikçe cezanın daha da ağırlaşacağı telkin edilir. Böyle bir telkinin etkisi altında kalan zavallı, cezaya doğru koşacak, hatta kendisi böyle bir ceza oluşturmaya çalışacaktır. Artık bilinçsizce en saçma şeyleri bi­le yapmaya hazır durumdadır. Böylelerİnden birisi, öğrencisini, bir başka yaşamında işlemiş olduğu bir suçu nedeniyle, sol bacağı sakat olan bir bayanla evlenmesi gerektiğine inandırır. Öğrenci, bu şarta uyan birini bulmak için, çeşitli gazetelere ilanlar verir ve sonunda ara­dığını bulur. Bizlere çok garip gelebilecek bu tür olaylar hakkında, bunları anlatan Guenon, bu tür olayların çok sayıda olduğunu ve en ufak bir abartıda dahi bulunmadığını, kesinlikle uydurulmuş şeyler ol­madığını belirtmektedir. Hatta bu olayların çok trajik olanlarının bu­lunduğunu da söylemekte ve tek arzusu, ağır bir karmadan kurtulmak için bir kaza sonucu Ölmek olan ve bu maksatla yolda önüne çıkan araçlardan hiç sakınmayan bir okültistle tanıştığını belirtmektedir. [490]
Reenkarnasyon inancının sömürgeciler tarafından istismar edildi­ğine de şahid olmaktayız. Sayı'nın belirttiğine göre, Hindistan'ı sömü­ren İngilizler, bu düşünceden yararlanmış olmalıdır. "Zira reenkarnas­yon sömürüyü, zulmü, baskıyı bir yaratılış olayı olarak ortaya koymak­ta, zalimlere ve baskıcı sulta ve emperyalistlere yaptıklarında haklı olduklarını söyleyerek, halkı direnişten ve emperyalizme karşı mücade­leden vazgeçme hedefine yönlendirmektedir. [491]
Reenkarnasyona inanmak, insanın dünyaya daha çok bağlanma­sına ve günahlara dalmasına yol açar. Çünkü böyle biri, nasıl olsa dünyaya bir kere daha geleceğim. O zaman Allah'ın istediği gibi bir kul olmaya çalışırım. Şimdi keyfime bakma zamanı diyebilir. [492] Bu dünyaya bir kere geldiğine inanan kimse ise, bir daha eline geçmeyecek böyie bir fırsatı en güzel şekilde değerlendirmeye ve ömür dakikalarını boş yere harcamamaya çalışır. [493]


SONUÇ


Reenkarnasyon, çeşitli din ve kültürlerde rastlanan batı! bîr inanç oİup, günümüzde daha çok ruhçu gruplar tarafından savunulmaktadır. Batılhğını bir tarafa bırakıp, bir teori olarak ele alsak dahi. böyle bir şeyi Kur'ân'a dayandırmak kanaatimizce son derece yanlış bir davra­nıştır. Çünkü ispatı yapılmamış teorilerin bir gün yanlışlığı ispat edilip geçersiz oiunca, bu sefer bu teoriye uydurularak yapılan tefsir ve izah­lar, zihinlerde şüpheler doğuracak, acaba Kur'ân âyetlerinde bugün­kü ilme aykırı şeyler mi var? diye, akıllarda sorular oluşmasına neden olacaktır. Geçmişte dünyanın düz olduğu şeklindeki teoriyi, kesin bir ilim telakkî ederek, bu görüşe Kur'ân'dan deli! aramak ne gibi sa­kıncalar doğurmuşsa, günümüzde de reenkarnasyon, evrim gibi bir takım teorileri -üstelik tutarsızlıklarını gösteren yığınla deliller ortaday­ken- Kurân'la barıştırmaya çalışmak o derece sakıncalı bir yöneliştir.
Türkiye'de reenkarnasyonu savunan bazı kimseler, Batı'da aynı fikrin temsilcileri olan kişilerin Tevrat ve İncil'in bazı pasajlarını reen­karnasyon teorisine uygun düşecek bir tarzda yorumlamalarından il­ham alıp, Kur"ân'a yönelerek, ellerinden geldiğince, Kur'ân'da bu ko­nuya uygun bir şekilde tevil edebilecekleri âyetler bulup, kendi görüş­leri istikametinde yorumlamaya çalışmışlardır. Bu gayeyle, hiç ilgisi ol-mayan âyetler garip tevillerle bu teoriyi destekler mahiyette yorum­lanmıştır. Geçmişte, tenasüh için yapılan benzer çabalar da onlar için ayrı bir dayanak noktası olmuştur. Halbuki, Kur'ân reenkarnasyon ko­nusunda susmamış, açık bir şekilde, dünyaya dönüşün olmayacağını bildirmiştir. Bu konuda apaçık âyetler ortada varken, onları görmez­likten gelerek, başka âyetlerden zorlamalı yorumlarla bu teoriye des-
tek aranmasının bilimsel açıdan ne derece yanlış bir yaklaşım olduğu ortadadır.
Eğer faraza, böyle bir şey olsaydı, bu asla gizli tutulmaz; çok açık bir şekilde âyet ve hadislerde anlatılırdı. Çünkü bu konu basit ve önemsiz bir konu değildir. Kur'an-ı Kerim'de alış verişten, borçlanma­dan tutun selamlaşma, konuşma adabına varıncaya kadar pek^çok ko­nu açık seçik âyetlerle ele alınıp açıklanırken, böyle bir konu -faraza gerçek olsaydı- etraflıca ele alınmadan geçilebilir miydi!?
Bu çalışma ayrıca göstermektedir ki bu konuda tecrübî, aklî ve bi­limsel delil oİarak sunulan şeyler de tutarlı olmayıp, bu konularda ih­tisas ve söz sahibi olan pek çok kimse tarafından kabul görmemiş, çe­şitli itirazlara maruz kalmıştır. [494]

 

Bibliyografya


Abdulbaki, Muhammed Fuad. el-Mu'cemu'l-Müfehres li-Elfazi'l-Kur'âni'l-Ke-rim, el-Mektebetu"i-İslamiyye, İstanbul, 1982. Abdulmu'ti, Faruk. Nususun ve Mustalahatun Felsefice. Daru'1-Kütübi'l-İl-miyye. Beyrut. 1993. Aclûnî, İsmail b. Muhammed. Keşfu'i-Hafâ ne Muzîlu'I-İlbâs. Dâru't-Turâs,
Kahire, tsz., II, 189. Addison, James Thayer. La Vie Apres La Mort Dans Les Croyans De L' Hu-
manite, Paris, 1936
Akbay, Sönmez. Bilinmeyene Doğru, Karınca Matbaacılık, İzmir, 1983. Albayrak Halis. Kuran'da İnsan-Gayb İlişkisi, Şuİe yay., İstanbul, 1993. Alusî, es-Seyyİd Mahmûd. Rûhu'i-Meânî fî Tefsîri'l-Kur'âni'hAzîm, Dâru İh-
yâi't-Turâsi'l-Arâbî, Beyrut, 1985. Alusî. Mahmûd Şükri. Buiûğu'!-Ereb fî Ma'rifeti'l-Arab, Dâru'!-Küttâbi"l-Ara-
bî, Mısır, tsz. Arıkdal, Ergün. Ansiklopedik Metapsişik Terimler Sözlüğü. RM.. İstanbui.
1998. Arslan, Arif. İman Esasları Açısından Reenkarnasyon, Adese yay., İstanbul,
1997.
Askeri, Ebu Hilâi. el-Furûq /i'i-Luğo, Daru'l-Afâki'l-Cedide, Beyrut, 1980. Ateş. Süleyman. Yüce Kur'ân'ın Çağdaş Tefsiri. Yeni Ufuklar Neşriyat. İst.,
1991. -"Kur'ön-ı Kerîm'e Göre Evrim Teorisi", Ankara Univ. İlahiyat Fak. Dergisi.
c. XX, Ankara, 1975.
Aydın, Ali Aslan. el-Ba'su ue'l-Hulûd. İstanbul, 1998.
Aydın, Mehmet. "Şeytana Tapma, Yezidîler'in İnanç Esasları", Ankara Univ. İlahiyat Fak. Dergisi. Ankara, 1978.
Bağçeci, "Tenasüh". İslam Ansiklopedisi. Şamii Yayınevi, İstanbul, 1994. Bağdadi, Abdulkadir b. Tâhir. el-Fark beyne''I-Fırak, thk. ve tik. M. Abdulha-mid, Dâru'l-Ma'rife, Beyrut, tsz.
Ba'lebekkî. Munîr. eI-Mevrid-90, 24. bsk.. Dâru'1-İSm lil-Melâyîn, Beyrut. Bâlî, Vahid Abdusselam. Vikayetu'l-İnsan mine'l-dnni ve'ş-Şeytan. Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1409.
Baloğlu, Adnan Bülent, islam'a Göre Tekrar Doğuş Reenkarnosyon. Anka­ra, 2001. -"Reenkarnasyoncunun  İnanç Dünyası  ve Bir Değerlendirme''.  Türkiye
Günlüğü, sayı, 42, Eylül-Ekim. 1996.
Barnabas İncili, çev. Mehmet Yıldız, Kültür Basın Yayın Birliği, İstanbul, tsz., Barnett, Lincoln. Evren ve Einsîein. Varlık yay. İstanbul, 1969. Bedevi, Ahmed Zeki. Mu'cemu Mustalahatu  Ulûmi'l-ktimaiyye (A Dictİ-
onary Of
The Social Sciens), Mektebetu Lübnan, Beyrut, 1986,
Beydayî, el-Kâdî Ebu Saîd Abdullah b. Ömer. Envâru'î-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrut, tsz. {Mecrnuatun mine't-Tefâsîr içinde). Boydaş, Vahdî. "Rûh Göçü (ReenkarnasyonT, Diyanet İlmî Dergi. c. 31, sa­yı, 2, Ankara, 1995.
164
Kur'ân    Işığında    R c e n k a r n a s v o n
Buharı, Ebu Abdiilah Muhammed b. İsmail. es-Sahih, el-Mektebetu'1-İslamiyye.
İstanbul. îsz. Bûtî. Muhammed Saîd Ramazan. Kübrâl-Yakiniyyâtİ'i-Kevniyye, Dâru'1-Fikr.
Dımeşk.
Câvî, Muhammed Nurî. et-Tefsîru'l-Muntr h-Meâ!imi't-TenzîL Mısır, 1955. Cebeci. Lütfullah. Kur'ân-ı Kerim'e Göre Melek Cin Şeytan, Şule yay. İst.
1998. Cevheri, Tantavî. ei-Cevâhir fî Tefsiri'l-Kur'ânı'İ-Kerîm, Intişaratu Afitâb.
Tahran.
Cevizci, Ahmet. Felsefe Sözlüğü, Ekin Yayınlan. Ankara. 1996. Cezerî. İbnuTEsîr. en-Nihâye fî Garibi'1-Hadîs ve'1-Eser, thk. Tâhir Ahmed.
el-Mektebetu'l-İslamiyye. Beyrut, tsz. Cürcanî,   Seyyİd   Şerif.   Şerhu'l-Mevâhf.   Daru't-Tıbaati'l-Amire.   İstanbul,
1311. Çantay. Hasan Basri. Kur'ân-ı Hak'ım ve Meâl-i Kerîm, A. Said Matbaası. İst.,
1957.
Çaycı, Sadi. Ruhçuluğa Göre Kur'ân Öğretisi, RM., İstanbul. 1995. Çelebî. Ahmed. Edyânu HindVl-Kübrâ, Mektebetu'n-Nahda, Kahire. 1976. -
el-Yehudiyye, Mektebetu'n-Nahda. Kahire. 1978. Çetin, Mustafa. "Kur'ön Işığında Reenkarnasyon (Tenasüh)", Diyanet İlmî
Dergi, c. 31, sayı. 4, Ankara, 1995. Çubukçu. İbrahim Agah.  "Nuseyriler". Ankara Üniv. İlahiyat Fak.  Derg..
Ank., 1971.                                                                    <
Dârimî, Ebu Muhammed. es-Sünen, Beyrut, tsz.
Davies. Paul. Son Üç Dakika, çev. Sinem Gül. Variık yay. İstanbul. 1994. Dehhüdâ, Ali Ekber. Lugatname-i Dehhudâ, Tahran. 1343. Deniş. Leon. Ebedî Olan Ruhtur (Apres La Mort Expose de La Doctrine des
Esprits). RM.. İstanbul. 1994. Dibacî, Muhammed. "es-Sâbietu men hum ve mâ hiye Cüzûruhum". e!-Ara-
bî, sayı: 398.
Draz. M.A. Kur'ân Ahlakı, çev., E.Yüksel. Ü. Günay. İz yay.. İstanbul, 1993. Duman, M. Zeki. Kur:ön-ı Kerîm ve Tıbba Göre insanın Yaratılışı ve Tüp Be­bek Hadisesi. Nil yay. İzmir. 1991. Ebşîhî, Şihâbuddin Muhammed. el-Mustatraf fî Külli Fennin Mustazraf, Da-
ruTMektebeti'l-Hayat, Beyrut. Ebu Ataillah, Ferecullah Abdulbari. el-Yevmu'l-Ahir beyne'1-Yehûdiyyetİ ue'l-
Mesihiyyeti ve'l-lslâm, DâruTVefâ, el-Mansuriyye, 1992. Ebû Davûd, Süleyman es-Sicistanî, es-Sünen, Beyrut, 1998. Ebu Zehra, Muhammed, ed-Diyanâtu'l-Kadîme, Daru'l-Fikri'l-Arabî, Kuveyt,
tsz.
Emin, Ahmed. et-Tekâmül fi'l-îslâm, Dâru'I-Ma'rife, Beyrut, 1984. Endelusî, Ebu Hayyan Muhammed. Tefsiru'I-Bahri'l-MuhU, Daru'1-Fikr, 1983. Erbaş, Ali. '' Reenkarnasyon", Yeni Dünya. Şubat, 1995. Erdoğan, Naim. Ölümden Sonra Dirilmek ve Reenkarnasyon, İstanbul, tsz. Fâvî, Abdulfettah. Akîdeîu'l-Meâd beyne'd-Dîn ve'l-Febsİfe, Mektebetu Dâ-
riTUrûbe. Kuveyt, tsz. Feyruzaöadî. el-Kâmusu'l-Muhît, Müessesetu'r-Risâle, Beyrut, 1993.
Bibliyografya
165
Gazali, Ebû Hamid Muhammed. İhyâu Ulûmi'd-Dîn, Dâru İhyâiTKütübiTAra-
biyye, Kahire, tsz.
Gazali. Muhammed, el-Mahaviru'i-Hamse li'lKur'ân'İl-Kerîm. Kahire. 1989. Geley, Gustave. Tekâmülcü Ruhçuluk, çev. Ergün Arıkdal, RM., İstanbul.
1985. Guenon. Rene. Ruhçu Yanılgı (L'Erreur Spirite). çev. L. Fevzi Topaçoğlu, İz
Yayıncılık, İstanbul, 1996. Güllüce, Veysel. Kur'ân-ı Kerim'de Âhiret İnancının Temelleri, Ekev. Yay,,
Erzurum, 2001.
Hacaloğlu, Haluk. Hayat, Ölüm ve Ötesi, RM., İstanbul, 1996. Hançerlioğlu, Orhan. İnanç Sözlüğü, Remzi Kitabevi. İstanbul, 1975. Hâşimî, Abdulmun'im. es-Sihr fİ'l-Kur'âni'i-Kerîm, Dâru İbn Hazm, Beyrut,
1990,
Havva, Said. el-İslâm. Dâru'İ-Kütübi'l-İlmİyye, Beyrut, 1981. Hesse, Hermann. Siddharta, Cem Yayınları, İstanbul, 1976. Hulusi. Ahmed. Din-Bilim Işığında Ruh İnsan Cin (Spirtizmin içyüzü). Yüksel
Matbaası, tsz. İbn Faris. Ebul-Huseyn Ahmed. e!-Meqayisu fi'l-Luğa, thk., Şihâbuddin Ebu
Amr, Daru'1-Fikr. Beyrut. 1994.
İbn Haldun. Mukaddime, Daru İhyâit-Turasi'l-Arabî. Beyrut, tsz. İbn Hanbel, Ahmed. el-Müsned, Daru'1-Fikr, Beyrut, tsz. İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî. el-Endelüsî, el-Fasl fi'l-Milel ve'i-Ehvâ ve'n-
Nihel, Daru Sadır. Beyrut, 1317. İbn KayyımiTCevziyye, Telbîsu İblîs, thk. ve tik. S. el-Cümeylî, 4. bsk., Daru'!-
Kitâbi'l-Arabî. Beyrut. 1990. -et-Tıbbu'n-Nebeuî, Dam İhyai't-Turasil-
Arabî, Beyrut, 1982,
İbn Kesîr, İsmail.Te/sîru'l-Kur'âni'f-Azfm, Darul-Ma'rife. Beyrut, 1992. İbn Mâce, Ebu Abdiilah el-Kazvİnî, es-Sünen, Beyrut, tsz. İbn Manzûr. Lisânu'l-Arab. Beyrut. 1968. İbn Sinâ, Ebu Alî. el-Adhauiyyetu fi'l-Meâd, thk. Hasen Asî, el-Müessesetu'l-
Câmiiyye. Beyrut. 1987. İbn Şahzeddİn. Velİzar. el-Cinn fi'l-Kur'ân ve's-Sünne, Dârul-Beşâiri'I-İslâmİy-
ye, Beyrut. 1996.
İbn Teymİyye, Mecmuu 'l-Fetâvâ, Mektebetu'l-Meârif, Ribât, tsz. İbnu'l-Hanbelî, Ebu Bekr Muhammed. İlâcu Umuri's-Sihriyye, Daru Ammar, Amman, 1989.
İbnul-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr f\ İlmi't-Tefsır, Dârul-Fikr, Beyrut. ■Nevâsihu'hKur'ân, Daru'l- Kütubİ'l-İlmiyye, Beyrut, tsz. İkbal. Muhammed. İslâm'da Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu. Bir yay.. İs­tanbul, 1984.
İlke Hakikat ve Vazife Adamı Erşün Arıkdal, (Bilyay Vakfı tarafından hazır­lanmış kitapçık)
İncil, Yeni Yaşam yay., İstanbul, 2001. İmâdî, Ebu's-Suûd Muhammed. hşâdu Akti's-Seltm ilâ Mezâyâ Kur'âni'l-Ke-rîm, Dâru İhyâi't-TurâsiTArabî, Beyrut, tsz. Janet, Paul -Gabriel Seailles, Metâlib ve Mezâhib (Hist^re de La Philosophie),
çev. Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Neş­riyat, İst., 1978.
Karakaş. Vehbi. Ölüm Diriliş ve Reenkarnasyon, Cihan Yayınları. İstanbul, 1997.
Kaufmann, Francİne - Josy Eisenberg, Yahudi Kaynaklarına Göre Yahudilik, (Mehmet Aydın. Din Fenomeni, Konya, 1995 içinde).
Keklik, Nihat. Muhyiddin İbnu'l-Arabiel-Futuhât elMekkiyye. Kültür Bakan­lığı yay. Ankara, 1990.
Kılıç, Sadık. Mitoloji Kitab-ı Mukaddes ue Kur'ân-ı Kerîm, Nü yay., İzmir, 1993.
Kırca, Celal. Kur'ân ue İnsan, Marifet yay., İstanbul. 1996.
Küab-ı Mukaddes, Kitab-ı Mukaddes şirketi. İstanbul. 1997.
Koç, Turan."Molla Sadra'ya Göre Ölüm Sonrası Hayat Açısından Ruh-Be-den ilişkisi", İslâmiyât, c. İli, sayı, 1
Köprülü, Fuad. Türk Edebiyatında İ!k Mutasavvıflar Ankara. 1976.
Kurtubî, Ebu Abdiilah Muhammed b. Ahmed. el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân. Daru'l-
Kütübi'l-Ilmiyye. Beyrut. 1988.
üvraga, Jorge Angel. Elemantal Doğa Ruhları, İstanbul, 1989.
Lory, Pierre. Kâşânî'ye Göre Kur'an'm Tasauuufi Tefsin, çev. Sadık Kılıç, İn­san yay., İstanbul, 2001.
Mann, T. Reinkarnasyon (Yeniden Doğuş), çev. G. Sezgi, HYB yay.. Anka-ra,1998.
Maverdî, EbuTHasen Ali b. Muhammed. en-Nüketu ve'l-Uyûn, Beyrut, 1992.
Menbecî, Ebû Abdiilah Muhammed, el-Hanbelî. Tesliyetu Ehlil-Mesâib, tik, M. Hasan el-Muhsî, Dâru'r-Raşîd, Beyrut. 1988.
Merağî, Ahmed Mustafa. Tefsîru'l-Merâğî, Dâru İhyâi't-Turâsil-Arabî. Beyrut, 1974.
Meriç, Cemil. Hind Edebiyatı, Dönem Yayınları, İstanbul, tsz.
Mevlânâ, Celaleddin-i Rumî,. Mesnevi, çev. ve şerh: Tahiru'l-Mevlevî, Şamil yay. İstanbul, tsz.
Mirdoğan, Yusuf. Ölüm Son Değildir, Tekin Yayınlan. İstanbul, 1974, s.
Moody, Raymond A. Ölümden Sonra Hayat, İnkılap ve Aka. çev. Gönül Su-veren, İstanbul, 1983.
Müyesser, M. Seyyid Ahmed. er-Rûh fî Dirasâti'l-Mütekellimîn ve'l-Felâsİfe, 2. bsk. Kahire. 1988.
Nedvî, EbuTHasen Ali. es-Sırou beyne'l-İman ve'l-Maddiyye, DâmTKalem, Kuveyt, 1981.
Nesefî, Aziz b. Muhammed. Risale der Beyanı Ehii't-Tenâsüh, yazma (Beya­zıt Devlet Kütüphanesinde).
Nesefi, Azİzuddin. Tasavvufta İnsan Meselesi, çev. Mehmet Kanar, Dergâh yay. İstanbul, 1990.
Nesefî, Ebu'l-Berekât Abdullah b. Ahmed. Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'uîl, DâruTFikr, tsz.
ibliyografyıı
167
Onbulak, Sinan. Ruhî Olaylar ve Ölümden Sonrası,  Dilek yay. İstanbul.
1975. Orşelimî, İsraîl b. Şamuîl. er-Risâletu's-Seb'iyye bi-İbtâli'd-Diyaneti'l-Yehû-
diyye, tik. Abdulvehhâb Tuveyle, DaruTKalam. Dımeşk, 1989. Öz, Mustafa. "İsmailiyye Mezhebi", (Tarihte ue Günümüzde Şiilik Sempoz­yumu içinde) ilmî Neşriyat, İstanbul, 1993.
Öztürk, Yaşar Nuri. Kur'ân'daki İslâm, 6. bsk., Yeni Boyut, İstanbul, 1994. Papus. Gerard Encausse. Reenkarnasyon Fiziksel Astral ve Ruhsal Evrim
(La
Reincarnation), RM., İstanbul. 1999.
Rağıb el-İsfehanî. el-Müfredöt fî Ğarîbi't-Kur'an, DaruTMa'rife, Beyrut, tsz. -Tafsilu'n-Neş'eteyn ve Tahsilu's-Saadeteyn, Daru'n-Nefais. Beyrut, 1988.
Randles, Jenny-Peter Hough, Öteki Dünya (The. Af terli f e) çev. Mehmet Har­mancı, Say yay.. İstanbul, 1995. Razî, Fahruddin Muhammed b. Ömer. et-Tefsıru'l-Kebîr. DâruTKütübiTİlmiy-
ye. Beyrut, 1990.
Ruhselman. Bedri, Ruh ue Kâinat, RM.. İstanbul 1977. Sabunî, Muhammed Ali. et~Tibyân fî Ulûmi'l-Kur'ân. Daru't-Kalem, Dımeşk,
1408. -Safvetu't-Tefâsîr, Mektebetu Cidde, Cidde, tsz Samdup. Kazi Dawa. Tibet'in Ölüler Kitabı (Bardo Thidol) çev. Suat Tahsuğ,
RM.. İstanbul. 1976.
Saraç, Tahsin. Büyük Fransızca Türkçe Sözlük, Adam yay.. İstanbul, 1985. Sayı, Ali. '"Reenkarnasyon ve Emperyalizm''. (Kur'ân Etnrafında Makaleler
içinde). İzmir, 1994. Scognamİllo. Giovanni-Arif Arslan. Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Ruhçu-
luk ve Reenkarnasyon, Karizma, yay. İstanbul. 1999. Seâlibî. Abdulaziz. Muhadarat fî Târihi'1-Edyân ve'l-Mezâhib, Dâml-Ğarbll-
İslâmî, Beyrut, 1985.
Shankara. Tefrik Etme Hazinesi (Viveka Chudamini). çev. M. AH İşim. Der­gah yay. İstanbul, 1976. Sifil. Ebubekir. Modern islâm Düşüncesinin Tenkidi. Kayıhan yay. İstanb il.
1997. Songar, Ayhan. Psikiyatri Psikobiyoloji ue Ruh Hastalıkları, Serhat yay. İst.,
1980. Stevenson- Satwant Pasrıcha, "Ksenoglosinin de Bulunduğu Reenkarnasyon
Tipinde Olağan Dışı Bir Vaka Hakkında Ön Rapor". Stevenson, fan. "Çocuklarda Rastlanan Fobiler". -"Doğum izleri ve Doğum Kusur/an".
-"Geçmiş Yaşam/arını Hatırladıklarım İddia Eden Amerikalı Çocuklar'', -"Reenkarnasyon: Alan Araştırmaları ue Teorik Konular". -"Tekrar Doğuş Türünden Vakalara ilişkin Bazı Sorular". -"Yeni Bir Responsif Ksenogiosi Vakası Baş/angıç Raporu: Gretchen Vaka­sı" (Bu yedi makale Tekrar Doğuş, II İçindedir).
168

K u r ' â n    Işığında    R e e n k u r n a s y o n
Suyutî. Celâluddin Abdurrahman. el-İklîi, thk. Seyfuddin Abdulkadir, 2. bsk., Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye. Beyrut. 1985.
Şehristanî. Muhammed b. Abdulkerim. el-Milei ue'n-Nihe!, tik. A. Fehmi
Muhammed, Dârul-Kütübi'l-llmiyye. Beyrut. 1990.
Şemseddin, M. Fehefe-i Ulâ, Evkaf-ı İslamiyye Matbaası, İstanbul, 1341.
Şevkânî, Muhammed b. Alî. Fethu'l-Kadîr, Mısır. 1964.
Şiblî, Ömer b. Abdillah. Akamu'l-Murcan fi Garaibi ve AcaibVl-Cann, el-Mektebetu'l-Asriyye, Beyrut, 1990.
Şimşek. M. Said. Günümüz Tefsir Problemleri. Esra yay.. Konya, 1995.
Tabatabaî, Seyyid Muhammed. el-Mîzân f\ TefsirVl-Kufân, Matbuatu İsmailiy-yân, 1989.
Taberî. Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr. C<5miu7-Beyân /f Te'vtli'l-Kur'ân. Dârul-Kütübn-İimiyye,- Beyrut. 1992.
Tanman, Necati. "Reenkarnasyoncu Ne Ola ki?". Türkiye Günlüğü, sayı. 45, Mart-Nisan. 1997.
Tekrar Doğuş (Bilyay Vakfı tarafından hazırlanmış 3 ciltlik kitap).
Tirmizî. Ebu İsa Muhammed. es-Sünen. Çağrı yay.. İstanbul 1981.
Toftbek. E. "Kısa Dürzi ilmihali", çev. E. Ruhi Fığfalı, Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi, Ankara. 1981.
Topaloğlu, Bekir. Kelâm İlmi, İstanbul, 1981.
Tuffâhe. A. Zeki. en-Nefsu'l-Beşerİyye ue Nazar iyyetu't-Tenâsüh. Beyrut. 1987.
Turan, Ahmet ''Yezidî İnanç ve İbadetleri". 19 Mayıs Üniv. İlahiyat Fak. Der­gisi, Samsun, 1986.
-Yezidiler, Eser Matbaası, Samsun. 1994.
Türner, Günay - Abdurrahman Küçük. Dinler Tarihi, Ocak yay.. Ankara. 1988.
Vahidî, Ebu'İ-Hasen Aİi b. Ahmed. el-Vecîz ft Tefsfh'l-Kur'ânl'l-Azîz (et-Tefsî-ru'l Munîr'in hamişinde).
Valmiki, Ramayana. Nakışlar Yayınevi, İstanbul. 1975.
Varenne, Jean.. ''Budizm", (Mehmet Aydın. Din Fenomeni içinde),
-"Hinduizm", (Mehmet Aydın, Din Fenomeniiçinde).
Vaux, Carra de. 'Tenasüh", İ. A., Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.
Vazife Adamı Dr. Bedri Ruhselman, (Bilyay Vakfı tarafından hazırlanmış ki­tapçık).
Venn, Jonathan. "ipnoz ue Reenkarnas\jon Hipotezi: Eleştirisel Bir Gözden Geçirme ve Yoğun Olay Araştırması" (Tekrar Doğuş, ]I İçinde).
Weinberg, Steven. İlk Öç Dakika, Tübİtak yay. Ankara, 1996.
Yargıç, İlhan. ''Reenkarnasyon Safsatası ve Hipnozun Gerçeği'' (yayımlan­mamış makale).
Yitik, Ali İhsan. Hint Kökenli Dinlerde Karma İnancının Tenasüh İnancıyla İlişkisi, RM., İstanbul, 1996.
Zemahşerî, Ebu'I-Kâsım Mahmûd b. Ömer. el-Keşşâf an Hakâiki't-Tenzîl ve Uyûni'l-Ekâvîl, Dâru'l-Ma'rife, Beyrut, tsz. [495]





[1] Soz konusu tez Kur'an-ı Kerim'de Âhiret İnancının Temelleri adı altında yayım-lanmıştır
[2] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 11-12.
[3] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 13-15.
[4] Ebu't-Huseyn Ahmed b. Faris. eİ-Meqoyisu fi'l-Luğa, thk., Şihabuddin Ebu Amr, Beyrut, 1994, s. 1026; Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât fi Ğrîbi't-Kur'an, Darul-Ma'rife,Beyrut, tsz., s. 490; İbnu'l-Cevzî, Nevâslhu'l-Kur'ân, Daru'l- Kütubi'I-İl-miyye, Beyrut, tsz., s. 20; Feyruzabadî, el-Kâmusu'iMuhît, Müessesetu'r-Risâie, Beyrut, 1993; İbn ManzÛr, Üsânu'İArab, Beyrut, 1968, III, 61.
[5] İbn Faris, a.y: İbnu'l-Cevzî. Nevösih, s. 20; Rağıb. s. 490; Feyruzabadi. s. 334: İbn Manzûr, III, 61.
[6] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 15-16.
[7] Benzer tarifler için bkz. Seyyid Şerif Cürcanî. Şerhu'l-Mevâhf, DaruTt-Tıbaati'l-Amire, İstanbul, 1311. VİN. 300; Ahmed Zeki Bedevi, Mu'cemu Mustaİahatu Ulû-mi'l-İctimaiyye [A Dictionary 0/ The Social Sciences). Mektebetu Lübnan, Bey­rut, 1986, s. 351;   Ali Ekber Dehhudâ, Lugatname-i Dehhudâ, Tahran, 1343 (hş.), c. XV, Nesh maddesi; Ahmed Çelebi. Edyânu Hindi''I-Kübrâ. Mektebetu'n-Nahda, 1976, s. 63; Said Havva, el-İsîöm, Dâru'l-Kütübi'I-Ümiyye, Beyrut, 1981, s. 785; Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Ekin Yayınları, Ankara, 1996, s. 445.
[8] Bedevi, s. 267.
[9] Cürcanî, Şerhu'İMevâkıf, 111, 230; M. Seyyid Ahmed Müyesser, er-Rûh fi Dsrasâ-ti'l-Mütekeilim'm ue'l-FelÖsife. 2. bsk. Kahire. 1988. s. 205; Dehhudâ, XV, 976-977.
[10] Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed el- Maverdî, en-Nütcefu ue'/-Uyûn, Beyrut, 1992. 1, 135.
[11] Ahmed b. Hanbel. Müsned, 1, 390, 413, 466.
[12] Seyyid Ahmed Müyesser, er-Ruh fi Dirasati'l-Mütekellimin ve'İFelasife. Kahire, 1988, s. 210.
[13] bkz. Bakara, 65; Maide, 60; A'raf, 166.
[14] bkz. Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu'l-Beyân fi Te'uîli'l-Kur'ân. Dârul-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1992,1, 372, 373; keza bkz. Maverdî, I, 135. Kâ-şânî de bu âyeti mücahid gibi değerlendirerek, hayvani içgüdülerine boyun eğen günahkârların, zamanla taklit ettikleri hayvanların sıfatlarıyla bütünleştiklerini İfade eder (Pierre Lory, Kâşânî'ye Göre Kur'an'm Tasavvufi Tefsiri, çev. Sadık Kılıç, İnsan yay., İstanbul, 2001, s. 117).
[15] Fahruddin Muhammed b. Ömer er-Razî, et-Tefsîru'l-Kebîr, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiy-ye, Beyrut, 1990, IH, 103.
[16] Papus, Reenkarnasyon adlı eserinde bu tür bir değerlendirmede bulunmaktadır. bkz. Gerard Encausse Papus, Reenkarnasyon Fiziksel Astral ve Ruhsal Evrim (La Reincarnation) RM., İstanbul, 1999, s. 140.
[17] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 16-18.
[18] Muhammed b, Abdulkerim eş-Şehristanî, el-Mile! ve'n-Nihai, tik. A. Fehmi Mu­hammed, DârulKütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1990, s. 714; James Thayer Addison, La Vie Apres La Mort Dans Les Croyans De L' Humanite, Paris, 1936, s. 125; A. T. Mann, Reinkarnasyon (Yeniden Doğuş), çev. Gökhan Sezgi, HYB yayıncı­lık, Ankara, 1998, s. 1 vd; Fftvî, s. 36; Havva, s. 786; M. Şemseddin,   Felsefe-i Ula, Evkaf-ı İslamiyye Matbaası, İstanbul, 1341.s. 189; Adnan Bülent Baloğlu, İs­lam'a Göre Tekrar Doğuş Reenkarnasyon, Kitabiyat, Ankara, 2001, s. 36.
[19] bkz. Abdulfettah el-Fâvî, Akîdetu'İMeöd beyne'd-Din ve'l-Fehsife. Mektebetu Dâri'I-Urûbe, Kuveyt, tsz. s. 51.
[20] Hinduizm'in belli bir kurucusu ve amentü'sü yoktur. Başlangıcı yaklaşık 35 asır Ön­cesine dayanır. (Ali İhsan Yitik, Hint Kökenli Dinlerde Karma İnananın Tena­süh İnancıyla İlişkisi, RM., İstanbul, 1996. s. 17,18. 70).
[21] a.g.e. s. 41 ( Ebu'r-Reyhan b. Ahmed el-Birunî, Tahkiku mâ h'l-Hind, s. 39'dan naklen).
[22] Jenny Randles-Peter Hough, Öteki Dünya (The Afterlife) çev. Mehmet Harman­cı, Say yay., İstanbul, 1995. s. 19; Addison, s. 248; Yitik, s. 62-63, 67. 78.
[23] Sadık Kılıç. Mitoloji Kitabı Mukaddes ve Kur'ön-ı Kerim, Nil yay., İzmir, 1993, s. 260, 264.
[24] Havva, s. 786.
[25] Krişna şöyle der: Beden dağılınca, eğer bilgi ağır basarsa, ruh saf varlıklar katına yükselir. Hırs ağır basarsa, yeniden dünyaya döner... Mutlu da olsa mutsuz da oİ-sa her yeni bedenlenme, daha önceki hayatlar sırasında ortaya konmuş eserin so­nucudur (Leon Deniş, Ebedi Olan Ruhtur -Apres La Mort Expose de La Doct-rine des Esprits-, RM., İstanbul, 1994, s. 30}. İnsan kıyafet değiştirdiği gibi, be­den de değiştirir. Tekrar doğunca, eski bedenindeki bilgileri hatırlar... (Tekrar Do­ğuş, [II, 17,18).
[26] Tantavî Cevheri, el-Cevâhir fî Tefsiri'1-Kur'âni'l-Kerîm, İntişaratu Afitâb, Tahran, 1350, X, 2. cüz, s. 25; Deniş, s. 28;  Havva, s. 786; Yitik, 81; Tekrar Doğuş, I, s. 72-73.
[27] Cemil Meriç. Hind Edebiyatı, Dönem Yayınlan, İstanbul, tsz., s. 24; Tekrar Do-ğu$, 74.
[28] Yitik, s. 59.
[29] Yitik, s. 95.
[30] Jean Varenne, "Hinduizm", (Mehmet Aydın, Din Fenomeni, Konya, 1995 için­de), s. 294, 295: Shankara. Tefrik Etme Hazinesi, (Viveka Chudamİni), Dergah yay., İstanbul, 1976, s. 42, 66; Hermann Hesse, Siddharta, Cem Yayınları, İs­tanbul. 1976. s. 30, 69. Favî, s. 36-37
[31] Çelebi. Edyanu Hindi'i-Kübra, s. 178.
[32] Valmiki, Ramayana, Nakışlar Yayınevi, İstanbul, 1975, s. 14, 19, 20, 26.
[33] Papus, s. 153-156; Manu yasalarının tafsilatı için bkz. Papus, s.147-165; Tekrar Doğuş, I, 75-82.
[34] Mann, s. 19, 32.
[35] Bağçeci,   "Tenasüh", İslam Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, VI, 181.
[36] Yitik, s. 124.
[37] Nirvana, ruhun maddî âlemden kurtularak ebedî nimetlere kavuşması olarak da ta­rif edilir. Hinduizm'deki adı intılak, Caynizm'de ise, necat'Ur (Çelebî. s.117).
[38] Çelebi, s.161; Varenne, "Budizm", (M. Aydın, Din Fenomeni içinde), s. 354.
[39] Yitik. s. 128.
[40] a.g.e, s. 155.
[41] a.g.e, s. 170-175.
[42] Karma terimi, Sanskritce yapmak, etmek anlamındaki kri kökünden türeyen ve ak­siyon, fiil, yapıp etme vb. anlamlan ifade eden bir isimdir. Budist kutsal literatürü­nün dili Palice'de ise, bu kavram kamma şeklindedir. Manası Hinduizm'dekinden biraz daha sınırlıdır. Zira karma (kamma) Budist düşünce sisteminde sadece belirli bir istek ve arzu sonucu iradî olarak icra edilen ahlakî Öneme sahip fizikî ve zihnî fiilleri ifâ eder (Yitik, s. 133). Karma'yı, ruhun doğum- ölüm fasit dairesindeki (samsaradaki) hareketini düzenleyen prensip olarak tarif edebiliriz (Yitik, s. 36).
[43] Çelebi, s. 116; Yitik, s. 160.
[44] Yitik, s. 146-148.
[45] Kazi Dawa Samdup, çev. Suat Tahsuğ, RM., İstanbul, 1976, Tibet'in Ölüler Ki­tabı {Barâo Thidol), s. 59.
[46]Tekrar Doğuş, III, 32. Hint dinlerine ait olan karma prensibi, benzer yorumlarla çağımızda reenkarnasyonu savunan ruhçu gruplarca da benimsenmektedir. Örne­ğin Steiner şöyle diyor: "Hayatımızın hatıraları bütün uzayı kaplayan yaşam esiri­ne yazılır ve sonsuza kadar orada kalır. Bunun bir parçasını ve geçmiş yaşamımızı gelecek bedenlerimize taşırız... Kişisel ahlakımız ve ruhumuzun ifadesi olan eylem­lerin toplamı astral bedende saklanır..." (Mann, s. 65).
[47] Tekrar Doğuş, ffl, 33 (Edmond Helmes, The Creed of Buddha'dan naklen).
[48] Yitik, s. 119 vd.
[49]Aziz b. Muhammed en-Nesefî, Risale der Beyanı Ehü't-Tenâsüh, yazma (Beyazıt Devlet Kütüphanesinde), varak, 34; Çelebi, Edyânu Hindi'l-Kiibrâ, s. 64: Turan Koç, "Molla Sadra'ya Göre Ölüm Sonrası Hayat Açısından Ruh-Beden İlişki­si", İslâmiyât, III, sayı, 1, s. 103.
[50] bkz. Baloğlu, Reenkarnasyon, s. 190.
[51] Günay Tümer- Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ocak yay.. Ankara, 1988 s. 240; Randles-Hough, s. 21; Ferecullah Abdulbari Ebu Ataillah, el-Yevmu'i-Ahir beyne'I-Yehûdiyyeü   ve'l-Mesihiyyeti   ve'1-İslöm,   Dâru'1-Vefâ,   e!-Mansuriyye, 1992, s. 44.
[52] Ebu Ataillah, s. 45.
[53] Yitik, s. 36 (Ebû Reyhan el-Birûnî, Alberuni's Indta, New Delhi, 1964, s. 50'den).
[54] Çelebî, s. 63
[55] Abdulaziz es-Seâlibî. Muhadarat fi Tarihi'l-Mezahibi ve'1-Edyân, Beyrut, 1985, s. 55; Keza, bu inancın  Mısır'daki tezahürleriyle ilgili olarak bkz., Papus, s. 30, 33, 38-40. 48, 95: Mann, s. 11 vd.
[56] Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1975, s. 45-73.
[57] M. Ebu Zehra, ed-Diyanâtu'1-Kadîme, Daru'l-Fikri'l-Arabî, Kuveyt, tez., s.17; Pa-pus, s. 20.
[58] bkz. Deniş, s. 95.
[59] Haluk Hacaloğlu, Hayat, Ölüm ve Ötesi, RM., İstanbul, 1996, s. 96
[60] İbn Kayyımı'1-Cevziyye, Telbîsu İblîs, thk. ve tik. S. e!-CümeyİÎ, 4. bsk., Daru'1-Ki-tâbi'l-Arabî, Beyrut, 1990, s. 99.
[61] Fâvî. s. 42.
[62]Tekrar Doğuş, I, s. 114-117 (Bertholet, La Reincarnation-, E. Rohde, Le Cuite de L'Ame chez /es Grecs ve A. Georges'in La Reincarnation eserlerinden nak­len); Mann, s. 36; Yitik, s. 75.
[63]Şehristanî, s. 394: Addison, s. 144; Papus, s. 169; Mann. s. 38- 40; Bağçeci, a.y; Yitik, s. 75.: Tekrar Doğuş, III. 108. Burada şunu belirtelim ki. Papus. Fisa-gor'un tenasühe değil de, insanların ölümden sonra yine insan bedenlerine İntikâ­li manasında değerlendirdiği reenkarnasyona inandığını söyler. O'na göre. Fisago-run tenasühle ilgili örneği, talebelerine ders vermek, onların, büyük zatların ruhla­rını taşıdığı İddialarının doğru olmadığını bildirmek için veriimiş olup, yanlış anla­şılmıştır, bkz. Reenkarnasyon, s. 117 vd.
[64] Tekrar Doğuş, I, 124 vd. {Bertholet'ten ).
[65] Deniş, s. 52; Gustave Geley, Tekâmülcü Ruhçuluk, çev. Ergün Arıkdal, RM., İs­tanbul, 1985, s. 57; Paul Janet-Gabriel Seailles, Metâlib ve Mezâhib {Histoire de La Phihsophie), çev. Elmalılı Hamdi Yazır, Eser Neşriyat, İstanbul, 1978, s. 411: Fâvî, s. 62, 65, 71; Tekrar Doğuş, I, 133-137 (Bertholet, s. 193'den);   Tekrar Doğuş, III, 111 vd; Ali Aslan Aydın, el-Ba'su ue'f-Hu/üd, İstanbul, 1998, s. 304.
[66] bkz. Abdulkadir b. Tâhir el-Bağdadî, el-Fark beyne'l-Fırak, thk. ve tik. M. Abdul-hamid, Dâru'l-Ma'rife, Beyrut, tsz., 271, 272; Havva, s. 786; Deniş, s. 52; Pa­pus, s. 137; Tekrar Doğuş, 1, s. 117 -150.
[67] Muhammed ed-Dibacî, "es-Sâbietu men hum ve mâ fııye Cüzûruhum', el-Ara-bî, sayt: 398, s. 186. Kur'an'da zikri geçen Sabiilerin ise. Mindaiyye kolu olduğu ifâde edilmektedir (a.y).
[68] Abdulaziz es-Seâlibî, Muhadarat fi Târîhi'i-Edyân ve'1-Mezâhib, Dâru'l-Garbi'l-İs-lâmî. Beyrut, 1985, s. 66; keza bkz. Tekrar Doğuş, I, s. 108 vd.
[69] Bağdadî, s. 270-271.
[70] Bu dinin kurucusu, Mânîb. Mâş'tır. Putperesttir. Önceleri Mecûsî iken, yeni bir din kurmuş ve İnsanları davet etmiştir. Alem'in yaratıcısının iki olduğunu söyler.
[71] Bağdadî, s. 271.
[72] Havva, s. 786; Tekrar Doğuş, I, 150 vd.
[73] Deniş, s. 55; Tekrar Doğuş, I, 154 vd.
[74] bkz. Şehristanî, s. 654.
[75] Şehristanî, s. 654; Şihâbuddin Muhammed el-Ebşîhî, el-Mustatraf fi Külli Fennin Mustazraf, Daru'l-Mektebeti'l-Hayat, Beyrut, li, 84: Mahmûd Şükri el-A!usî, Bu-lûğu'l-Ereb fi Ma'rifeti'İ-Arab, Dâru'l-Küttâbi'l-Arabî, Mısın tsz.. II, 199: M. Şem-seddin, s. 192.
[76] bkz.  Ebu Abdiilah Muhammed b. Ahmed eİ-Kurtubî, ei-Câmiu  li-Ahkâmi'i-Kur'ân, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1988, XVI, 114; el-KâdîEbu Saîd Abdul­lah b. Ömer el-Beydavî, Enuâru't-Tenzti ve Esrâru't-Te'vil, Dâru İhyai't-Turâsi'l-Arabî, Beyrut, tsz. (Mecmuatun mine't-Tefâsîr içinde}, V, 467; Ebu'l-Berekât Ab-duilah b. Ahmed en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl ye Hakâiku't-Te'vil, Dâru'l-Fikr, tsz., IV, 137; Ebu's-Suûd Muhammed İmâdî, İrşâdu AkH's-SeHm ilâ Mezâyâ Kur'âni'İ-Kerîm, Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrut, tsz.,    VI3I, 73; es-Seyyid Mahmûd el-Alusî, Rûhu'l-Meânî f\ Tefsîri'l-Kur'âni'l-Azîm, Dâru İhyâi't-Turâsi'i-Arabî, Beyrut, 1985, XVIII, 32.
[77] Buna rağmen ilerde zikredeceğimiz bir çok âyetle beraber bu âyet de reenkarnas­yon ifâde ettiği iddâsına maruz kalmıştır {bkz. Tekrar Doğuş, I, s. 201-202)
[78] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 18-29.
[79] Bağdadî, s. 272: Hawâ. s. 786; Deniş. s. 53: Tekrar Doğuş, III, s. 44-45.
[80] örneğin, yahudi hahamlarından Manasseh ben İsrael (16004-1657)'in şöyle dedi­ği nakledilir: "... Bu dogmayı kabullenip itaat etmemiz boynumuzun borcudur. Zi­ra doğruluğu, Zohar ve bütün Kabalacıların kitaplarında kesinlikle ispatlanmıştır", Yahudi mezheplerinden Hasidizm'e göre, ; Adem'in işlediği günah yüksek ve alçak ruhları birbirine karıştırdığı için, her ruh bir dizi yaşamdan geçmek zorundadır... Ruhun cinsiyeti yoktur. Cinsiyet beden tarafından tayin edilir ve bedenden bedene değişebilir," Güney Rusya'da küçük bir grup olan Karaitler de bu inançtadır (Tek­rar Doğuş, ili, 48-49).
[81] örnek için bkz.Tekrar Doğuş, I, 161 vd.; III, 47 (Paul İsaac Hershon, A Talmu-dic Misce/fany'den). 48-51. Kabalistle'e ait Zoftar'da şu ifâdelere yer verilmiştir: "Ruhlar,., tohumu sinelerinde ekili bulunan tüm erdemleri filizlendirip geliştirmeye mecburdurlar. Bunu bu hayatta başaramadıkları takdirde yeniden doğmakla... tek­rar
tekrar bedenlenmekle mükelleftirler' {Tekrar Doğuş, I, 162-163). Kabala'da da şu ifadelere yer verildiği nakledilmektedir: "Bir kişi gerek parasal, gerekse ruhsal bakımdan cimri ise, yani parasından fakirlere vermiyor, bilgisini cahillerle paylaş­mıyorsa ruhu bir kadın bedenine geçerek cezalandırılacaktır.,." (Tekrar Doğuş, İH, 47, Kabala, -Yalkut Reubeni-'den)
[82] Yitik, s, 77.
[83] İsraîl b. Şamuîl el-Orşelimî, er-Risd/etu's-Seb'iyye bİ-/bfdli'd-Diyaneti'/-Ye/ıüdİy-ye, tik. Abdulvehhâb Tuveyle, Daru'l-Kaiam, Dımeşk, 1989, s. 60.
[84] Çelebi, ef-Yefiudiyye, Mektebetu'n-Nahdati'l-Misriyye, Kahire, 1978, s. 202-204
[85] Hançerlioğlu, s. 167.
[86] Bakara, 94, 111
[87] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 30-31.
[88] Mann, s. 45; Papus, s. 183; Tekrar Doğuş, III, 60. Origen'in bu konudaki görüş­leri için bkz. a.e., s. 55; Keza bkz. Randles-Hough, s. 34.
[89] bkz. Baloğlu, Reenkarnasyon, s. 80 vd.
[90] bkz. Deniş, 241
[91] bkz. Deniş, s. 64, 68; Papus, 183 vd. Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 31-32.
[92] Ebû Muhammed Alî b. Hazm el-Endelüsî, el-Fasl fi'l-Miiel ve'l-Ehvâ ve'n-Nihel, I, 90-91; Bağdadî, s. 273; Şemseddin, s. 192, 210; Bağçeci, a.y.
[93] İbnHazm, 1. 91
[94] Bağdadî, s. 274-275.
[95] Bağdadî, s. 275.
[96] Bağdadî, s. 276.
[97] Bağdadî, s. 276. Bu âyet hakkında bir sonraki bölümde açıklama yapılacaktır.
[98] Mustafa Öz, "İsmailiyye Mezhebi",   (Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyu­mu içinde) İlmî Neşriyat, İstanbul, 1993. s. 617; Carra de Vaux, "Tenasüh", İ. A., Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, XXII, 159.
[99] Tekrar Doğuş, I, 195-196.
[100] Bağdadî, s. 273.
[101] Kurtubî, İV, 105. Ancak, bu fırkaya böyle bir ismin verilmesinin sebebinin hulul İnancı olabileceği de akla gelmektedir (bkz. Baloğlu, a.g.e., s. 114 -dipnot-).
[102] Vahdî Boydaş. "Rûh Göçü {Reenkarnasyon)", Diyanet İlmî Dergi, c. 31, sayı, 2 Ankara, 1995, s. 37.
[103] Carra de Vaux, a.y; İbrahim Agah Çubukçu. " Nuseyriler", Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi, Ankara, 1971, XVI!I, 51
[104] Mehmet Aydın, "Şeytana Tapma, Yezidîler'in İnanç Esasları", Ankara Üniv. İla­hiyat Fak. Dergisi, Ankara, 1978, XXIII, 359-364. Ahmet Turan ise. bu son cüm­leyi şöyle aktarıyor: "Eğer istersem öldürdüğüm kimseyi, ruhların tenasühü yoluy­la bu dünyaya bîr, iki veya üç defa tekrar gönderirim (Ahmet Turan, ''Yezidî inanç ve İbadetleri", 19 Mayıs Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi, Samsun. 1986, I, 168-169 -Kitabu'İ-Cilue, 2. bölüm, 12. madde'den naklen-; Yezidüer, Eser Matbaası. Samsun, 1994, s.
[105] Turan, a.g.m., s. 168-169-, a.g.e., s. 83
[106]bkz. Baloğlu, a.g.e., s. 73 vd.
[107] E. Toftbek, "Kısa Dürzi İlmihali", çev. E. Ruhi Fığlalı, Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi, Ankara, 1981, XXV. 218; Bağçeci.Vİ, 181; keza bkz. Fığlali, Çağımız­da İtikadı İslâm Mezhepleri, s. 186-200. Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 32-35.
[108] Addison, s. 91 vd. Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 36.
[109] Munîr Ba'lebekkî, et-Meurid-90, D&ru'l-İlm li'I-Melâyin, Beyrut.  1990, s.773: Bedevî.  s. 351.
[110] Tahsin Saraç. Büyük Fransızca Türkçe Sözlük, Adam yay., İstanbul, 1985, s.1192.
[111] Tekrar Doğuş, I, 13.
[112] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 37.
[113] Papus, Reenkarnasyon, s. 20, 104; Rene Guenon, Ruhçu Yanılgı (L'Erreur Spi-rite), çev. L. Fevzi Topaçoğlu, İz  Yayıncılık, İstanbul, 1996, s. 179, 180. Bu ve benzeri kavramlar hakkında daha geniş bilgi için bkz., a.e., s. 179-185; Baloğlu, a.g.e., s. 27-34. Transigrasyonun lügat manası, göç, rûh göçü, başka bir var­lığa geçmektir (bkz. Saraç, s.1413). Batı'da, başka bir bedene ve daha çok hay­van bedenine intikal etme İçin kullanılmaktadır, (bkz. Addison, s. 87, 92, 125: Guenon, s. 179.)
[114] bkz. A. Zeki Tuffâhe, en-Nefsu'l-Beşeriyye ve Nazar iyyetu't-Tenâsüh, Beyrut, 1987, s. 90.
[115] Bedri Ruhselman. Ruh ve Kâinat, RM., İstanbul, 1977, 5.152; Sinan Onbulak. Ruhî Olaylar ue Ölümden Sonrası, Dilek yay., İstanbul, 1975 : Tekrar Doğuş, I. 48, 50; Necati Tanınan, "Reenkarnasyoncu Ne Ola ki?", Türkiye Günlüğü, sayı, 45, Mart-Nisan, 1997, s. 228.
[116] Dcnıs, s. 187 vd.; Onbulak, s. 344; Hacaioğlu, s. 344; Tekrar Doğuş, I, 48, 89.
[117] Hacaioğlu, s. 91.
[118] Papus, s. 96 vd.
[119] Baloğlu, a.g.e., s. 33.
[120] Süleyman Ateş, Yüce Kur'ân'm Çağdaş Tefsin, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1991, IX, 238. Sayın Ateş bu görüşleri, muhtemel kaydıyla zikretmekte ve cum­hurun görüşünün böyle olmadığını belirtmektedir. Keza, bkz. Tarıman, s. 227.
[121] bkz. Guenon, s. 116.
[122] Guenon, s. 116 {Traite Method\que de Science Occulte, s. 360'dan); Papus, s. 102.
[123] Papus, s. 200.
[124] Onbulak, s. 23.
[125] Hacaloğlu, s. 17, 221, 232, 256, 260, 341.
[126] a.g.e., s. 58.
[127] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 37-40.
[128] Tekrar Doğuş, I, 45
[129] bkz. Papus, s. 90 vd, 105 v<±; Hacaioğlu, s. 244; Sadi Çaycı, Ruhçuluğa Göre Kur'ân Öğretisi, RM;, İstanbul, 1995, s. 93 vd.
[130]  a.g.e., s. 111
[131] Shankara, s. 33-34.
[132] Günümüzde, reenkarnasyona inanıp, tenasühü kabul etmeyenlerin sıkça kullan­dıkları bu kavram, aslında tenasühü çağrıştırmaktadır. Çünkü bu kavramın içine her şeyi sokmak mümkündür.
[133] Hacaloğlu, s. 256 vd.
[134] Tekrar Doğuş, 1, 48-49.
[135] Guenon, s. 154 vd.
[136] a.g.e., s. 119.
[137] Guenon, s. 155 vd. Teozofi, Tanrı'yı tanımayı, insanın evrendeki yerini belirleme­yi, hayat ve ölüm bilmecelerini çözmeyi ve ruhun Tanrı ile birleşinceye dek yük­selmesini sağlamayı amaçlayan, bu amaç çerçevesi İçinde, çok büyük ölçüde sez­gisel bir bilgiye dayanan ve kendisini Tanrı tarafından ilham edilmiş bir öğreti ola­rak sunan disiplindir (Cevizci, s. 501). Teozofi, Teoloji ve mistisizmden farklı nite­liktedir. Teoloji ile felsefe arasında, panteist mistisizm anlayışına dayanır. Orta Çağ teolojisinden gerçek felsefeye geçiş yolu üzerinde belirir.
Konusu İtibariyle şu kı­sımlara ayrılır: Mutlak başlangıç bilimi, evrenin yaratılışı, ruhsal bilimler, naturizm, aksiyon (ilahî amel). Ruh-Beden ilişkilerini İnceleyen iki teozofi şekli daha vardır. Bunar doğu ve Batı teozofileridir... (Ergün Arıkdal, Ansiklopedik Metapsişik Te­rimler Sözlüğü, RM., İstanbul, 1998, s. 22O: Hacaloğlu, s. 176).
[138] Bu örüşte olanlardan Livraga şöyle diyor: "Büyük evrenin ebedî entropisinden bir diğer entropiye geçiyoruz... Binlerce defa doğuyoruz, ölüyoruz ve tekrar do­ğuyoruz... Ölümsüz insan ruhu, dünya var olmadan Önce başka bir yerde yaşamış olmalı ve bu gezegen fiziksel devrini tamamlayıp, tahrip olduğunda gene başka yerlerde evrimini sürdürecektir" (Jorge Angel Livraga, Elemanla! Doğa Ruhları, İstanbul. 1989, s. 9, 83).
[139] a.g.e., s. 51
[140] lan Stevenson. "Reenkarnasyon: Alan Araştırmaları ue Teorik Konular" {Tek­rar Doğuş, II, içinde. Stevenson'un daha sonra ismi geçecek makaleleri de aynı eser içindedir.) s. 66. 96.
[141]Türkçesi GîzSibilim, Gizlicilik olan Okültizm (Occultizm), ezoterik (batını) doktrir anlamındadır. Ezoterik, yalnızca müntesiplerince anlaşılan manasında kullanılır. Örneğin, bir mezhep, bir tarikat, bütün bildiklerini herkese açıklamıyorsa ezote-riktir. Bu gizli tutulan şeylerin açıklandığı kimselere de inısiye derler. Bu sırlara da aynı bilimlerde arkan adı verilmektedir. Okültizmin araştırma alanında, nekro-mansi (ruhlara/cinlere danışarak gelecek hakkında insanın kaderini öğrenme), Kabala (Yahudi Mistisizmi), maji (büyü-sihir), alşimi (ilm-i simya), astroloji (ilm-i nü-cûm) konuları vardır (Arıkdal, s. 147). İslamî kaynaklara göre, okültizmin benzeri olan batmiyye ise, Nasiann bir zahiri olduğu gibi, bir de bâtını olduğunu söyle­yenlerdir (bkz. Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi, İstanbul, 1981, s. 231). Bâtmîler Kur'ân'ın zahiriyle amel etmeyi kabul etmezler. Asıl murâd olanın zahir değil, bâ­tın olduğunu söylerler. İsmailiyye, Karamite, Seb'iyye, Hurremiyye gibi grupları vardır {Sabunî, et-Tibyân fi Öiûmi'l-Kur'ân, 3. bsk., DaruTKalem, Dımeşk, 1408, s. 249}. Böyleleri, kendi bâtıllarını Kur'ân'ın bâtını diye gösterir. Ellerinde ise, bu iddialarını destekleyen hiç bir delîl yoktur. Meselâ, "Süleyman Davud'a va­ris oldu" (Nemi, 16) âyetine fmam-ı Ali ilimde Nebi (s.a.v)'ye varis oldu demek, batınî bir tefsirdir (bkz, Sabunî, et-Tibyân, s. 240).
[142] Papus. s. 50; Guenon, s. 173. Hindu ve Budistlerin aksine, reenkarnasyona jna-nan Dürziler ve bir kısım Alevîler İzleyen yaşamlarda cinsiyet değişimini kabul et­mezler. Anaerkil bir toplum olan Alaska Tlinglerinde, kişinin annesinin ailesinde tekrar doğması önemlidir. Buna karşılık ataerkil bir toplum olan Nijerya'daki Ig-bo'lardaysa, babanın ailesi içinde tekrar doğmak önemlidir. Tüm bu örnekler, inanç ve kültürlerin reenkarnasyon anlayışında etkili olduğunu gösteriyor {Steven­son, "Geçmiş Yaşamlarını Hatırladıklarını İddia Eden Amerikalı Çocuklar", s. 185).
[143]  Mann, s. 82.
[144] Onbulak, s. 351.
[145] a.g.e., s.48 vd.
[146] Stevenson, "Tekrar Doğuş Vakalarına İlişkin Bazı Sorular", s. 116 vd.
[147] a.g.e., s. 173 vd. Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 40-45.
[148] Tekrar Doğuş, 111, 89 vd.
[149] a. g.e., s. 125.
[150] Bu eserde ruhçu veya ruhçu gruplar ifadelerinden kasdımız, Batı'da spirtizm ola­rak belirtilen ve ruhlarla İrtibat kurarak onlardan bilgi alıp hayatlarını bu bilgiler is­tikametinde tanzim etmeye çalışan akımdır. Yoksa materyalizmin karşıtı olan ve ruhun varlığını kabul eden felsefi akım (ispirtüalizm) değildir.
[151] Guenon, s. 171 vd. 325 vd., Stevenson da, bu duruma dikkat çekmekte ve, Ame-rikahlar'ın sadece yüzde 23'ünün reenkarnasyona inandığını söyleyerek bu raka­mı az görmektedir (bkz. Stevenson, "Geçmiş Yaşamlarını Hatırladıklarını İddia Eden Amerikalı Çocuklar", s. 185 .Ülkemizde reenkarnasyonu benimsemiş bir takım ruhçu gruplar için bkz, Adnan Bülent Baloğiu,   "Reenkarnasyoncunun inanç Dünyası ve Bir Değerlendirme", Türkiye Günlüğü, sayı, 42, Eylül-Ekim, 1996, s. 89). Türkiyede, Yeni Ruhçu görüşün (neo-spiritüalizm'in) temellerini atan (1946), Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği'ni kuran ve taraf­tarlarınca, İşık Bilginin büyük İnisiyesi olarak tanımlanan Bedri Ruhselman'dır. Daha sonra ondan bu vazifeyi, ruhçuluk konusunda çeşitli eserleri bulunan ve 1997'de vefat eden, Ergün Arıkdal devralmıştır. [Vazife Adamı Dr. Bedri Ruh-selman, s. 3 vd.; îlke Hakikat ve Vazife Adamı Ergün Ankdal, s. 5. Reenkar-nasyon neo-spirtizmin dört esasından biridİr.Halis Albayrak. Kur'an'da İnsan-Gayb İlişkisi, İst. 1993. s. 91
[152] Guenon. s. 125 (Gibier, Le Spiritizme, s. 138-139'dan)
[153] Stevenson, "Reenkarnasyon: Alan Araştırmalar] ve Teorik Konular", s. 54.
[154] Addison, s. 87 vd.
[155] Mann, s. 4. Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 45-48.
[156] Yitik, s. 70.
[157] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 48.
[158] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 49-51.
[159] Tevrat'ın ilk beş sifri: Tekvinu'l-Mahîukat {Tekvin}, Huruç, Leviiiler, A'dâd (Sayı- lar) ve Tesniye'dir
[160] Tevrat'ta âhiret inancının çok zayıf bir şekilde yer aldığı konusunda daha geniş bil­gi İçin bkz. MA. Draz, Kur'ân Ahlakı, çev., Emrullah Yüksel, Ünver Günay, İz yay.,   İstanbul,   1993,   s.   153;   Muhammed  Gazali,  el-Mahamru'l-Hamse  U'İ- Kur'ân'ü-Kenm, Kahire, 1989, s. 149; Ebu'l-Hasen Ai rı-Nsdvî.  es-Strau  bey-ne'l-İman ve'l-Maddiyye, Dâru'l-Kalem, Kuveyt, 1981 ;: 17.
[161] Tevrat'ta âhiretle alakalı yerler için bkz. Tekvin, III, 23:Vr.e, XXXII. 39; II. Kı-rallar, XIII, 21; Eyub, XII,   22: XIX, 26; XXI, 30; Mraırar, 16. Mezmur, Da­vud'un Şiiri, 10-11; Süleyman'ın Meselleri. XXIII, 13-1- ff-18; XXIV, 14; İşayâ, XXVİ, 19; Daniel, XII,l-4; Hezekiel, XXXVI!, 1-14.
[162] Fâvî, s. 146; Ebu Ataillah, s. 147; keza bkz. Francine '3 "ann- Josy Eisenberg Yahudi Kaynaklarına Göre Yahudilik, (Mehmet Aydr h Fenomeni içinde, s. 99-100)
[163] bkz. En'âm, 154; Araf, 145; Tâ-ha, 15, 48; A'lâ, 15-lf
[164] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 51-52.
[165] Tekrar Doğuş, I, 169, 174.
[166] a.g.e., I, 49.
[167] a.g.e., 1, 170.
[168] Kur'ân-ı Kerim'de bu tür olayları anlatan kıssaları başlıklar halinde şöyle özetleyebi­liriz: Allah'a âsî olan İsrail oğullarından bir topluluğun öldürülüp sonra tekrar diriltil­mesi (Bakara. 55-56); Hz. Musa zamanında, katili tesbit etmek için, ineğin bir par­çasının vurulmasıyla maktulün diriltilerek, katilini haber vermesi (Bakara, 72-73); Ölüm korkusuyla beldelerini bırakıp kaçan kimselerin kıssası (Bakara, 243); yüz yıl ölü olarak bekletildikten sonra diriltilen kimse (Bakara, 259); Hz. İbrahim'e, dört kuş vasıtasıyla ölülerin nasıl diriltildiğinin gösterilmesi (Bakara, 260); üç yüz yıl uyu­tulduktan sonra uyandırılan Ashâb-ı Kehf'in kıssası (Kehf, 9-22).
[169] Tekrar Doğuş, 1, 171; Mezmurlar, 90:34'deki benzer ifadeler de aynı şekilde de­ğerlendirilmiştir (bkz. Tekrar Doğuş, III, 43)
[170] bkz. Jacob, s. 250: Addison, s. 163; Randles-Hough, s. 18; Ebu Ataillah, s. 132 vd.
[171] Tekrar Doğuş, I. 171-172.
[172] a.g.e., I. 172; Tekrar Doğuş, III, 44
[173] a.g.e., I, 173.
[174] a.g.e.. I, 173.
[175] bkz. a.g.e, 111, 43-44.
[176] bkz. a.g.e, I, 174-177.
[177] Papus, s. 146
[178] bkz. Tekrar Doğuş, Di, 68.
[179] bkz. Marın, s. 44.  Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 52-58.
[180] bkz. Markos, ili, 29; bkz. Matta. X, 28; XIII, 43; Markos. IX. 43-48:  Luka, XVI, 24; Yuhanna, Vahiy, XXI, 8.
[181] Örnekler için bkz. Barnabas incili, çev. Mehmet Yıldız, Kültür Basın Yayın Birli­ği, İstanbul, tsz., s. 308 vd. Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 58-59.
[182] Baloğiu, a.g.e., s. 84.
[183] Papus, s. 188.
[184] . Guenon, s. 114. Bazı hristiyan spirillere göre, Mesih'in binlerce ruhu barındıran bir apartmanı vardır. Bu apartmana mensup bir ruh her reenkarne oluşunda Yu­suf (Joseph) ve Meryem (Marie) adlı ebeveynin en büyük çocuğu olarak dünyaya gelir... (Papus, s. 118) 26.
[185] Papus, s. 253.
[186] Guenon, s. 193 (L'Aliiance Spiritualiste, Temmuz, 1911'den). Guanon bu nakil­de bulunduktan sonra, bedenin dirilmesi deyiminin bedende dirilme biçimine dö­nüştürülmesini, yazarın iyi niyetine kuşku düşüren bir kurnazlık olarak nitelemek­tedir.
[187] Tekrar Doğuş, I, 180; Papus, s. 139; Deniş, 68, 76
[188] Tekrar Doğuş, 1, 180
[189] bkz. Matta, XVI, 15-16; Markos, VIII, 29; Luka, IX, 20. İfade Markos'tan alınmış­tır.
[190] Matta, XVII, 12-13; Markos, K, 8-12. Parantez içindeki ifade, Ruhçu Yanügı'nm tercümesinden alınmıştır.
[191] Guenon, s. 194-195- Steiner de aynı iddiada bulunmuştur. Bazıları da aynı ruhun daha sonra, Rönesans ressamı Rafael, ondan sonra da Alman şair Novalis olarak yeniden bedenlendiğini iddia etmiştir (Mann, s. 63).
[192] bkz. Tekrar Doğuş. I, 181; Papus, s. 139.
[193] M. Şemseddin, s. 202.
[194] Guenon, s. 195.
[195] a.g.e., s. 196.
[196] bkz. Tekrar Doğuş, I, 181-182.
[197] bkz. a.g.e, 1,183. Bu kavramlar tenasüh çeşitlerini ifade etmektedir.
[198] e, İD, 53.
[199] bkz. a.g.c, [, 183-184.
[200] a.g.e., 111,68.
[201] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 59-67.
[202] Mü'minûn, 100.
[203] Zümer, 68; Tur, 45.
[204] Kehf, 99; Yâ-sîn, 51; Zümer, 68.
[205] Kehf, 48; Yâ-sîn, 59; Vakıa, 7; Zilzâl, 6.
[206] Nisa, 57; Mâide, 119; Ahzâb, 65; Cin, 23...
[207] En'âm, 22, 128; Yûnus, 28; Furkân, 17.
[208] Zümer, 68.
[209] Kehf, 48.
[210] A'râf, 187>Nâziât, 42.
[211] İbrahim, 41; Nahl, 61; Fâtır, 45.
[212] Şûra, 30.
[213] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 67-68.
[214] Bu fırkalar ve şahıslar için bkz. Şehristânî, s. 54: Kurtubî, IV, 105: Müyesser, s. 205; M. Şemseddin, 192, 210, 211; Faruk Abdulmu'ti, Nususun ve Mustalaha-tun Felsefiyle, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1993, s.70 .
[215] Bunlardan bazıları, reenkarnasyonun İslâm'daki âhiret inancına aykırı düşmediği, sadece tekâmül gayesini güttüğünü söylemektedir
[216] bkz. Aziz Nesefî, Risale der Beyânı Ehli't-Tenösüh, varak, 38; Bu âyet günümüz reenkarnasyoncularınca da davalarına delîl olarak öne sürülmüştür, bkz. Tekrar Doğuş, I, s. 198.
[217] bkz. Ateş, II, 303 {Resâil-i !hvan-ı Safa, !V,190-196'dan naklen). Benzer bir yak­laşımla, günümüzde reenkarnasyonu savunanlardan Akbay ise, kâfirlerin âhirette-ki azaptan önce, gittikleri yanlış yoldan dönmeleri için, bu dünyada da bir takım azaplara maruz bırakılacaklarını ifâde eden "Büyük azaptan önce, iman etmele­ri için onlara yakın azabı (dünya azabını) da tattıracağız" (Secde, 21) âyetinin reenkarnasyon ifâde ettiğini iddia ederek bu azab vasıtasıyla ruhların olgunlaştığı­nı söylüyor (bkz. Sönmez Akbay. Bilinmeyene Doğru, Karınca Matbaacılık, İzmir, 1983, s. 225).
[218] Bakara, 47, 49, 51, 55, 57, 62, 65, 72, 73, 74, 84, 87, 91, 92, 122 gibi...
[219] Celâluddin Abdurrahman es-Suyutî, el-İkt~rf, thk. Seyfuddin Abdulkadir, 2. bsU., Dâru'İ-Kütübi'l-İtmiyye, Beyrut, 1985, s. 29
[220] Âyöt buraya kadar muhatap sigasıyla (siz hitabıyla) devam ettikten sonra, buradan itibaren gayb sigasına (onlar hitabına} geçiliyor.
[221] özellikle Fransa'nın güneybatısında yaygın bir şekilde görülen ve Ortaçağ'da ha-at bulmuş olan Maniheizm dininin mensupları {Tekrar Doğuş, I, 63},
[222] a.S,.,a.y,
[223] Razî, XII,177.
[224] Ebu Alî İbn Sina, el-Adhaviyyetu fi'İ-Meâd, thk. Hasen Asî, el-Müessesetu'İ-Câ-miiyye, Beyrut, 1987, s. 120.
[225] Razî, XII,177.
[226] İbn Sina, s. 95.
[227] bkz. İbn Hazm, I, 90-91. Günümüz reenkarnasyoncularından Onbuiak ise, bu âyetten hareketle, bir variık olmaları hasebiyle ruhların tekâmülüne de işaret edil­diğini söylemektedir (bkz. Onbuiak, s. 345). Bu âyetin bir benzeri olan, "Sizi ya­rattık, sonra size şekil verdik. ..." (A'râf, 11) âyeti ise günümüz reenkarnasyon ta­raftarlarınca, davalarına delil olarak sunulmaya çalışılmıştır {bkz. Çaycı, s. 72). Gö­rüldüğü gibi böyleleri, hiç bir delil olmaksızın, insana şekil ve suret verme mana-sındaki ifâdelen, tenasüh manasında değerlendirilmekte, âyetleri kendi arzularına 3Öre tevil etmektedirler.
[228] bkz. İbn Hazm, !, 90-91.
[229] Razî, XXVII, 129.
[230] . Tenâsühçülere göre.
[231] bkz. İbn Hazm, I, 91; Cevheri, X, 2. cüz, s. 25; Yaşar Nuri Öztürk. Kur'ân'dakı /s/dm,  6. bsk.,Yeni Boyut, İstanbul, 1994,    s. 257-258; Çaycı, 72.
[232] "Andolsun ki. sizi biraz korku ve açlık: mallardan, canlardan ve ürünlerden azalt­ma ile deneriz. Sabredenleri müjdele" (Bakara, 155) âyetinde ifâde edildiği gibi. Bazı hadîs-i şeriflerde bu müjdenin cennet olduğunu açıklamaktadır. Nitekim, "Üç çocuğu vefat eden müslümanları Allah -onlara olan rahmetimle- cennetine ko­yacaktır" şeklinde değişik tarîklerle rivayet edilen hadîs bu gerçeği ifade etmekte­dir. Başka hadîslerde de insanın bedenine, malına, çoluk çocuğuna isabet edip de sabr-ı cemille mukabele gören musibetlerin, günahları silip temizlediği, keffâretü'z-zünub olduğu ifade edilmektedir (bkz. Menbecî, s. 85-87, İ07, 117 vd.); kezâbkz. Vehbi Karakaş, Ölüm Diriliş ve Reenkarnasyon, Cihan Yayınlan, İstanbul, 1997. s. 223-226.
[233] bkz. Müyesser, s. 207-208.
[234] Azizuddin Nesefi,  Tasavvufta İnsan Meselesi, çev.  Mehmet Kanar,  İstanbul. 1990, s. 181.
[235] Alûsî, XXII, 96.
[236] Razî, XXV, 202.
[237] bkz. Razî, İH, 49; XXII, 147;  Akbay 222 vd.
[238] Bakara, 285; Ra'd, 36; Hacc, 48; Nûr, 42...
[239] bkz. İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ ve Muzîlu'l-İlbâs, Dâru1 t-Turâs, Kahire, tez., II, 189.
[240] Misal için bkz. Akbay,  s. 217-225.
[241] Bu âyetteki diğer İfâdelerden neyin kastolunduğu ise açıktır: İlk diriltme, bu dünya hayatına, daha sonraki öldürme, dünya hayatımız sonundaki ölümümüz, bu öldür­meden sonraki dirilme de, kıyametteki diriliştir (M. Sait Şimşek. Günümüz Tefsir Problemleri, Konya, 1995, s. 261).
[242] Maverdî bu hususta attı, Endelusî ise yedi görüş zikretmiş, altı tane de işârî tefsir sıralamıştır, (bkz. Maverdî, I, 91-92; Ebu Hayyan Muhammed b. Yûsuf el-Endelu-sî, Tefsiru'İ-Bahri'l-Muhît, 2. bsk., Daru'l-Fikr, 1983, 1,131-132). Bu görüşlerin hiç birisinde tenasüh veya reenkarnasyon belirtilmemiş hatta işaret dahi edilme­miştir. Hepsinde manâ, insanın dünyaya gelmeden önceki tavırlarıyla alakalıdır. Yalnız, Ebû Salih, bu âyetteki ölü halde olmanın kabirlerinde ölü olanlar, ilk dirilt­menin de, kabirlerinde olanların kabir suâli sorulması için olduğu, sonra tekrar öl­dürülüp kıyamette tekrar diriltileceği şeklinde bir ifâdede bulunmuşsa da, bu görüş Taberi tarafından uzak addedilmiştir. Çünkü âyetteki kınama, kâfirlerin işledikleri günahlardan dolayıdır. Kafirler masiyetten taata, inkârdan imana davet edilmekte­dirler. Kabirde ise, tevbe yoktur (Taberi, I, 225). Dolayısıyla bu görüş, âyetin siyak ve sibakına uygun düşmemektedir. Doğru da otsa, tenasüh veya reenkarnasyona bir delâleti olmadığı açıktır.
[243] bkz. Taberî, I, 222-223; Maverdî, I, 91; Kurtubî, I, 173.
[244] bkz. Taberî, 223-224; Kurtubî, I, 173; Razî, II, 139
[245] bkz. Taberî, 1, 223-224; Maverdî, I, 91; Ebu'l-Kâsım Mahmûd b. Ömer ez-Zemah-serî, el-Keşşâf an Hakâiki't-Tenzîl ve Uyûni'l-Ekâvîl, Dâru'l-Ma'rife. Beyrut, tsz., I, 270; Kurtubî, I, 173;  Razî, II, 139; Muhammed b. Alî eş-Şevkânî, Fethu'l-Ka-dtr, Mısır, 1964, I, 59; Muhammed Nurî el-Câvî, et-Tefsîru'l-Munîr H-meâlimi't-Tenzîl, Mısır, 1955, II, 8; Ebu'l-Hasen Ali b. Ahmed el-Vâhidî, et-Vedz fî Tefsî-ri'l-Kur'âni'l-Azîz (et-Tefsîru'{-Münir'in hamişinde), II, 8; Nesefî, I, 38-39; Ebu's-Suud, I, 77.
[246]  Endelusî, I, 131. 
[247] Maverdî, I, 92.
[248] Bu ifâdeye bu şekilde manâ verenlere misâl olarak bkz. Taberî, I, 225-226; Ende­lusî, 1,131-132.
[249] Razî, 11,139.
[250] Ibn Aşûr, I, 375. Ibn Aşûr, ifâdesinin sonunda bu âyetin niçin zikrolunduguna işa­ret ediyor. Yani insanın bilgisi dahilinde olan şeylerden tevhîde ve haşre delîl geti­riliyor. Merağî de benzer ifâdelerde bulunmuştur (bkz. Ahmed Mustafa Merağî, Tef sîru'l-Merâğî, Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrut, 1974,   1,75-76).
[251] Bu âyetlerdeki tabirler ve geniş açıklamaları için bkz. M. Zeki Duman, Kur'ân-t Ke­rîm ve Tıbba Göre insanın Yaratılışı ve Tüp Bebek Hadisesi, Nü yay. İzmir. 1991.
[252] bkz. Razî, 11,139-140.
[253] İbn Aşûr, I, 376.
[254] Razî, 11,139; keza bkz. Endelusî, 1,131.
[255] bkz. İbn Aşûr, I, 376.
[256] Zemahşerî, I, 270; Nesefî, I, 38-39.
[257] bkz. Razî, 11,140.
[258] Şimşek, s. 263. Bu âyette reenkarnasyona işaret edilmek İstenseydi, önce ölüm değil dünyaya geliş zikredilirdi {bkz. Ebubekir Sifü. Modern İslâm Düşüncesinin Tenkidi, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1997,  I, 203)
[259] İbn Aşûr, I, 376.
[260] Öztürk, s. 313. –
[261] İbn Aşûr, I, 377.
[262] Öztürk, s. 291-292. Bu âyetten reenkarnasyon manası çıkarmaya çalışan başka­ları için bkz. Akbay, s. 217; Tekrar Doğuş, I, 199, 202.
[263] bkz. Aksiyon Dergisi, Şubat, 1997, sayı: 115, s. 28. Bizce doğru olan, bir fikrin doğruluğunu ispat için şahıslar değil, fikirler üzerinde durmaktır.
[264] Tecessüd, ölünün ruhunun, bedenine bürünmüş vaziyette görünmesi hakkında kullanılır. İbnu'l-Arabi, pek çok kimsenin ruhuyla bu şekilde görüştüğünü söyler ki, bu durumun reenkarnasyonla hiçbir ilgisi yoktur. Bu tür olaylar, Cebrail'in, lemes-sül ederek görünmesine (Meryem, 17) benzetilebilir.
[265] Nihat Keklik, Muhyiddm İbnu'l-Arabî, el-Futuhât el-Mekkiyye, Kültür Bakanlı­ğı yay. Ankara, 1990, s. 76, 77 (Fütuhat, I, 49, 792, II, 92'den naklen). İbn Hazm da, bütün ehl-i İslâm'ın icmaıyla, tenasühe inananların tekfir edildiğini ve böylelerinin İslâm dairesinin dışına çıktığını söylüyor. Çünkü der. Peygamber (s.a.s) böyle bir şey bildirmemiş, ayrıca müslümanlar, ceza veya mükâfatın ancak ruhun bedenini terk etmesinden sonra kıyamet gününden önce (berzahta), daha sonra ise. cennet ve cehenneme girmek suretiyle olacağı hususunda ittifak etmiş­lerdir (a.g.e., I, 91), İmam Rabbanî de böyle bir iddiayı küfr-ü sarih olarak değer­lendirir (bkz. el-İmam er- Rabbanî es-Serhendî. Mektubat -Osmanlıca tercümesi, II, 69).
[266] Baloğlu, a.g.e., s. 140'dan naklen.
[267] Fuad Köprülü. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara, 1976, s. 324 (dipnot).
[268] bkz. Süleyman Uludağ. "Devir", DİA., IX, 231.
[269] Öztürk, s. 160.
[270] Cevheri, X, 2. cüz, s. 28.
[271] Onbulak, s. 320.
[272] Bu konuda başka örnekler için bkz. Tekrar Doğuş, III, 83; Onbutak, s. 321 vd-
[273] Razî, XXVII, 36.
[274] Razî, XXVII, 36.
[275] Zemahşerî, ili, 418.
[276] Veli Ulutürk, (şifahen); Benzer açıklama için bkz. Mustafa Çetin, Kur'ân Işığın­da Reenkarnasyon (Tenasüh)", Diyanet İlmî Dergi, c. 31, sayı, 4, Ankara. 1995, s. 124-125.
[277] Çoğulu emsal olan misi kelimesi, bir şeyin misli, benzeri manâsına geldiği gibi, o şeyin aynısı manâsında da kullanılır. Nitekim, "'O'nun misli gibi hiç bir şey yoktur" (Şûra, 11) âyetinde misi bu manâdadır.
[278] bkz. Alûsî, XXIII, 56; Seyyid Muhammed Tabatabaî, e!-Mîzân fî Tefsiri'l-Kur'ân,, Matbuatu İsmailiyyân, 1989, XVII,118; İbn Aşûr, XXVII,- 317.
[279] Bu âyet de, Çaycı tarafından renkarnasyona delil gösterilmiştir (bkz. s. 72).
[280] bkz. Taberî, XII, 242, 325; İsmail b. Kesîr, Tefsîru'1-Kur'âni'l-Azîm, Daru't-Ma'rife, Beyrut, 1992, IV. 451. 488.
[281] Razî, XXIX, 156.
[282] Maverdî, V, 459.
[283] İbn Aşûr, XXVII, 318.
[284] Razî, XXİX,157
[285] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fi Îlml't-Tefstr, Dâru'1-Fikr, Beyrut, VII, 289.
[286] Ateş, IX, 238
[287] Ömr (ömür), lügatte, hayatta kalma müddetine denir. Âyette, "erzeP'in "ömr"'e İzafesi, sıfatın mevsufuna izafesi nev'inden olup mecazîdir. Erzeiu'l-ömr, bedenin yaşlılığı ve aklın zayıflığı manasındadır (İbn Aşûr, XIV, 212).
[288] Öztürk, 282-283.
[289] bkz. Rağıb, el-Müfredât, s. 194.
[290] bkz. İbn Aşûr, XIV, 212.
[291] Buharî, Cihâd, 25, II), 209: Müslim, Zikr, 52, IV, 2070; Nesâî, İstiaze, 5, VIII, 647; Ahmed b. Hanbel, I, 54.
[292] Buna rağmen bu âyet dahi Çaycı tarafından reenkarnasyona delîl olarak sunulan âyetler içinde zikredilmiştir (s. 72).
[293] bkz. Öztürk, s. 153.
[294] Öztürk, s. 250.
[295] bkz. Sabunî, Safvetu't-Tefâsir, Mektebetu Cidde, Cidde, tsz. III, s. 34.
[296] bkz. Hasan Basri Çarıtay, Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 13. bsk., İH, 798. Sifil ise bu mananın muhtemel olduğunu söylemekle birlikte diğer görüşü tercih etmiştir (bkz. Sifil, I, 228). Bizce doğrusu belirttiğimiz manadır.
[297] bkz. Ateş, VIII, 318; keza, bu âyetle ilgili aynı iddia için bkz. Çaycı, s. 72; Akbay, s. 223.
[298] Şimşek, s. 290.
[299] bkz. İbn Kesîr, IV, 163; Müyesser, s. 205; Meriç, s. 35. Bazılarına göre bu devir­lerin süresi 360.000 senedir (İbn Kesîr, a.y.)
[300] Onbulak, s. 223.
[301] bkz. Ateş, IX, 527; Öztürk, s. 319-320. Bu âyette ölümün hayattan önce zikre­dilmesi, hakiki hayat ve büyük bir nimet olan âhiret hayatına Ölüm vasıtasıyla ula­şıldığı içindir. Bu yüzden âyette ölüm de hayat gibi, bir nimet olarak sayılmıştır.
Çünkü, kendisi vasıtasıyla nimete ulaşılan şey de nimettir (bkz. Rağıb, Tafsîlu'n-Neş'eteyn ve Tahsilu's-Saadeteyn, s. 183). Akbay ise, benzer bir âyet olan "... Onlar (Allah'a ortak koşulan şeyler) ölüme, hayata ve diriltmeye de kadir değildir­ler" Furkân, 3) âyetini benzer bir anlayışla gündeme getirmiştir.
[302]Akbay, s. 207. Âyete bu şekilde mana verme, muhtemelen, aynı âyetin evrime işaret ettiğini söyleyen Ateş'in, bir takım parantez İçi İlavelerle yaptığı şu tercüme­sinden iktibas edilmiştir: "Emri (yaratma işini) gökten yere yönetir (yaratacağı şe­yin en alt düzeyinden başlar), sonra o iş sizin hesabmızca bin yıl süren bir gün­de (adım adım evrimleşerek) O'na yükselir (kemaline erer)." bkz. "Kur'dn-ı Ke-rîm'e Göre Evrim Teorisi", Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi, c. XX, s. 131.
[303] bkz. Tekrar Doğuş, I, 201.
[304] Maverdî, VI, 238; İbnu'l-Cevzî, VIII, 212-213. İbnu'l-Cevzî, âyetteki le-terkebun-ne ifadesinin, le-terkebenne  şeklinde de okunduğunu, bu durumda iki mananın söz konusu olduğunu belirtir: 1. Hitap peygamberimize olup manası, semadan se-ma'ya geçeceksin veya halden hale geçeceksin olur. 2. Burada, ilk âyette değini­len sema (gökyüzü) kasdedilmektedir. Buna göre âyeün manası, gökyüzünün ge­rek bu dünya hayatında, gerekse, kıyamet esnasında, değişip renkten renge gir­mesidir.
[305] bkz. Ateş, X, 327.   Bu âyetler hakkında Akbay da aynı iddiada bulunmuştur.
[306] bkz. Ateş, IX, 150-151.
[307] bkz. Öztürk, s.709; Akbay, s. 224.
[308] bkz., Akbay, s. 219; Tekrar Doğuş, I, 194, 198; III, 81.
[309] bkz. Tekrar Doğuş, I, s. 199.
[310] Meseiâ, Mü'minûn, 82-85 âyetleri hakkında Akbay'm iddiaları böyledir.
[311] Örnek için bkz. Çaycı, s. 72; Onbulak, s. 322; Tekrar Doğuş, I, 197-198;   III,81
[312] Örneğin Yûnus, 31
[313] bkz Tekrar Doğuş, I, 198.
[314] bkz. Çaycı, s. 72
[315] Bu âyet şöyle de tercüme edilebilir: "Allah'ın mahlukatı nasıl bidâyeîen yaratıp sonra iade ettiğini görmediler mi?.." Bu durumda yer yüzünde tekrarlanan yarat­ma hadiselerine dikkat çekilmiş oluyor. Meselâ, ilk insanın yaratılması, daha son-ra ard arda diğer insanların yaratılması; ilk balinanın yaratılması, sonra ard arda diğer balinaların yaratılması; ilk gülün yaratılıp, sonra ard arda diğer güllerin ya­ratılması gibi... Ancak Askerî'nin belirttiğine göre, iade ile tekrar arasında fark vardır. Tekrar, bir şeyin bir veya daha çok kere vukuu için kullanılırken, iade sa­dece bir kereliğine olur (Ebu Hilâl el-Askeri. e!-Furûq fi'I-Luğa, Daru 1-Afaki'1-Ce-dide, Beyrut, 1980, s. 30-31). Bu durumda yukarda takdim ettiğimiz ilk mana da­ha uygundur. İade ile tekrar arasındaki bu fark, âyetlerde geçen iade kavramını re-enkarnasyon manasında değerlendirenlerin ayrı bir yanlışını daha ortaya koymak­tadır. Çünkü reenkarnasyonda tekrar tekrar bedenlenmeler söz konusudur.
[316] Benzer âyetler ve benzer iddialar için bkz. Tekrar Doğuş, I, 196-202.; III, 81-82; Akbay, s. 220 vd. (Hûd, 7; Nemi, 64-67; Kasas, 85; Ankebut, 19-20; Rûm, 11, 27, 28; Nahl, 38-39; Furkan, 3; Sâffât, 15-17; Kaf, 2-3)
[317] bkz. Çaycı, s. 72; Akbay, s. 217 vd.; Tekrar Doğuş, I, 199, 200;   III, 82
[318] bkz. Akbay, s. 222; Tekrar Doğuş, I, 196
[319] Onbulak, s. 322 (Ruh ve Madde Dergisi, 1, 16'dan)
[320] Onbulak, s. 322
[321] Ateş, IX, 238. Bu ifâdeler daha önce bahsi geçen batmîlerin görüşlerine benze­mektedir.
[322] Öztürk, s. 223.
[323] Örneğin Taberî, Maverdî, ve İbnu'l-Cevzî'nin bu âyet hakkındaki açıklamaları ıstı­lahı manadaki dünya ve âhiret'le ilgilidir (Taberî, XII, 624; Maverdî, VI, 293; İb-nu'1-Cevzî, VIII, 268). Razî de aynı manaya değindikten sonra, bu kelimeleri lüga-vî manada da ele alarak, kendi hatırına geldiğini belirttiği şu manayı zikreder: Ge­lecek haller senin için geçmiştekilerden daha hayırhdır. Sanki, Cenab-ı Hak, ona gün be gün izzet ve makamını artıracağını va'd etmektedir... {Razî, XXXI, 190).
[324] İlgili âyetler için bkz. Bakara, 65; Maide, 60; A'râf, 166.
[325] Örnek için bkz. Çaycı, s. 72; Öztürk. Çıplak Uyan, İstanbul, 1993, s. 200 (8a-ioğlu, a.g.e. s. 98'deki dipnottan naklen).
[326] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 68-102.
[327] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 105.
[328] bkz. Ankdal, s. 61 vd.; Tekrar Doğuş, I, 230 vd.
[329] lan Stevsnson, "Doğum izleri ve Doğum Kusurlan",  s. 150.
[330] Stevenson, a.g.m., s. 152. Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 105-106.
[331] bkz. Papus, s. 141, 201 vd.: Ankdal, s. 93; Tekrar Doğuş, I, 211 vd.
[332] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 106-107.
[333] Arıkdal, s. 98: Tekrar Doğuş, 1, 214 vd; Onbulak, s. 339
[334] Bu âyetin izahında özetle şu yorumlar yapılmıştır: Her canlıya farklı bir suret vere­rek, sonra ona geçimini, yiyeceğini ve içeceğini temin etme yolunu gösterir; her şe­ye kendini ıslah edecek özellikler verip, ona ulaşma yolunu göstermiştir; her şeye ilim, sanat kabiliyetleri verip, sonra da onları öğrenme yolunu göstermiştir; her var­lığa kendi cinsinden bir eş vererek sonra onunla eşleşme yolunu gösterir (Maverdî, III, 406; İbnu'l-Cevzî, V, 203).
[335] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 107-108.
[336] Örnek için bkz. Papus, s. 116; Tekrar Doğuş, I, 220 vd; Onbulak, s. 337
[337] a.g.m., s. 168
[338] Stevenson, a.g.m., s. 166
[339] Ayhan Songar, Psikiyatri Psikobiyoloji ve Ruh Hastalıkları, Serhat yay. İstan­bul, 1980, s. 365
[340] Stevenson, a.g.m., s. 172
[341] a.g.m., s. 173
[342] a.g.m., s. 173
[343] a.g.m.. s. 174.
[344] a.g.m., s. 175-176. Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 108-111.
[345] bkz. Ankdal, s. 189; Tekrar Doğuş, 1, 206 vd.
[346] İbn Abbas, bu âyeti şöyle açıklar: "O'nu sevdi ve insanlara sevdirdi. O'na rastlayan mü'min veya kâfir herkes onu severdi" (İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, V, 198)
[347] bkz. Buharı, Enbiyâ, 2; Müslim, el-Birr, 159, 160; Ebû Davûd, Edeb, 16; Ahmed b. Hanbel, 11, 527, 537, 595. Bu hadiste, ruhların yaratılıştan getirdikleri Özellik­leri sebebiyle, benzer özellikleri olanların karşılaştıklarında birbirlerine ısınmaları di­le getirilmektedir. Bu hadis hakkında ayrıntılı bilgi için bkz, Aclûnî, I, 121 vd.; 1b-nu'1-Esîr el-Cezerî, en-Nihâye jı Garibi'1-Hadîs ue'l-Eser, thk. Tâhir Ahmed, el-Mektebetu'l-İslâmiyye, Beyrut, tsz., 305 vd.) Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004:111.
[348] Örnek için bkz., Papus, s., 169 vd; Geley, s. 51; Tekrar Doğuş, I, 226 vd; On-
bulak, s. 52, 337.   Ankdal, deja-vü'nün bir benzeri olan deja-antandü (önceden duymuşluk, işitmişlik)ten de bahseder (bkz., s. 50).
[349] bkz. Guenon, s. 214.
[350] bkz. a.g.e., s. 214.
[351] Guenon, s. 215 vd.
[352] Raymond A. Moody, Ölümden Sonra Hayat, İnkılap ve Aka, çev. Gönü! Suve-ren, İstanbul, 1983, s. 214.
[353] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 112-114.
[354] Moody, s. 204.
[355] Randtes-Hough, s. 284; Stevenson, "Geçmiş Yaşam/arını Hatırladıklarını İddia Eden Amerikalı Çocuklar", s. 197
[356] Stevenson, "Tekrar Doğuş Türünden Vakalara ilişkin Bazı Sorular", s.
[357] Çocuklar, iddia ettikleri geçmiş yaşamlarına dair hikayeleri anlatmaya genelde 2-4 yaşlan arasında başlamakta ve 5-7 yaşlarına kadar bu durumu sürdürmektedirler. Daha sonra hatıralar silikleşmeye başlar ve 8-10 yaşlan arasında tam bir hafıza kaybı meydana gelir. Stevenson, "Doğum izleri ve Doğum Kusurları", s. Î35; "Çocuklarda Rastlanan Fobiler'', s. 162; "Geçmiş Yaşamlarını Hatırladıklarını İddia Eden Çocuklar", s. 182; "Reenkarnasyon; Alan Araştırmaları ve Teorik Konular", s. 88 vd.
[358] bkz. Moody, s. 208; Randles-Hough, s.34, 285; Papus, s. 117; Stevenson, "Tek­rar Doğuş Türünden Vakalara İlişkin Bazı Sorular", s. 106 vd.; "Reenkarnas­yon.1 Alan Araştırmaları ve Teorik Konular", s. 78, 92 vd.
[359] Stevenson, "Reenkarnasyon: Alan Araştırmaları ue Teorik Konular", s. 80.
[360] bkz. Stevenson, "Geçmiş Yaşamlarını Hatırlayan Amerikalı Çocuklar", s. 181 vd.
[361] bkz. "Reenkarnasyon: Alan Araştırmaları ve Teorik Konular", s. 61.
[362] Stevenson, a.g.m., s. 83-84.
[363] Venn, s. 275.
[364] Stevenson, a.g.m., s. 76.
[365] V; Papus, s. 117- Papus bu kıssayı naklettikten sonra, talebelerinin bu şaka yollu söz­leri anlamayışlarının nasıl bir talihsizliğe yol açtığını şöyle anlatır: Fisagor'un Öğren­cilerine, ruhun tekâmülüne ilişkin gereksiz araştırmalar içinde yollarını kaybeder­lerken, kendisinin bedenlerin tekâmülünü düşünmekte olduğunu gösteren bu yük­sek felsefe dersinin bir kusuru olmuştur: O da, Fisagor'un yaptığı bu şakayı bir fel­sefî doktrin haline dönüştüren ve bu olgudan yola çıkarak ruh göçünü (metempsyc-hose: tenasüh) reenkarnasyon ile karıştıran, bedenin reenkarnasyonunu ruhunki ile karıştıran klasik filozoflar tarafından hiç bir şekilde anlaşılmamış olmasıdır (a.y). .
[366] Guenon, s. 198 (Home, Les Lumieres et Les Ombres du Spiritüalizme, s. 111 vd.'dan)
[367] Randles-Hough, s. 214
[368] ilhan Yargıç, "Reenkarnasyon Safsatası ve Hipnozun Gerçeği", yayımlanmamış makale, s. 1-2.
[369] İbn Haldun, Mukaddime, Daru İhyâi't-Turasi'l-Arabî, Beyrut, tsz., s. 498
[370] Radle5-Hough, s. 308-310; Stevenson, "Reenkarnasyon: Alan Araştırmalar! , s. 89. Stevenson, psişik bir gücün rahimdeki insan ceninine etki etmesini de bu izahlar içinde saymaktadır (a.g.m., s. 95); keza bkz. "Tekrar Doğuş Türünden Va­kalara ilişkin Bazı Sorular", s. 111.
[371] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 114-119.
[372] Ünlü metapsişikçi Charles Richet, kişilerin olağan şuur hallerinde bilmedikleri bir dili konuştuğu vakalar için ksenoglosi terimini kullanmıştır. İki tip ksenoglosi var­dır: Resitatif ve responsif. Birincisinde, yabancı bir dilde cümle ve bazen de daha uzun pasajların ezberlenmiş gibi tekrarı söz konusudur. İkincisinde İse. süjeler ko­nuştukları yabancı dilde sorulara maku! cevaplar da verirler {Tekrar Doğuş. 11. 223). Ankdal. ksenoglosi kavramını açıklarken, bu kavramın, medyumların tama­men bilmedikleri ve bazan asistanlarınca da.meçhul olan dillerle konuşmaları hak­kında kullanıldığından bahseder (a.g.e., s. 122) ki, bu durum da. cinnin medyuma hakim olması sonucu olabilir.
[373] Obsesyon, ruhçulukta şöyle tarif edilmektedir: Tecrübe ve bilgisi az, basit bir ruhun herhangi bir kimseyi devamlı olarak tesiri altına alması, kendi isteğine göre onu idare etmesidir. Obsesyon olayında bedenli bir varlığa, bedensiz bir varlığın tahak­kümü vardır. ...Bilgi ve gücünü nefsanî maksatlar uğrunda kullanmayı benimsemiş varlıklar bedenli bir varlığa (insana) derece derece nüfuz eder ve onu etkisi altına alarak, irade ve muhakemesini felce uğratıncaya kadar içse! hayatına girer. Med­yumu obsede edecek rûh, onu en zayıf yerinden yakalar... Medyuma hakim olur. Ona peygamber hatta Allah olduğunu bile kabul ettirir (Ankdal, s. 144; Onbulak, s. 139).
[374] bkz. Stevenson,  "Yeni Bir Responsif Ksenoglosi  Vakası Başlangıç Raporu: Gretchen Vakas\", s. 237; Onbulak da, bu ihtimali göz ardı etmemektedir, bkz. a.g.e., s. 337; Parapsikologlar da bu tür olaylarda reenkarnasyon ihtimaline fazla yer vermemektedir (bkz. Stevenson, "Reenkarnasyon: Alan Araştırmaları", s. 94.
[375] bkz. Papus, s. 170. Kur'ân'ın bir sûresi "Cinn" adını aldığı gibi, pek çok âyette de cinlerden bahsedilmektedir (örnek için bkz. En'âm, 112, 128, 130; A'râf, 38, 179: Nemi, 17, 39...).
[376] Adeta, şeytan vazifesini tamamlayıp onu putlara hizmet ettirdikten sonra, kendi haline bırakıyor.
[377] . Stevenson- Satwant Pasricha, "Ksenoglosinin de Bulunduğu Reenkarnasyon Ti­pinde Olağan Dışı Bir Vaka Hakkında Ön Rapor", s. 243 vd. Başka örnekler için bkz. Papus, s. 171 vd
[378] a.g.m., s. 259
[379] bkz. Tekrar Doğuş, II, 203.
[380] Jonathan Venn, "İpnoz ve Reenkarnasyon Hipotezi: Eleştirisel Bir Gözden Ge­çirme ve Yoğun Olay Araştırması" [Tekrar Doğuş, II içinde), s. 293.
[381] Haşimî, s. 67.
[382] Mutezile'den bazıları hariç, İslam alimlerinin genel kanaati böyledir (bkz. İbn Kay-yımî'l-Cevziyye, et-Tıbbu'n-Nebevî. Daru İhyai't-Turasi'l-Arabî, Beyrut, 1982. s. 51: Ömer b. AbdÜlah eş-Şiblî, Akamu'l-Murcan fi Garaibi ve Acaibi'S-Cann. e\-Mektebetu'l-Asriyye, Beyrut. 1990. s. 133].
[383] İbn Kayyım, s. 51; Şiblî. s. 134; Vahid Abdusselam Balî. Vikâyetu 'I-İnsar\ mine'I-Cirmi ve'ş-Şeytan, Daru'l-Kütübi'l-îlmiyye. Beyrut, s. 55; Abdulmunim el-Hâşimî. es-Sihr fi'1-Kur'ânİ'l-Kerîm, Dam İbn Hazm, Beyrut, 1990, s. 64 vd. Sara hasta­lığının bir türünün de mizaç bozukluğundan kaynaklandığı ifade edilmektedir (a.y., keza bkz. Ebu Bekr Muhammed b. el-Hanbelî, İlâcu Umuri's-Sihriyye, Daru Am-mar. Amman, 1989, s. 51 vd. s. 54).
[384] Haşirnî, s. 66 vd. (ei-Furkân beyne Evliyâi'r-Rahmân ve Eüliyâi'ş-Şeytâriâsn naklen). Cin çarpması konusunda çeşitli sebepler söylenir. Meselâ, cinnin insana aşık olması, insanın bilmeden bir cinne zarar vermesi, cinnî'deki bir halet-i ruhiye-den dolayı sebepsiz yere İnsana zarar vermesi... Haşimî, s. 70.
[385]  Ahmed Emin, et-Tekâmül fi'l-İslâm, Dâru'l-Ma'rife, Beyrut, 1984, III, 571.
[386]  Mevlânâ, Celaleddin-i Rumi. Mesnevi, 14524-28. beytler'den (Tahini'1-Mevlevi, Şerh-i Mesnevi, Şamil yay. İstanbul, tsz., XIII, 558-559).
[387] İbn Teymiyye. Mecmuu'J-Fetâvâ, Mektebetu'l-Meârif, Ribât, tsz.. XIX. 44 vd; Lüt-fullah Cebeci. Kur'ân-ı Kerirn'e Göre Melek Cin Şeytan, Şule yay. İstanbul. 1998, s. 299
[388] Cebeci, s. 297.
[389] bkz. Balî, s. 79 vd.;   İbnu'l-Hanbelî. s. 54 vd.; Haşimî, s. 71
[390]  Balî, s. 78.
[391] Buharî, Ahkâm, 21; Bed'u'l-halk, 11; î'tikâf, 11. 12; Ebû Davûd, Savm, 78, Sünrte, 17; Edeb, 18; İbn Mâce, Siyam, 65; Dârimî, Rikâk, 66; Ahmed b Han-bel. III, 156, 285, 309; VI, 337.
[392] Bu rivayetler için bkz. İbn Mâce, Tıbb, 46; Darimî, Mukaddime, 4; Ahmed b. Han-bel, IV, 170, 172. Bu konuda başka rivayet ve çeşitli örnekler için bkz. Bâlî, s. 57-119.
[393] Matta, XVII, 14-21; Markos. IX, 14-32; Luka, IX, 37-45. İfadeler Matta'dan alın­mıştır, Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 119-124.
[394] bkz. Onbulak, s. 341 {Les Vies Succesives'den naklen); Randles-Hough, s. 304; Venn, s. 272. Venn'in belirttiğine göre, Baker, 1982'de, 53 öğrenci üzerinde yap­tığı bir araştırmada, hipnoz yoluyla öğrencilerin yüzde doksanı hem geçmiş hem de gelecek yaşamlara götürülmüştür (a.y).
[395] İlhan Yargıç, a.g.m., s. 1. Hipnozun dört safhası olduğu söylenmektedir: 1. Hip­noza giriş safhası olan ue süjenin gevşemesinin sağlandığı kendiliğinden tahayyül (charme) safhası, 2. Süjenin kaskatı kesildiği, donma (katalepsi) safhası, 3. Yukar­da belirttiğimiz derin uyku safhası, 4. Ruh ve beden İlişkisinin çok zayıf olduğu ve hipnozda arzu edilmeyen bir safha olan lethargie safhasıdır (bkz Baloğlu, a g m , s. 83).
[396] Guenon, s. 222-233; Randles-Hough, s. 304 vd; Stevenson, "Reenkarnasyon: Alan Araştırmaları ve Teorik Konular", s. 59; "Tekrar Doğuş Türünden Vaka­lara İlişkin Bazı Sorular", s. 126 vd.; Venn, s. 271 vd; Onbulak, 187 vd., Yar­gıç, a.g.m., s. 1; Baloğlu, s. 83; Giovanni Scognamillo-Arif Arslan, Doğu ve Ba­tı Kaynaklarına Göre Ruhçuluk ue Reenkarnasyon, Karizma, yay. İstanbul, 1999, s.170 vd.; Arif Arşları, İman Esasları Açısından Reenkarnasyon, Adese yay., İstanbul, 1997, s. 160 vd.
[397] Stevenson, a.g.m., s. 59
[398] bkz. Onbulak, s. 342
[399]  a.g.m., s. 276-280.
[400] Randles-Hough, s. 289.
[401] Randles-Hough, s. 290.
[402] Mann, s. 80.
[403] Mann, s. 97.
[404] Tafsilat için bkz. Randles-Hough, s. 308-310.
[405] Ahmed Hulusi. Din-Bilim Işığında Ruh İnsan Cin (Spirtizmin içyüzü), Yüksel Mat­baası, tsz. s. 167 vd.
[406] Örnek için bkz. Tekrar Doğuş, 1, 223 vd. Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 124-129.
[407] bkz. Velizar b. Şahzeddin, el-Cinn ft't-Kur'Ğn ue's-Sünne, Dâru'l-Beşâiri'l-İslâmiy-ye, Beyrut, 1996, s. 186.
[408] Cebeci, s. 346; Hulusi, s. 136.
[409] Randles-Hough, s. 193.
[410] Şeytana verilmiş bir ad.
[411] a.g.e., s. 259 vd.
[412] a.g.cs. 268 vd.
[413] a.g.e., s. 270. Bu konuda daha fazla bilgi için ilerki sayfalara bakılabilir.
[414] a.g.e., s. 61.
[415] a.g.e., s. 276.
[416] İbn Şahzeddin, a.g.e., s. 187.
[417] bkz. Cevheri, IV, 42; V. 47 vd., 136.
[418] İbn Şahzeddin, s. 192 (Şehavî'nin, Tahdîru'l-Ervâh ve Teshîru'i-Cânn beyne'/-Hakîkati ve'l-Hurâfe adlı eserinden naklen)
[419] Celal Kırca. Kur'ân ve İnsan, Marifet yay., İstanbul, 1996, s. 179, 185-186.
[420] bkz. Emin, III, 555-569.
[421] Stevenson, "/nsanın Ölümden Sonraki Yaşamının Kanıtlan Üzerinde Araştır­malar', s. 25 vd.
[422] Mann, s. 94.
[423] bkz. Mann, s. 77. Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 129-134.
[424] bkz. Papus, s. 101 vd, 203; Randles-Hough, s. 280; Çaycı, s. 90 vd; Onbulak, s. 339; Tanman, s. 227.
[425] İbnıfl-Cevzî. Te/bîsu İblis, s. 99.
[426] Guanon, s. 174 vd. (Le Livre des Esprits, s. 102-103'ten)
[427] Yitik, s. 54 (The Religion of İndia, s. 121'den)
[428] Yitik, s. 54 (The Problem of Evi! and Indian Thought, s. 139'dan)
[429] Guenon, s. 176 vd.
[430] a.g.e., s. 55 vd.
[431] Onbulak, s. 323.
[432] Yusuf Mirdoğan, Ölüm Son Değildir, Tekin Yayınlan, İstanbul, 1974, s. 148
[433] Randles-Hough, s. 280
[434] Randles-Hough, s. 281
[435] Nisa, 49; 77; İsrâ, 71; Enbiyâ, 47; Lokman, 16; Zilzâ!, 7-8.
[436] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 134-138.
[437] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 141.
[438] Âyette geçen berzâh'm ne olduğu hakkında sahabe ve tabiinden şu görüşler nakle­dilmiştir: ölümle diriliş arasındaki perde, dünya ve âhiret arasındaki perde, ölüyle ölünün dünyaya dönmesi arasındaki engel, kıyamet gününe kadarki mühlet... {Ma-verdî, IV, 66-67).
[439] Muhammed İkbal. İslâm'da Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu,   İstanbul, 1984. s. 160.
[440] İbn Aşûr, XVIII,123. İbn Aşur İfâdesinin devamında şöyle diyor: "Bu terkip mesel makamında olup, "Rabbim beni geri döndür" talebinde bulunan müşrikin sözünün boş, manâsız ve kabul edilmez bir talep olduğunu ifâde etmektedir.
[441] Bu görüş Mücâhid'den nakledilmiştir (Maverdî, IV, 66).
[442]   Kırca, s. 175.
[443] Ateş, V1.118.
[444] Öztürk, s. 312. Benzer İddialar için bkz. Akbay, s. 220.
[445] bkz. Öztürk, s. 153.
[446] bkz. Şimşek, s. 288.
[447] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 141-144.
[448] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 144-145.
[449] İlginçtir ki, bu ve benzeri âyetler dahi reenkarnasyon taraftarlarınca iddialarına ör­nek olarak zikredilmiştir... Örnek için bkz. Tekrar Doğuş, 1, 197-198, 201.
[450] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 145.
[451] Sifil, bu âyetteki kerre Yıin bir kısım Türkçe meallerde bir kere daha şeklinde İfâ­de edilmesini reenkarnasyonu çağrıştırmasından hareketle, isabetli bulmamaktadır (bkz. Sifil. i. 222). Kanaatimce böyle bir tercümede isabetsizlik yoktur. Asıl isabet­sizlik, âyete ve meallere böyle bir ön kabulle yaklaşanlardadır. Çünkü aynı anlayış âyetin aslı için de düşünülebilir. Önemli olan Kur'ân'a kendi bütünlüğü içinde yak­laşmaktır. Yoksa, her meşrebin kendi hevâ ve arzusuna uygun kelime ve ifâdeler bulması kaçınılmaz bir durumdur. Nitekim tarih boyunca bu böyle olmuştur. Günü­müzdeki bu yaklaşımlar geçmiştekilerden fazia farklı değildir. Ayrıca, âyetteki Jcer-re'ye mastar manası olan geri dönme manasından ise, masdar binâ-i merre ola­rak, bir kere manası vermek daha uygun görünüyor. Çünkü bu talepte bulunanlar bir kere dünyaya gelmiştiler. Şimdi bir kere daha gelmek istiyorlar... Dolayısıyla yu­karda takdim ettiğimiz âyete "dünyaya dönsek de..." yerine, "dünyaya bir daha dönsek de..." şeklinde mana vermek daha uygundur.
[452]  Merağî, VII, 101.
[453] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 145-147.
[454] Bu apaçık ifadelere rağmen bir reenkarnasyoncunun, bu âyeti istediği doğrultuda tevil etme çabalan için bkz. Akbay, s. 220-221)
[455] bkz. Gazali, Muhammed, s.183.
[456] bkz. Beydavî, V, 467; Nesefî, IV.137; Ebu's-Suûd, VIII, 137.
[457] Örnek olarak bkz. Hacaloğlu, s. 11, 26
[458] Deniş, s. 67, 136.
[459] Tekrar Doğuş, III, s. 208; keza bkz. Geley, s. 56.
[460] Bu konuda bkz. Paul Davies, Son Üç Dakika, çev. Sinem Gül, Varlık yay. İstan­bul, 1994, s. 30; Steven Weinberg, İlk Üç Dakika, Tübitak yay. Ankara, 1996, s. 139; Lincoln Bamett, Evren ve Einstein, Varlık yay. İstanbul, 1969, s. 114 vd. °.
[461] İbn Mâce, Mukaddime, 13; Cifıad, 16; Tirmizî, Tejsîru Sûre 3, 18; Benzer riva­yetler için bkz. Ebû Hamid Muhammed e!-Gazalî, /hydu Ö\ûm\'d-D'm, Dâru İh-yâi'l-Kütübi'l-Arabiyye, Kahire, tsz., IV, 480; Ebû Abdillah Muhammed el- Menbe-cîel-Hanbelî, Teshyetu Ehli'i-Mesâib, tik. M. Hasan el-Muhsî, Dâru'r-Raşîd, Bey­rut, 1988, s. 273.
[462] Bu konudaki hadîslerin sayıca çokluğuna işaret eden Menbecî, bu hadîslerin teva­tür derecesine ulaştığını söylemenin isabetsiz olmayacağını belirtmektedir [bkz. a.g.e., s. 283).
[463] bkz. Muhammed Saîd Ramazan el-Bûtî, Kübrâ'l-YakıniyyâtVl-Kevniyye, Dâru'l-Fikr, Dırneşk, s. 315.
[464] a.g.e., s. 244.
[465] Buharı, Şehâdât, 9; Fedâiiu Ashabı'n-Nebî, 1; Rikâk, 7; Eymdn, 10, 27; Tirmi-zi, Fiten. 45; Şehâdât, 4; Menâhb, 56; İbn Mâce, Ahkâm, 27: Ahmed b. Han-bel, I, 378, 417, 434, 438, 442, II, 228, 410, 479; IV, 267, 276, 277, 426. 427, 436, 440, V, 350.
[466] bkz. Araf, 18; Hûd, 119; Secde, 13; Sâd, 85; Kâf, 30.
[467] bkz. Buharî, Rikâk, 45, 46
[468] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 147-153.
[469] Havva, s. 787.
[470] Havva, s. 787.
[471] bkz. Koç, a.g.m., s. 102 vd.
[472]  Hawâ, s. 787.
[473] Çelebî, s. 196.
[474] Kırca, s. 177; Ali Erbaş, "Reenkarnasyon", Yeni Dünya, Şubat, 1995, s. 35; Boydaş, s. 39.
[475] Butî, s. 314 vd.
[476] İbn Kayyım, Teİbisu İblis, s.
[477] a.g.e., s. 206 Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 153-155.
[478] Çelebî, s. 197.
[479] Çelebî, s. 195.
[480] Yitik, s. 71.
[481] Havva, s. 788.
[482] Çelebî, s. 197. Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 156-157.
[483] Çelebî, s. 197.
[484]  Razî, el-Meböhisu'l'Meşrikiyye, 11, s. 398
[485] Reenkarnasyon taraftarlarının cevaplarına örnek olarak bkz. Deniş, s. 144 vd; Papus, s. 73 vd., 90 vd., 115, 144, 167-168, 198 vd.; Geley, s. 39; Hacaloğlu, s. 220.
[486]  Randles-Hough, s. 295 vd. Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 157-158.
[487] lan Stevenson, "Tekrar Doğuş Türünden Vakalara İlişkin Bazı Sorular", s. 116
[488] Guenon, s. 197.
[489] Yitik, s. 57.
[490] bkz. a.g.e., s. 205.
[491] Ali Sayı, "Reenkarnasyon ve Emperyalizm", {Kur'ân Etrafında Makaleler için­de), İzmir, 1994, s. 156 vd.
[492] Nitekim bu gerçeği reenkarnasyonu savunanlar da itiraf etmektedir. Hatta bunlar­dan birine göre, renkarnasyona inanmanın getireceği bu olumsuz durumu bertaraf etmek için bu teori Kur'ân'da açıkça zikredilmemiş, böylece, böyle bir düşünceye sapmayacak kimselerin iyiden iyiye incelemesiyle anlaşılması sağlanmıştır^} (bkz. Akbay, s. 216).
[493] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 158-160.
[494] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 161-162.
[495] Doç. Dr. Veysel Güllüce, Kur’an Işığında Reenkarnasyon, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004: 163-168.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder